Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Şeri f Mardin’in varlığından üniversite yıllarımda haberim oldu. Siyaset Bilimi hocamız Cemil Oktay, yardımcı ders kitabı olarak o sıralar yeni çıkmış olan “Din ve İdeoloji” kitabını önermişti de, hepimiz bir koşu Cağaloğlu’ndaki İletişim Yayınları’na koşmuş, kitabı edinmiştik.

        O zamanlar belliğim, bir yığın işe yaramaz Rus yazarın uzun isimleriyle doluydu, mesela Soslov denilen sığırı biliyordum, Dimitrof denilen kefereden haberdardım ama Şerif Mardin adı o zamana kadar benim için hiçbir şey ifade etmemişti. Hiçbir kitabını okumamış, o zamana kadar bana bir yığın saçma sapan kitabı önermiş olan “akıllı sandığım” ağabeylerimden hiçbiri onun bir kitabını veya makalesini önermemişti.

        Sadece ben mi? Eminim benim gibi, ruhu seküler sularda yıkanmış, ne kadar safsata varsa kendisine bilim diye yutturulmuş, hayatta tek mürşidin ezberletilmiş berbat bir Stalinist ideoloji olduğu öğretilmiş bir kuşağın dramıydı bu. Kendinden olana uzak dur, yabancıya tap!

        Elin adamına âlim muamelesini yap, kendi âlimine burun kıvır...

        Bu memlekette en çok gadre uğrayanlar, herhangi bir ideolojinin hizmetine koşmadan, durduğu yere ayaklarını sıkıca basıp, nesnel bir pencereden hayata bakan âlimler, yazarlar olmuştur.

        Türkiye’de eğer bir ideolojinin esiri değilsen, herkesin paryasısın. Gelen vurur, giden bir tekme atar kaba etine.

        Şerif Mardin böyle bir bilim adamıydı işte.

        Yazının başında adını andığım kitabından son kitabına kadar en büyük meselesi “dindi” Şerif Hoca’nın. Türkiye’de dinin varlığını, Bediüzzaman başta olmak üzere birçok âlim ve tarikatla birlikte derinlemesine bir tahlile tabi tuttu. Kendisine kadar hiçbir Cumhuriyet aydınının yapmadığını yaptı, toplumsal alanın dışına itilip üzerine kalın bir şalla örtüldü sanılan bu alanda olup bitenlerle ilgilendi. O yüzden Kemalist sol aydınlar ondan hiç hazzetmedi; araştırdığı alana bilim merakıyla daldığını, amacının o alanın meziyetlerini ortaya çıkarmak olmadığını anlamayan İslamcı aydınlar da, “Dine soğuk duruyor” diye ondan hoşlanmadı. Bediüzzaman’ın kitabını yazdı diye Nurcu dediler, bazıları da “agnostik” diye etiketlemeye kalkıştı.

        HİÇBİRİNİN YAPMADIĞINI YAPTI

        Ama hiçbir etiket üzerine yapışmadı.

        Bunların hiçbirini takmadı; 90 yıllık ömrü boyunca herhangi bir ideolojinin emir eri olmadan hep bir entelektüel gibi yaşadı.

        Yazdıkları hep güncel kaldı.

        1980’lerin başında “Din ve İdeoloji” kitabıyla, Türkiye’de halkın dinsel inançlarının siyasal eylemi etkilemesine ilişkin bir kavramsallaştırma modelini kurdu.

        Bu model, 2000’li yıllarda iktidara gelen AK Parti’nin yakaladığı başarının anlaşılmasında rehber oldu. Bu yüzden her başımız sıkıştığında onun görüşlerine ihtiyaç duyduk.

        “Mahalle baskısı” başta olmak üzere bir yığın kavramı dolaşıma soktu.

        Ne Marksist oldu ne Kemalist, ne muhafazakâr oldu ne İslamcı... Ama Marksistleri de, Kemalistleri de, muhafazakârları da, İslamcıları da en iyi o anladı.

        Ona göre Türk aydınının en büyük handikabı devletçi olmasıdır. Türk sosyal bilimcileri, aydınları ve bürokratları Osmanlı’nın son demlerinden bugüne kadar hep devlete bağlı olarak yetiştiler. O yüzden hiçbir zaman objektif olamadılar, hepsinin verdiği ürünler jakobendir, mikro düzeyle ilgileniyorlar, mesela İslam’ı hiç bilmiyorlar, dinin toplumdaki öneminin farkında değiller.

        O yüzden hep yanıldılar.

        Yanıldıklarını gördükçe de sinirlendiler.

        Sinirlendikçe de öfkelendiler.

        An geldi öfkeleri bilim namuslarının önüne geçti. Koyu birer taraftar oldular. Durdukları yerde durup olup bitenlere objektif bakmak yerine, her biri kuşandığı ideolojinin zırhlarının ardına saklanarak, çekildikleri mevziden karşılarında düşman olarak gördüklerinin üzerine kurşun, gülle yağdırmaya başladılar.

        Bilim adamından, yazardan, entelektüelden çok militan kesildiler.

        Üstelik bu militanlığı da meziyet saydılar.

        ‘KANAAT’ DEĞİL ‘KAVRAM’ ÜRETTİ

        Yollarını aydınlatan, her biri birer meşale muamelesi gören bütün o fikirleri hiçbir derde deva olmayınca da, bilim adamı, yazar, entelektüel vasıflarını kaybettiler, kendilerine dişli bir düşman seçtiler, şimdi yeldeğirmenine karşı savaşıp duruyorlar.

        O yüzden günümüzü tahlil eden hiçbir makale yazamıyorlar. Şerif Mardin’in yaptığını yapamadıkları için de, hepsinin adı “kanaat önderi” oldu şimdi!

        Oysa Şerif Mardin “kanaatten” çok “kavram” üretti.

        Bütün “kanaatler” “kavramlardan” oluşur, bunu en iyi o biliyordu!

        Şerif Mardin öldü, bir kütüphane daha kül oldu.

        Diğer Yazılar