Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Hemşire Fatma Tekdal (35) Adıyaman merkezde 1.5 yaşındaki kızı Zeynep ve eşiyle mutlu bir hayat sürüyordu. Sonra 6 Şubat’ta küçük kıyamet koptu. Evleri ağır hasa gördü, canlarını zor kurtardılar.

        Ailesinin geri kalan kısmının yaşadığı Adıyaman’ın Tut ilçesine geldiler. Burada zar zor bir konteyner ayarlayıp, annesi, kardeşi, kızı ve eşiyle yaşamaya başladılar.

        Bu kez dağdan bir tufan koptu, o konteyneri önüne katıp götürdü.

        İçindekiler suda boğuldu. Görevde olduğu için baba o gün konteynerde değildi ve selden bir tek o kurtuldu.

        Hemşire Fatma’nın annesi ve kız kardeşinin cansız bedenine ulaşıldı. Ama Fatma Hemşire ve Küçük Zeynep’e ulaşılamadı.

        BU KADER DEĞİLDİR

        Depremden kurutulup selde ölüm çok kahreden bir hikaye geldi bana. Adıyaman’da bu hikayeyi Habertürk Muhabiri Öznur Karslı anlattı. Eminim izleyen, dinleyen herkesi çok etkilemiştir.

        Şuna da eminim, “Bu nasıl kader?” diye de birçok insan isyan etmiştir.

        Oysa bunun kaderle değil ihmalle, işini iyi yapmamakla ilişkisi var.

        Fatma Hemşirenin evi şehir merkezinde kötü bir zemine, kötü bir mühendislikle yapılmıştı ve bu nedenle ağır hasar gördü.

        Aklını kullanmayan, işinin ehli olmayan, aç gözlü bürokratlar, mühendisler, müteahhitler, denetim elemanları, yöneticilerin suçu olarak açıklanmalıydı.

        “Bu nasıl kader? değil, “Bu nasıl ihmal?” olmalı gerçek tepki cümlesi.

        KOTEYNERLER DERE YATAĞINA NEDEN KONDU?

        Bu depremde ölümden kurtulan Tekdal ailesi Tut ilçesine gittiğinde kaldıkları konteynerlerin dere yatağına konulduğunu bilmiyorlardı.

        Tıpkı Urfa’da dere yatağına kurulan çadırlar gibi.

        8-10 civarındaki o konteynerlerden biri de Hemşire Fatma ve ailesine verilmişti. Kendi arazileri diye dağın yamacına konmuştu.

        Sel o dağın tepesinde kopup geldi ve Fatma Hemşirenin konteynerini önüne katıp götürdü. Diğer konteynerler de su altına kaldı ama neyse ki içindekiler kurtuldu.

        Şimdi burasının dere yatağı olduğunu, sel baskınında suyun buradan geleceğini, yağmur mevsiminde olduğumuzu, bu yüzden tehlike nedeniyle buralara konteyner kurulamayacağını bilen birileri yok muydu?

        Vardı. Bu şehirlerin İl Afet Risk Azaltma Planı hazırlandı. DSİ’nin, Su İşleri Genel Müdürlüğü’nün sel, heyelan vb. durumlar için raporları var.

        Bu şehrin bir belediye başkanı, valisi, il özel idaresi var.

        O konteynerlerin Tut’ta o dere yatağına konulmaması gerektiğini birileri biliyordu.

        Belki de bir tek Fatma Hemşire ve ailesi bilmiyor olabilirdi.

        İHMALLERİMİZİ KADERE BAĞLAMAYALIM

        Afet ülkesiyiz. Yüz yıldır aynı ilkel çadır hayatını yaşıyoruz. Uzaya gidiyoruz, dünyanın en gelişmiş uçaklarını yapıyoruz, bir Allah’ın kulu da demiyor ki, milleti bu ilkel çadırlara mahkum etmekten kurtaralım, yeni bir barınma modeli geliştirelim. Bu kadar gelişmiş inşat sektörü, sanayisi, teknolojisi var ülkenin bir model geliştiremedi yıllarca.

        Sonra depremden kurtulanları bu çadırlara yerleştirip, burayı da sel basınca, “Kadere bak" diyorlar. Aslında "İhmale bak, vurdumduymazlığa bak" demek gerekir.

        Urfa’da bir çok insanın öldüğü alt geçit mühendisliğe uygun yapılmamıştı. Su basan Eyyubiye Devlet Hastanesi yanlış yere, yanlış şekilde yapılmıştı. Tıpkı Hatay’da Amik Ovası'nın sulu zeminine yapılan araştırma hastanesi gibi. İzin veren, yapan, onaylayan, kullanıma açan herkesin kusuru vardı ve bir tek kaderin suçu yoktu aslında.

        Afetlerdeki ölümlerin nedeni olan ihmallerin suçunu kadere atmak ne kolayı ve en az riskli olanı.

        Diğer Yazılar