Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        AYŞE 35 yaşında, evli, 2 çocuklu, günde 10 saat çalışıyor, evdeki tüm işler ve çocukların ihtiyaçlarını karşılamak onun görevi, yaşlı kayınpederiyle ilgileniyor, kocası ise işsiz, öğlene kadar uyuyor, uyanınca çıkıp arkadaşlarıyla buluşuyor, eve gece yarısından sonra dönüp ertesi gün yine öğlene kadar uyuyor...

        Ayşe bu durumda bir yanlışlık olduğunu sezse de sevgisinden katlanıyor, boşanmayı aklına bile getirmiyor, bir gün kocasının değişeceğini, düzeleceğini umut ediyor, kendisi daha iyi olursa, kendini daha çok feda ederse bu değişikliği gerçekleştirebileceğine inanıyor...

        Ayşe’nin bu fedakârlığı, kendi ihtiyaçlarını göz ardı etmeye bu yatkınlığı toplum tarafından kabul görse de 1985 yılında yayınlanan “Fazla Seven Kadınlar- Women Who Love Too Much” isimli kitapta “kendini feda etme hastalığı” olarak tanımlanıyor.

        Çarşamba günü başladığım yazının devamı bu: “Neden bazı kadınlar hep yanlış erkekleri seçer?” Başlıkta “kadınlar” dense de aslında erkekler için de geçerli bir teori bu. İçinde büyüdüğümüz ailenin dinamikleri, yetişkinlik hayatında kendimize eş olarak seçtiğimiz kişileri belirler.

        Kitabın yazarı Robin Norwood, “Çoğu zaman kendimizi bizimle aynı cinsiyette olan ebeveynimizin davranışlarını tekrarlarken buluruz; ‘Asla onun gibi yapmayacağım’ dediğimiz davranışları. Kadın ya da erkek olmayı onların davranışlarından, duygularından öğrendiğimiz için bu böyledir” diyor.

        AİLEYLE İLİŞKİNİN EŞ İLİŞKİSİNDEKİ İZDÜŞÜMÜ

        Eğer çocukken ebeveynlerimizle olan ilişkimiz bizi duygusal anlamda besleyen bir ilişkiyse, aramızda sağlıklı bir onaylanma, ilgi, sevgi ortamı varsa yetişkin hayatımızda da bize alışık olduğumuz sıcaklık ve güveni telkin edecek ilişkilerde rahat ederiz. Bizi kendimizle ilgili kuşkuya düşürecek, eleştirecek, manipüle edecek insanlardan uzak dururuz ve onların bu davranışları bizi iter.

        Eğer ebeveynlerimizle ilişkimiz eleştiriye dayalı, soğuk, bağımlı, kırılgan ya da başka türlü şekilde negatife dönükse o zaman da bunun normal olduğunu içselleştirdiğimizden bize aynı şekilde hissettirecek eşler buluruz. Sağlıklı ilişki yürütebilen insanlar ilgimizi çekmez. Ve hatta iyileştirmek ve değiştirmek için çaba harcamaya gerek olmayan insanları sıkıcı buluruz.

        Hayatında her daim drama ve kaos ile yaşamış çocuklar büyürken kendi duygularını ve ihtiyaçlarını göz ardı etmeyi öğrenirler ve dramatik olaylar olmadan kendi duygularına ulaşamazlar. Bu çeşit çocuklar yetişkinliklerinde kendilerini canlı hissetmek için güvensizlik, keder, hayal kırıklığı ve karmaşaya ihtiyaç duyarlar.

        İHTİYAÇ DUYULMA İHTİYACI

        Geçen yazıda Norwood’un kitabının temel noktası olan işlevsiz ailelerden söz etmiştim. Bir ailenin işlevsiz olması için çocuğun duygusal, fiziksel, maddi ihtiyaçlarından bir ya da birkaçının aile sistemi içinde karşılanmıyor olması gerekiyor. İşlevsiz aileler çok farklı yönlerde bozulmuş olabiliyorlar. Bunun için ailede kötü niyetli birinin olmasına bile gerek yok. Mesela, anne ya da babadan birinin ya da her ikisinin fiziksel veya duygusal bir yönden aile içindeki fonksiyonunu yerine getirememesi bu bozukluğa yol açıyor.

        - Ebeveynlerden biri ya da her ikisi aşırı çalışıyor, bu yüzden evdeki görevlerini yerine getiremiyorsa,

        - Ebeveynlerden biri ya da her ikisi sağlıksal bir sorun sebebiyle evdeki görevlerini yerine getiremiyorsa ya da öldüyse, boşanma vasıtasıyla çocukların hayatından çıktıysa,

        - Ebeveynlerden biri ya da her ikisi kendi çocukluk yaşantıları sebebiyle duygusal olarak ulaşılabilir değilse,

        - Ebeveynlerden biri genellikle, eşine karşı hissettiği kızgınlık, üzüntü ya da hayal kırıklığı gibi duyguları çocuğuyla paylaşıyorsa, çocuklar olması gerekenden çok daha hızlı büyümeleri gerektiğini hissederler.

        Henüz hazır olmadıkları fiziksel ya da duygusal sorumlulukları yüklenen çocuklar kendi sevilme, bakılma, güvenlik ihtiyaçlarını bir kenara koyar ve olduğundan çok daha güçlü, korkusuz, yetişkin, kendi ayakları üzerinde durabilen bir role bürünürler. Ailenin diğer bireylerinin ihtiyaçlarını kendilerininkinin önüne almayı öğrenirler. Böylece her ihtiyacı olana yardım etmeye koşar, yardım ettikçe korkuları azalır ve karşılığında da sevileceklerini beklerler, diyor kitapta.

        Kendi olma değerlerini diğerine bakmak üzerinden tanımlayan kadınlar ancak yeterince fedakâr olurlarsa sevilebilecekleri algısıyla yaşarlar. Bunun sonucunda kendine yetemeyen adamları çekerler.

        Velhasıl, kiminle birlikte olmayı seçiyorsak onu seçmemizin sebepleri var. Peki bu motiflerden nasıl kurtulacağız ve sağlıklı, dengeli ilişkiler kurmaya yaklaşacağız... O bir sonraki yazıda...

        Diğer Yazılar