Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Türkiye’nin Suriye politikasındaki yeni süreci konuşmaya devam edelim. Bir önceki yazıdan farklı olarak bu değişim sürecinde katkısı olan kimi isimlerden aldığım analiz ve perde arkası notları da iki tırnak arasında sizlere aktaracağım. (Rahmetli Nur Vergin hoca, “Tırnak içinde değil, iki tırnak arasında” diye uyarırdı bizi sıkça.)

        2019 itibariyle belirginleşen “süreci yumuşatma hamlesi” bölgesel ve küresel ölçekte pek çok dinamikle birlikte ele alınmalı.

        Güçleri farklı olsa da iki küresel aktörle, yani ABD ve Rusya’yla ilişkilerimizde yaşanan değişim, bugün gelinen noktada çok belirleyici.

        “NATO birlikteliğine rağmen ABD’nin Suriye’de terör yapılarına verdiği destek, Türkiye’yle ilişkilerini gergin ve kırılgan olmaktan öteye taşıdı.”

        Eş zamanlı olarak 2016’da başlayıp 2019 itibariyle yoğunlaşan, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Putin’in görüşme trafiğinde belirgin hale gelen Türkiye-Rusya ilişkilerindeki olumlu süreç, pek çok dengeyi değiştirmeye başladı.

        Kuşkusuz Ankara ve Moskova’nın karşılıklı ilişkilerden beklentileri ve çıkar arayışları mutlak anlamda “ortak bir gelecek tasavvuru” değil. Şöyle not edebiliriz: ”Kriz alanlarının mecbur kıldığı bir işbirliği. Ancak bu mecburiyet özellikle Ukrayna sonrası dönemde Rusya için çok daha büyük bir anlam kazandı.”

        KRİZİ FIRSATA ÇEVİREN TÜRKİYE

        2022 Şubat’ına hızlı bir geçiş yaparsak, “Rusya-Ukrayna savaşında ortaya çıkan büyük kriz alanlarını, Türkiye lehine fırsat ve kazanca çeviren Cumhurbaşkanı Erdoğan oldu” ve hali hazırda da öyle devam ediyor.

        Ukrayna sonrasında Rusya’nın Suriye’ye eski ilgisini devam ettirebilmesi, hele savaşın seyri aleyhine döndükçe daha da zorlaştı. Bu durum “Türkiye ve Rusya’ya Suriye’nin kuzeyinde belli düzeyde ortak hareket etme imkanı sağladı” ve Şam’la temasın koridorlarını açan bir dinamik haline geldi.

        Peki bunlar aynı zamanda Suriye Kürtleri konusunda iki ülkenin ortak bir politika inşa ettiği anlamına geliyor mu?

        Buna evet demek kolay değil.

        Çünkü Ankara açısından bölgedeki tehdit, öncelikle kalıcı bir askeri başarıyla giderilmesi gereken bir özelliğe sahip. Terörün doğrudan hedefi kendisi çünkü.

        Oysa Rusya açısından şartlar farklı.”Suriye Kürtlerinin ABD hegemonyasından çıkmasını istiyor. Ancak Türkiye’nin kalıcı bir nüfuz sahibi olmasını değil, Kürtlerle Şam arasında kendi oluşturacağı yeni bir bağı önceliyor.”

        Rusya’nın Türkiye’nin kapsamlı askeri hamlelerine yönelik mesafeli tavrı bu politik tutumun sonucu.

        ŞAM’IN KENDİNE HAYRI VAR MI?

        Moskova’da Türkiye ve Suriye savunma bakanları ve istihbarat başkanlarının bir araya gelmesinde elbette Rusya’nın rolü çok önemli. Ancak bunu anlarken bu ülkenin şartlarını gözden kaçırmayalım.

        Rusya, Ukrayna’da istediğini alamadı. Kafkaslar’da işlerin kendi aleyhine şekillendiğinden endişeli. İran ve Azerbaycan gerilimi buna dair önemli bir örnek. Orta-Asya tarafında da rahatsız edici bir değişimin ayak seslerini duyuyor.

        Diğer yandan ülkemizde de alıcısı olan tuhaf bir hikaye var. Ona değişmeden geçmek eksiklik olur.

        Buna göre Şam kazanıyor, Türkiye diz çöküyor. Hatta Esad’ın kapısında bekliyor!

        Suriye’de kimsenin kazanamayacağı bir noktada olduğumuzu önceki yazıda aktarmıştım.

        Esad rejiminin bu savaşı sürdürecek ne siyasi enerjisi, ne de ekonomik gücü var. Ülkenin bütününü kontrol etmesi de sözkonusu bile değil.

        Şöyle mi olacak sanıyor bu tuhaf hikayenin müşterileri.

        Şam yönetimi Rusya ve İran’a devrettiği nüfuz alanlarını “kiralık mülk misali geri alacak” ve eski günlerine dönecek. Bu artık imkansız.

        Ekonomik sorun demişken bir perde arkası not aktaralım:

        “Türkiye ve Suriye arasındaki yeni sürecin, Şam açısından kritik bir boyutu da hareketlenen Körfez sermayesinden, özellikle Katar’dan ekonomik destek alabileceği kanalların açılması. Esad’ın bunu gözardı etmesi mümkün değil.”

        Şam yönetimini göklere çıkaranlara, bu ülkedeki Rus ve İran nüfuzuna sessiz kalıp Türkiye’yi hedef tahtasına oturtanlara söylenecek çok söz var ama, bu yazının akışı ve hedefi buna uygun değil.

        Yeni yıla girmeye hazırlandığınız bir cumartesi gününde sizi daha fazla yormayayım.

        Tüm bu tartışmanın asıl önemli yanına yerim kalmadı. Suriye ve Irak Kürtlerinin geleceği bu denklemde nasıl görünüyor? Bu durum Türkiye’yi nasıl etkileyecek? Bu soruları pazartesi ele alalım, bağımsız bir başlıkla.

        Jorge Luis Borges’in “Geçmiş bugünün içindedir, aynı zamanda gelecek de öyle.” sözüyle tamamlıyorum 2022’nin son yazısını.

        Hepinize güzel bir yıl diliyorum.

        Diğer Yazılar