Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Seçimlere doğru giderken, neden bazı konuları gündem dışında tuttuğumuzu sorarak başlamıştık önceki yazıya.

        Yakın gelecek ve Kürtlere dair bazı tartışmaların kapısını aralamıştık.

        Bu tartışmayı başka bir çerçeveyle ele alalım bu kez.

        Temel hareket noktamız da şu olsun. “Bir şeyi nerede kaybettiyseniz yine orada ararsınız.”

        Türkiye, kendisine gerek topraklarında, gerekse siyasi sınırlarının hemen ötesinde tehdit olarak yöneltilen bir sorunla yıllardır mücadele ediyor.

        Büyük kayıplara uğradı.

        Üstelik işin terör boyutu, en stratejik dönemlerde ayağımıza pranga oldu.

        O nedenle her zaman ve soğukkanlı yaklaşımlarla konuşulmayı hak ediyor.

        Türkiye terörle kararlı mücadelesi ve siyasi istikrarının üst düzeyde olduğu dönemde sorunun çözümü için önemli adımlar attı.

        Çözüm ya da açılım diye ifade edilen süreç bunlar arasında önemli bir yere sahipti.

        Bu süreçle ilgili de bazı yazılar planlıyorum. Ama bugün hatırlatacaklarım o döneme dair küresel ve bölgesel bazı gelişmeler.

        Afganistan ve Irak işgallerinin ardından ABD’nin, özellikle pek çok alanda “vekalet savaşları” yürüttüğü ifade edildi.

        Önemli ölçüde doğruydu ama bazı alanları doğrudan kendi elinde tutmayı tercih ettiği de başka bir gerçek.

        Irak’ın işgaliyle, Irak’tan Suriye’ye kadar geniş bir alanda etkinlik kazanan DAEŞ’le ilgili gerçek anlamda tarih yazıcılar ne söyleyecek bilmiyoruz.

        Ancak bir gerçek var. DAEŞ’i büyüten atmosfer, özellikle Suriye Kürtlerinin birleşme sürecini ve bölge dışı güçlerin gelmesini yine Kürtler lehine hızlandırdı.

        Rusya ve İran’ın Suriye’deki varlığı da bu ülkedeki Kürtlerin aleyhine olmadı.

        ÇÖZÜM SÜRECİNİN BALTALANMASI

        Türkiye’nin ayaklarına vurulan prangayı kıracak ve aynı zamanda sadece topraklarında değil, doğal sınırlarında yaşayan Kürtlerle kader birliğini sağlayacak olan Çözüm Süreci, çok sayıda aktör eliyle baltalandı.

        O tarihe kadar AK Parti iktidarlarına destek gibi görünen bir başka örgüt (FETÖ), diğer yandan hendeklerle birlikte PKK ve uzantısı olan yapılar başta olmak üzere pek çok güç süreci zehirledi.

        Türkiye önemli bir zemini daha yolun başında kaybetti.

        Söz konusu süreci, “terör örgütüyle masaya oturmak” gibi başlıklar üzerinden ele alanların niyetleri farklı olsa da meselenin farkında olmadıklarını söylemekle yetinelim şimdilik.

        O dönem bazı önemli sorunlar yaşadı Türkiye.

        Suriye politikasında hem hatalar yaptı hem de öncesinde birlikte hareket ettiği müttefikleri tarafından yalnız bırakıldı.

        Mısır’da desteklediği Muhammed Mursi ve İhvan iktidarı, ABD-Suudi Arabistan işbirliği ile devrildi. Amerikan yönetimi İhvan iktidarıyla ilgili faturayı da Ankara’ya kesti.

        Aynı dönem HAMAS yeniden İran’la yakınlaştı.

        Ancak asıl gelişme Suriye’nin kuzeyinde farklı isimler ve etiketler altında PKK’nın uzantısı yapıların ABD tarafından açıkça desteklenmesi oldu. Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyindeki Kürtlerle kurduğu ilişkilerin, Çözüm Süreci’yle eşzamanlı olarak çıkmaza girmesini de hatırlamakta yarar var.

        Mesut Barzani ve KDP eliyle Suriye Kürtlerini etkisizleştirme hamlesinin başarısızlığını da ekleyelim bu tabloya.

        Bütün bunları aktarmamın tek nedeni, yukarıda yazdığım “Nerede kaybettiysen orada ara” ilkesini hatırlatmak için elbette.

        ABD, RUSYA VE SURİYE KÜRTLERİ

        Bu satırlar yazılırken Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyindeki terör yapısına dair yeni bir istihbari operasyonu ve başarısının anonsu vardı ekranlarda.

        Zaten askeri ve istihbari anlamda Türkiye’nin yapması gerekenin çok ötesine geçtiğini dost düşman herkes kabul ediyor.

        Tüm mesele, geleceği inşa etmek için bu başarıların devamını getirecek hamlelerin yapılması.

        Soğuk Savaş sonrasında özellikle yakın coğrafyamızda ortaya çıkan “devletimsi” yapıların, pek çok bölgede bu yöndeki heves ve arayışları tırmandırdığı malum.

        “Bağımsız devlet” ve ayrılıkçı tezler konusunda daha eski olsalar da Kürtlerin de bu atmosferden etkilendiği de ortada.

        Terörden büyük acılar çeken bir ülkede, böyle bir meselenin konuşulmasının zorlukları hep vardı. Bugün de var.

        Ancak bu durum, sınırın hemen ötesinde “NATO müttefikimiz” ABD’nin, Kürtleri sadece silah ve mühimmat açısından değil, siyasi ve askeri bir model üzerinden de desteklediği gerçeğini değiştirmiyor.

        Bu yapılanma mevcut haliyle Türkiye’nin aleyhine çok açık. Ancak ABD’nin bu bölgeyi, bir devletimsi yapı olarak değil, hep bu umutla bekleyen bir kıvamda tutmak istediğini düşünüyorum.

        Rusların sınırımızın ötesindeki bu tehditle ilgili yanımızda olduğunu düşünenlere gelince.

        Rusya’nın Suriye Kürtleri konusunda bize yakın olduğu apaçık bir palavra. Aksine Şam yönetimiyle birlikte bölge Kürtleriyle ayrı bir gelecek planları var.

        Şu halde sorumuz gayet net.

        Bu tablonun ortasında Türkiye kendi güvenliğini ve istikrarını sağlamak için bugünkü adımlarını zenginleştirecek neler yapabilir?

        Kürtlerle kader birliği yapmak dışında kalıcı bir çözüm olmadığını ve bunun, kendilerinin Türkiye’ye karşı bir tehdide dönüştürülmesine gönüllü olanlara rağmen yapılması gerektiğini yazarak tamamlayayım.

        Bu zorlu süreci konuşmaya her fırsatta devam edeceğim.

        Diğer Yazılar