Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Dünkü yazıma mesaj gönderen benim gibi Mısır olaylarına şahitlik eden dostlarımın, tartışmada zorluk çektiğini gördüm. Duygularla, akıl arasında gidip gelmiş mesajlar. Zor ama yine de duygularımızı karıştırmadan tartışmalıyız.

        Diğer mesajları ise ikiye ayırabiliriz.

        1. Erdoğan yanlış yapmıştı, yanlışından döndü.

        2. Erdoğan doğruyu yapmıştı, yine doğruyu yaptı.

        Tartışmayı kişiler, ülkeler ve olaylar üzerinden çıkartıp, siyaset felsefesi açısından ele almayı bizim için daha faydalı görüyorum.

        Vardığım sonuçlar şöyle:

        BU KURALI TARTIŞMAYA AÇMALIYIZ

        “Devletlerin ilelebet dostları, düşmanları yoktur, çıkarları vardır” sözünün etrafında şekilleniyor tüm tartışmalar. İngiltere'nin eski Başbakanı Lord Palmerston’un 1860’larda söylediği bu sözün, dünyadaki devletler arası ilişkileri şekillendirdiği ortada. Bu sözün kesin doğru olduğunu düşünenler çoğunlukta.

        Oysa bunun son derece pragmatist, ilkesiz ve yıkıcı sonuçları olduğunu düşünenlerdenim.

        İngiltere’nin sömürmek istediği tüm ülkelerde darbe yaptırıp onlarla iş tutması, Fransa’nın Afrika’da tüm soykırım yapan diktatörlerle dost olması, bu ilkenin bir sonucudur.

        Bu mirası ABD ve Rusya devraldı. Onlar da ne kadar ahlaksız, diktatör ve kirli iktidar varsa, “Ülkenin çıkarları bunu gerektiriyor” diyerek dost oldular.

        Büyük devletler böyle yapınca, diğerlerine de taklit etmek kaldı.

        Peki bu sayede dünya daha mı iyi oldu? Hayır.

        Devletler çıkarlarını korudu da insanlar daha mı mutlu oldu? Hayır.

        Peki neden devletlerin ilkeleri, ahlaki sınırları, dostları ve düşmanları olmasın ki?

        İnsanlığa acı çektiren devletler için bu sözün bir referans kaynağı olması, bu kuralı tartışmamız için yeterli bir gerekçe aslında.

        NEREYE KADAR İLKELERİMİZDEN TAVİZ VERECEĞİZ?

        Devleti yöneten insanların inandıkları idealler, ahlaki değerler, ilkeler var. İşte bunlar devletin çıkarları söz konusu olduğunda hiçe sayılabiliyor.

        Peki iktidara gelirken bu değerleri savunan insanların, sonradan bundan vazgeçmesi bir çelişki değil mi? Ya da nereye kadar bu ilkelerinden vazgeçecekler?

        Hatırlayınız, Türkiye’nin AB üyeliği nedeniyle idamın kalkması ve zinanın suç olmaktan çıkartılması gerekiyordu. "Devletin çıkarları için bunu yapmalıyız" tartışması o zaman da oldu.

        Peki şimdi yeniden AB üyeliği söz konusu olsa, LGBT evliliği serbest bırakmak şart koşulsa, bunu da gerçekleştirecek mi iktidar?

        Diyeceğim şu ki; inandığınız, parti programı haline getirdiğiniz, uğruna mücadele ettiğiniz değerleri, ilkeleri yok etmek ne kadar tutarlı bir davranış?

        İşte Lord Palmerston’un ilkesi böyle ciddi kargaşaya ve tartışmaya neden oluyor.

        DEVLETİN ÇIKARLARI SÖZ KONUSU AMA BİREYLERE NE OLUYOR?

        Diyelim ki devlet çıkarları için düşmanına dost dedi. Peki bireyler neden bunu yapmak zorunda hissediyor kendini?

        "Sisi binlerce insanın ölümüne neden olan darbeci, Esed yüzbinlerce insanın ölümüne neden olan bir katildir" diyen insanlar, devlet pozisyon değiştirdi diye kendileri neden tutum değiştiriyor?

        Mısır'la barışınca, bir zamanlar yücelttiği İhvan'ı, Mursi’yi karalamaya çalışan, Esed’e Esad demeye başlayan bireyler de mi bunu çıkarları için yapıyor? Hangi çıkar bu?

        Devlete endekslenmiş bir tavır, devlete göre ayarlanmış bir ilke, insanlar için ahlaki değer olabilir mi? Olamaz. Bu tam olarak ilkesizliktir tabii ki.

        Gazeteci, yazar, çizer, kanaat önderi… büyük bir gayretle neden hemen bir aklama, paklama, karalama kampanyası başlatıyor ki?

        Sisi’ye darbeci denildiğinde en çok bu güruh bağırıyordu, dost denildiğinde en çok bunlar alkışlıyor. İşte bu tutarsızlık insanları çileden çıkartıyor.

        DEVLETİ YÖNETENLERİN YÖNETEMEDİĞİ DİPLOMASİ

        Diyelim ki Lord Palmerston’un prensibine göre hareket ediliyor. Bir ülke düşmanken de dostken de bunun bir gün tersine döneceği düşünülerek o devletle ilişkiyi buna göre yönetmek gerekir.

        Eğer siz yerel seçimlerde Ümraniye seçim meydanında “Sisi mi, Binali Yıldırım mı?” diye soruyorsanız burada büyük bir hata var demektir.

        İnsanların en çok itiraz ettiği konulardan biri budur.

        Tepkiyi de, sevgiyi de aşırı dozda verirseniz zehirlenmeye neden olur.

        Dış politikada dostluklar ya da düşmanlıklar, iç siyasette bir kaldıraç olamaz. Sonra durum değiştiğinde büyük sıkıntı çekersiniz.

        BU OLAYDAN ÇIKARACAĞIMIZ SONUÇ

        Tartışmalardan benim şahsen çıkardığım sonuçlar şunlardır:

        1. İngiltere'nin eski Başbakanı Lord Palmerston’un bu kuralını tartışmaya açmalıyız. Bunu ilkesiz, pragmatist ve dünyaya zarar veren bir düşünce olarak görüyorum. Dünyanın çektiği sıkıntıların en büyük referans kaynağı bu kuraldır.

        2. Tüm dünya devletleri bu kuralla hareket ederken, Türkiye bunun dışında davranmaya gücü varsa ancak muvaffak olabilir. Gücü yoksa, (bu kurala göre hareket etse de) bu ilkeye itiraz etmeli. Dünya 5’ten büyüktür retoriği gibi, bunu sürekli dillendirmeli. Ta ki bu kural değişene kadar.

        3. Devlet bir gün aks değiştireceğini bilerek siyasal iletişim dilini ayarlamalı. Devletin dili soğukkanlı, sakin ve seviyeli olur. Barışacaksa da, küsecekse de bunu şova dönüştürmemeli. Uluslararası ilişkiler iç siyasetin malzemesi ve kaldıracı yapılmamalı.

        4. Birey olarak çıkarlarımın bir ahlaki sınırı vardır. Katille dost olamam. Ona hiçbir zaman dost diyemem. Devlet pozisyon değiştirdiğinde bu ilkemden vazgeçiyorsam, bana ait bir ahlaki ilke yok demektir.

        Diğer Yazılar