Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Bu seçimde en çok Kürtler konuşuldu. Kimisi “Kürt kardeşlerimiz”, kimisi “Kürtçe konuşan kardeşlerimiz”, kimisi de direkt “Kürtler” dedi.

        Seçimden önce “Kürtler kimden yana tavır alırlarsa seçimin galibi o olacak” dendi.

        Seçimden sonra Başkan Erdoğan özellikle “Kürtlere” teşekkür etti.

        Muhalefet de “Kürtler iktidara bir ders verdi” dedi.

        *

        Kim ne derse desin, bana göre yekpare hareket eden bir Kürt kitlesi yoktur bu memlekette.

        Tıpkı Türkler gibi... Nasıl bu memlekette Türkler yekpare hareket etmiyorsa, nasıl Türkler AK Partili, CHP’li, MHP’li, HDP’li olabiliyorsa, Kürtler de Ak Partili, CHP’li, MHP’li ve HDP’li olabiliyor.

        Dolayısıyla etnik saiklerle hareket eden, liderleri nereyi işaret ediyorsa oraya giden, özü sözü bir yekpare bir Kürt kitlesinden söz etmek son derece zordur.

        Meselenin açıklaması biraz daha derinde...

        *

        Cumhuriyetin kuruluşuyla birlikte Kürt meselesini suhuletle, haklarını iade ederek kavga gürültü olmadan bertaraf etmek istemeyen devlet, çok uzun yıllar boyunca “sorun yoktur dersem sorun olmaz zaten” anlayışıyla hareket etti ve işi daha da ileri götürerek, bırakın sorunu, “Kürt yoktur” dedi.

        Ama meğerse varmış.

        Kavga gürültü çıktı.

        İnsanlar öldü.

        Devlet de sorunu hal etmek için, aklına gelen en etkili tedbire başvurdu. 1990’lı yıllarda “teröristlere ekmek veriyorlar, barındırıyorlar” diye binlerce köyü boşalttı. Denklerini sırtına vuran Kürtler Süleymaniye’ye, Dihok’a gitmek yerine, İstanbul’a, Ankara’ya, İzmir’e, Antalya’ya, Mersin’e, Türk kardeşlerinin yanına gitti.

        Gidecek yeri olmayan da canını dişine takarak memleketinde kaldı.

        Memleketinde kalana PKK, memleketinden kaçana devlet zulüm etti.

        Bu durum AK Parti iktidara gelinceye kadar sürdü...

        AK Parti devletin paradigmasını değiştirdi.

        Kürt’e Kürt dedi, varlığını kabul etti, bir yığın demokratik hakkını iade etti, ihmal edilmiş bölgelere hizmet götürdü, havaalanı, yol, okul yaptı, şefkat, saygı gösterdi.

        Üstüne üstlük meseleyi barışçı yollarla hal etmek için bir “çözüm süreci” denemesi bile yaptı.

        *

        Köyünden, mezrasından, kazasından, hatta şehrinden Türkiye’nin Batı illerine mecburi sebeplerle göç eden Kürtlerin büyük bir kısmı bu şehirlerde küçük küçük mahalleler oluşturdu.

        Kültürleriyle bağları koptu.

        Dilleriyle ilişkisi kesildi.

        Yoksulluk içinde memleketini ve kimliğini özledi.

        Çocuklarına, çoğu dağdakilerin kod isim olarak kullandığı isimleri koydu ama aynı çocuklara kendi ana dillerini öğretemedi.

        Memleketine dönüşün de yolları kapanınca, ister istemez milliyetçilik denilen illetinin pençesine düştü.

        *

        Milliyetçilik şehir ideolojisidir. Köylüden milliyetçi olmaz.

        Büyük şehirlerde, her geçen gün kendi kültürüyle ilişkisi gittikçe zayıflayan, yoksulluğu katmerleşen, mağdur olmuş büyük bir kitle milliyetçilik bayrağını ne kadar yükseltirse o kadar ayakta kalacağını sandı.

        Çocuklarıyla Kürtçe konuşmayan, geleneksel hayatını büyük şehirlerde yaşatmakta güçlük çeken, sadece ama sadece birtakım sloganlarla, birtakım kahramanlık menkıbeleriyle varlığını idame ettiren, o sırada o mahalle veya semtte, misal kendisinden farklı bir Karadenizli nasıl hizmet alıyorsa o şekilde hizmet alan bir Kürt, o şehirdeki o belediye başkanının orayı nasıl yöneteceğine bakmaz, tam terine kendisi gibi benzer koşullarda yaşayan, aynı slogandan gıdasını alan başka bir semtteki Kürtün siyasal tavrına bakar.

        Milliyetçilik onu buna zorluyor çünkü.

        *

        Kendi toprağında kalan Kürt'ün durumuna gelince...

        Onlar böyle hareket etmiyor.

        Orada durum farklı.

        Buralarda yaşayan Kürtler, barış sürecine hendeklerle ihanet eden oy verdiği partinin kendisine herhangi bir iyi hayat önerisi sunmadığını görünce, bu durumu sorgulamaya başladı.

        Başka bir hayatın mümkün olabileceğini hissetti.

        Örgütün baskısı azaldı, hatta bitti. Biten baskının yerine devlet güzel bir hareket yaparak kendi baskısını ikame etmedi.

        İnsanlar rahat bir nefes aldı.

        Atanan kayyumlar iyi çalıştı.

        Bir iki sene içinde yıkılmış, yaşanmaz hale gelmiş, suyu akmayan, yolu asfaltlanmamış şehir ve ilçeleri imar etti.

        İki dilli belediyeciliğe dokunmadı.

        Kürtçeye eziyet etmedi.

        Atanan valiler halkla iyi diyalog kurdu.

        İnsanlar yavaş yavaş örgütten uzaklaşarak “daha iyi bir hayata” meyletmeye başladı.

        Çocuklar dağa gitmez oldu.

        *

        Özetle Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgeleri’nde AK Parti’nin oylarını arttırarak Şırnak, Ağrı ve Bitlis gibi önemli şehirleri, PKK’nin devlete ilk kurşunu sıktığı Eruh ve Şemdinli, Abdullah Öcalan’ın memleketi Halfeti, köylülere dışkı yedirilen Dargeçit, Roboski vakasının olduğu Uludere ve Çukurca gibi sembolik ilçeleri HDP’den almasının açıklaması budur.

        Kürtlerin yaşadığı yerlerde Kürtler daha “rahat iyi bir hayat, daha yaşanılır bir şehir” sloganıyla hareket ederken, Türkiye’nin büyük şehirlerine zorunlu veya gönüllü göç etmiş; Aysel Tuğluk’un deyimiyle daha çok “seküler güçlerin” etkisi altında kalmış Kürtler ise milliyetçilik saikiyle hareket etti.

        Yoksa Kürtlerin kimseye bir ders falan verdiği yok!

        Diğer Yazılar