Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Yemek yapmak en çok yazı yazmaya benzer veya yazı yazmak en çok yemek yapmaya benzer. Yazıda olduğu gibi içinde her şey vardır yemeğin; yemekte olduğu gibi içinde her şey vardır yazının.

        Yazıda da yemekte de açlığı bastırmak, nefsi tımar etmek, başkasına bir şey sunmak, haz yaşamak, coşkuya kapılmak, sevinç duymak, keyif almak, heyecana gark olmak, keşif duygusunu yaşamak, hayret etmek ve aklınıza gelen bir yığın şey vardır.

        *

        Yemekten başlayalım.

        Yemek mutluluktur.

        En sevinçli anlarını yemekle taçlandırır insan. Evlenme teklifleri genellikle yemekte yapılır. Sevdiğimiz, hoşlandığımız kişiyi yemeğe davet eder, doğum günü gibi müstesna anlarımızı yemekle kutlarız. Yemek her eylemin başıdır. Kıymet verdiğimiz kişileri evlerimize yemeğe davet ederiz. En güzel sohbetler yemek masasında yapılır. Yemek mevzu açar, yemek küskünleri barıştırır, aşiret çatışmaları düzenlenen bir yemekle sonlandırılır, barışa vesiledir yemek, hayır dua yemekte yapılır, devletlerarası ilişkilerde yemek pek mühimdir.

        Yemek neşedir. Yemek hatıradır. Yediğiniz her şey sizi çocukluğunuzun bir anına götürür. Yemek hafızadır, geçmişi canlandırır. Umuttur bazen yemek, beklenti yaratır. Arkadaştır, yalnız yenilen bir yemek kadar hüzün verici az şey vardır. Muhabbettir yemek, sohbettir, ailedir, sofraya konulan her tabak muhabbeti zenginleştiren yeni bir kelamdır. Geçmiştir yemek, bazen gelecektir. Gelenektir, unutulmuş birçok şeyi yeniden hatırlatır. Coğrafyadır yemek, kaderdir. Bilgeliktir çoğu zaman, birçok şeyi muhafaza altına almaktır. Neşedir, hep birlikte, hep beraber söylenen bir şarkıdır, bir türküye hep birlikte katılmaktır. Yemek kenetlenmektir.

        Kimliktir yemek.

        *

        Yemek bir seremonidir. Özen ister, şık bir sofra hazırlamak, yemek yenecek tabakların kalitesi ve renkleri, kullanılan çatal bıçaklar, masa düzeni, masa örtüleri, şamdanlar, mumlar, kristal bardaklar, kadehler, gümüşler, porselenler her şey daha şık, daha zarif bir törenin aksesuarlarıdır.

        Masaya gelen yiyecekler de öyle.

        Onları pişiren, o töreni hazırlayanlardan daha büyük bir sınavdan geçmiştir. Asıl aktör odur. Bütün o şatafat, bütün o özen, bütün o törensel faaliyet sofraya gelen şeyle ölçülür. Eğer sofraya gelen taamın lezzeti o güzelliği tamamlamışsa, o tören daha da büyür, bir festivale dönüşür.

        *

        Yemek yapmakla yazı yazmak birbirine çok yakın iki iştir. Yazı da haz verir, yemek de… Yazı da çileli iştir, yemek yapmak da… Yazı da yalnız yazılır yemek de… (İki aşçının yemeği yavan olur.) Yazı da aşk ister, yemek de… Yazı da mutluluk yaşatır yazara, yemek de aşçıya… Yazı da özen ister, yemek de… Yazı da büyüdür, yemek de… Yazı da sevgi, özen ister yemek de… Yazı da birçok derde devadır, yemek de… Yazı da umut verir yemek de… Yazı da risk almaktır, yemek de…Yazı da hafızadır yemek de… Yazı da arkadaştır yemek de… Yazı da ailedir, yemek de… Yazı da muhabbettir, yemek de… Yazı da gelenektir, yemek de… Yazı da bilgeliktir, yemek de… Yazı da coğrafyadır, yemek de…

        Yazıyı tek kişi yazar, birçok kişi okur. Yemeği tek kişi yapar birçok kişi yer.

        *

        Yemek yapmak yaratıcılıktır, yazı yazmak da...

        1900’lerin başında lastikçi Michelin Kardeşlerin aklına, kimsenin aklına gelmeyen bir fikir gelir. Ulaşabildikleri bütün yol üstü durakların rehberini yapmaktır bu fikir. Önce yolcular, sonra da şoförler için… Duraklar ne kadar uzaksa, onlar o kadar karlıdır. Zira tepilen her yol aşınan bir lastik demektir; aşınan her lastik yerine yenisinin alınmasıdır.

        Zamanla oluşturulan gizli bir jüri, bu mekanlara yıldızlar vermeye başlar. Bu yıldızların adı “Michelin Yıldızı”dır bugün, dünyada bu yıldızlara sahip sınırlı sayıda lokanta vardır, galiba sayıları 50’dir.

        Michelin yıldızı yemek ustalarının hayatına girdiği günden beri yemek yapmak, yazı yazmaya daha da yaklaştı.

        *

        Bir yazar için Nobel ne ise, bir şef için de Michelin odur.

        Bu yüzden artık günümüzde bu alanda yaratıcılığın sınırları neredeyse yazdaki yaratıcılığın sınırlarına dayanmış durumda.

        Aslında hepimiz, bütün evrende üç aşağı beş yukarı aynı şeyleri yiyoruz. Tıpkı dünyanın bütün yazarlarının Tevrat’tan beri aynı hikayeleri anlatmaları gibi. Goethe üç yüz sene evvel “dünya edebiyatı” dediği günden beri, ülkelerin ulusal edebiyatlarının o kadar önemi kalmadı artık. Kuşkusuz her yazar kendi ülkesinde “milli şuurun” oluşmasında önemli bir görev yerine getiriyor hala ama nihayetinde zamana direnebilmek için İzlanda’daki balıkçıya da bir şeyler ifade eden eserler vermek zorundadır, aksi taktirde zamana kafa tutmak imkansızdır.

        Günümüzde her ülkenin yazarlarının anlattığı her hikaye, “dünya edebiyatı” denilen “büyük hikayenin” değişik bir versiyonudur. Gök kubbe altında anlatılmadık hiçbir hikaye yoktur artık. Yazılan yeni hikayeler, eskinin “farklı” anlatımıdır.

        Şeflerin hali de öyle. Hepimizin yediklerinden, o zamana kadar yemediğimiz bir yemek yapmak, o zamana kadar tatmadığımız bir tat almak, iyi şeflerin aradığı şeydir.

        *

        Misal bundan beş sene evvel İsveç’te, Magnus Nilsson adında bir şef bu alanda her beşerin cesaret edemeyeceği bir işe kalkıştı. Bir iddiası vardı; yerleşim yerlerinden uzak, ülkenin kuzeyinde, ormanın derinliklerinde kaybolmuş, inin cinin halaya durduğu, kışın buzlarla kaplı, yazın yeşil renkten başka hiçbir şeyin olmadığı ıssız bir yerde bir lokanta açtı. İsveç, yetişen yemek malzemesi bakımdan pek zengin bir ülke sayılmaz, doğa kök sebzelerin dışında başka şeylerin yetişmesine izin vermiyor. Ama bir imkansızı başarmayı kafasına koymuş olan Nilsson kısa sürede başardı, lokantasının yanındaki göl donduğu için müşterilerini taşıyan küçük uçaklar bu gölün üzerine indi, bir süre sonra bu ıssızlıkta açtığı lokantası Michelin yıldızları aldı. Emeline ulaştıktan sonra en karlı zamanında lokantayı kapattı, şimdi ülkenin en güneyinde elma yetiştiriyor.

        *

        Siz bakmayın yemek yazarı Vedat Milor’un sorduğu, Michelin yıldızı alacak lokantalar niye bizde yok? sorusuna verdiği “talep”, “yemeğe bakış açımız”, “hazır olma durumumuz” falan gibi cevaplara…

        Olabilir. Bütün bunların etkisi olabilir ama bana göre bunun asıl cevabı “Bizde Nobel alan yazar ve bilim insanın sayısı neden ikidir?” sorusuna verilecek cevapla bağlantılıdır. Ne zaman Nobel alan yazar ve bilim insanı sayımız artarsa, Michelin alacak lokantamız da olur. İsveç’in kuzeyinde, karlarla kaplı ormanın derinliklerinde lokanta açan adama ne kadar talep vardı ki? İyi lokantanın müşterileri her yere gider… İsveç’in karanlık ormanlarına gidenler Anadolu’nun apaydınlık iklimine neden gelmesin ki?

        Bu iş tamamen yaratıcılıkla ilgili bir iştir.

        Amerika’da Nobel alan yazar ve alimlerin sayısı 375, İngiltere’de 129, Almanya’da 108, Fransa’da 69, Türkiye’de 2’dir; onlardan birisi de Amerika’da yaşıyor, orada yetişti.

        *

        Tanıdığım birçok iyi yazar, iyi yemek yapardı. Yemek yaparken yazıyı düşünmek, yemek ocakta pişerken yazının başına oturmak; elini yemek malzemesinden çıkarıp benzer malzemenin içine beynini sokmaktır.

        Yazı yazmak bir hüner, yazar ise bir hünermendandır. Yemek yapmak bir sanat, aşçı ise bir sanatkardır.

        Aynı temayı verin, on yazar size on değişik hikaye yazsın. Aynı malzemeyi verin, on aşçı size on değişik yemek yapsın.

        Yazı yazmak da yemek yapmak da ilk başta başkasını taklitle başlar, zamanla gelir ustalık. Yazar veya şef kendi üslubunu bulduğunda isteyen istediği kadar onu taklit etmeye kalkışsın…

        Diğer Yazılar