Türkler korna çalmadan yaşayabilir mi?
Türkiye sınırları içerisinde, İstanbul adlı bir şehir varken İzmir’in trafiğinden şikayet etmek şımarıklık olarak algılanabilir. Ancak arada, bizim de sıkıştığımız noktalar olabiliyor.
Hoş, gerçek anlamda trafik problemi çeken metropoller için basit bir beklemeden ibaret. Ancak bizim gibi, bulunduğu noktada 2 dakikadan fazla durmayı trafik zannedenler için ciddi bir sıkışıklık. Geçtiğimiz hafta Pazar günü Çeşme’de, büyük plajın girişinde, aynen bahsettiğim durum meydana geldi. Arabalar ne geri gidebildi, ne de ileri. Hepi topu 10 dakikayı geçmedi ama o arabalar, İzmirliler’e dar geldi.
Sanki hemen oracıkta klostrofobi başladı. Paniğimiz atağa geçti, yakamız sıktı, nefesimiz az geldi. Ve her normal insan gibi tepki, kornaya basarak verildi. Vazgeçtim, kornalara basılmadı, asılındı. Dünyanın hiç bir yerinde tarfiğin korna açtığı vaki olmasa da, trafikte içimizde biriken bütün kötü enerjiyi korna ile dışarı çıkarmak adetten olmuş bir kere.
Abartmıyorum, kulaklarım akabindeki 5 dakika boyunca çınladı. O an aklım dünyanın dört bir yanında yürütülen, Türkiye’de de Toyota sayesinde sosyal sorumluluk projesine dönüştürülen “korna çalma, huzurumu çalma” ve türevlerine gitti. Oldukça yerinde ve insanın günlük hayatını iyileştirmeye yönelik bir proje ama, aması var.
Cıss eliniz yanabilir!
Aslında hayal değil, pek çok Avrupa ve Asya ülkesinde korna, direksiyon üzerinde bulunan bir tür aksesuar. Asla kullanılmayan, belki de kullanılmayacak olan ama bulunması da kurallar gereği şart koşulan bir aksesuar. Yangın söndürme cihazı gibi.
Hatta kullanıldığı durumlar en az bizim yangına duyduğumuz bakış açısı kadar ürkütücü. Sanıyorum bu sebepten, elleri kornaya değerse yanacakmış gibi, mümkün mertebe kaçınıyorlar. Tamam belki toplu ulaşım yöntemleri de buna paralel olarak gelişmiş ama onlarda da trafik problemi mevcut. Fakat katiyen kornaya basmıyorlar. Ne yapıyorlar bilemiyorum, ama kornaya basmadan gül gibi geçinip gidiyorlar. Bundan 5-6 yıl önce Tokyo’ya gittiğimde bilhassa taksi şoförlerinin dinginliğinden müthiş etkilenmiştim. Para üstünü dantelli örtülü tepside verdikleri yetmiyormuş gibi kornoya katiyen basmıyor, aniden önüne atlayan arabaya bilenip, sürücüyü sollayıp, ters ters bakıp, gözleriyle küfür etmiyorlardı. Anlayacağınız trafikteki rahatlama yöntemleri, kesinlikle bizden farklıydı. Hatta belki de rahatlamaya ihtiyaçları bile yoktu.
Peki ya, basarak rahatlıyorsak?
Galiba korna meselesindeki anahtar kelime rahatlama. Gelişmiş ülkelerde kornaya başvurulmuyor. Çünkü korna, trafik sıkışıklığının değil, iç huzursuzluğunun bir sonucu.
Başka bir deyişle, az gelişmiş ya da gelişmekte olan ülkelerde, örnek veriyorum Türkiye’de, insanlar bütün gamını, kederini, huzursuzluğunu, sinirini trafikte, bilhassa da kornası eşliğinde çıkarmaya çalışıyor. O korna, hatalı yapılan sollamaya ya da öndeki arabaya bir türlü binemeyen yaşlı hanım teyzeye çalınmıyor.
Hayata, talihsizliklere, evdeki, işteki, ailedeki huzursuzluklara çalınıyor.
Hal böyle olunca, dost acı söyler, Türklerin korna çalmaması, çölde giderken karşımıza kutup ayısının çıkması kadar küçük bir ihtimal gibi görünüyor. Hoş biz bu gündem, bu bahtsızlıkla tam gaz ilerlediğimiz sürece, çölde, daha çok kutup ayısıyla karşılaşacakmışız gibi duruyor ya neyse...
- Veda ve teşekkür6 yıl önce
- Kürk Mantolu Madonna6 yıl önce
- Hayaller üzerine6 yıl önce
- Aşk biçim seçer mi?6 yıl önce
- Mutluluk Günü6 yıl önce
- Şimdiki çocuklar6 yıl önce
- İyi ki kadınlar var!6 yıl önce
- Mümkünse masal anlat6 yıl önce
- Türkiye Romanya'ya karşı6 yıl önce
- Yetiştirme şekli topyekün değişmeli6 yıl önce