Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        AK Parti’nin değişim hikayesi, içinde bulunduğu Milli Görüş hareketindeki ayrışma itibarıyla başlıyor. Partinin kuruluşuyla ve ardından 20 yılı aşan iktidar dönemleriyle devam ediyor. Bu süreçte Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın katkısı ve gücü de tartışılmaz elbette.

        2002 yılından sonra hemen her seçim öncesi, AK Parti’nin siyasi merkezdeki varlığının geçici olduğunu ve seçimi kaybedip hızla eriyeceğini savunanlar oldu. Ekonomiden iç siyasete, laiklik tartışmaları başta olmak üzere partinin “müesses nizam”la olan çatışmalarına ve dış politikaya kadar pek çok gerekçe/dinamik üzerinden bu tezler ortaya konuldu.

        Ana damarından kopan siyasi partilerin başarılı olamayacağı yönündeki tezlerin yanı sıra, DSP’nin 1999’daki yükselişi ve 2002’de adeta kar gibi erimesi üzerinden yapılan değerlendirmeler de hep aynı noktaya vurgu yapıyordu.

        AK PARTİ’NİN SİYASİ MERKEZDEKİ YERİ

        Bu tahminler tutmadı.

        Erdoğan ve partisi siyasi merkezde kuvvetli bir yer edindi. Deyim yerindeyse onu "merkez arazisinde gecekondu” gibi görmek isteyenleri her seçimde yanılttı. Siyasi krizler, uluslararası çatışmalar, özellikle ABD'yle ilişkilerdeki ciddi gerilimlere rağmen iktidarını sürdürdü.

        Ancak bu durumu tespit ederken, liderin ve partinin hep aynı siyasi kodlarla yoluna devam ettiğini söylemek mümkün değil. Aksine Erdoğan’ın liderliğindeki AK Parti, kritik zamanlarda beklenmedik hamlelerle süreci yönetirken; bir anlamda kendisini yeniden tanımladı. Başka bir ifadeyle değişti ve dönüştü.

        Bugün, hem 2019 yerel seçimlerindeki Ankara ve İstanbul sonuçlarından, hem de yaşanan ekonomik sorunlardan hareketle Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AK Parti’nin kaybedeceğini düşünenler hayli fazla görünüyor. Ne kadarı gerçek, ne kadarı algı; bunu en kesin cevabıyla sandıkta göreceğiz.

        Ancak seçim yaklaştıkça gördüklerimiz de var.

        Muhalefetin aday belirleme konusundaki sancılı süreci, çok parçalı bir görüntü vermesi gibi güncel tartışmaların biraz dışına çıkmak istiyorum.

        TOPLUMUN DEĞİŞİM İRADESİ

        Türkiye, sıkça ve beklenmedik değişimler yaşıyorsa, toplumun bu yöndeki kuvvetli iradesinin katkısı çok fazla. Bu durum, değişim arayışlarını doğru okuyan ve bu yönde umut verebilen siyasetin şansını fazlasıyla artırıyor.

        Fakat söz konusu tabloyu, macera arayışı ya da ne pahasına olursa olsun iktidarı değiştirme arzusu olarak görmek ağır bir yanılgı olabilir. Türkiye, son 20 yılda muazzam mesafeler katetti. Buna dair uzun bir tartışma yürütmek istemiyorum. Muhalefetin ekonomiyi eleştirirken, yakın geçmişteki AK Parti iktidarlarını olumlu referans göstermesi bile yeterli.

        Geniş kesimlerin dünyaya bakışı, beklentileri, hayat standartları ve gelecek tasavvuru geçmişten çok farklı. İnsanlar, daha güçlü bir Türkiye, daha yüksek bir refah düzeyi istiyor. Ancak bu beklentilerini kimin gerçekleştireceği konusunda çok dikkatli, titiz ve sanıldığından çok daha rasyonel hareket ediyorlar.

        Sıkça ve bana sorarsanız son derece yüzeysel biçimde dile getirilen ve çoğunlukla gençler üzerine kurgulanan tanımlar, onların hayattan kopuk oldukları ve rasyonel tercihler yapamayacakları anlamına gelmiyor. Z kuşağı tartışmalarındaki toptancı yaklaşım, ilk kez oy kullanacak seçmenler üzerinden yapılan analizler, gerçeğin sadece bir boyutunu yansıtıyor.

        BENİ KİM TEMSİL EDECEK?

        “Beni kim temsil edecek” sorusuna cevap olması gerekirken, “iktidar gidecek, dertler bitecek” çıtasının üzerine çıkamayan muhalefetin, önümüzdeki kısa zaman diliminde bunu aşıp aşamayacağını bilmiyoruz.

        Ancak şunu da bilmiyoruz.

        Değişimle ilgili zamanında hamleler yapan ve cesaretle yeni yol haritaları belirleyen Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AK Parti’nin, bu defa aynı cesareti ve kararlılığı gösterip göstermeyeceği de önemli bir soru.

        Seçim yaklaştıkça şu gerçeklerle daha fazla yüzleşmek zorunda kalacak siyaset.

        Şu ya da bu gerekçeyle dokunmaktan çekindiğiniz alanlarda hamle yapmadığınız sürece, seçmenle yeni bir iletişim ve yakınlık kurma şansınız olmayacak.

        Türkiye’deki mevcut siyasi ittifakların ve bunlar içinde yer alan partilerin yerini sabit ve değişmez görmek, bir gazeteci ya da entelektüeli sadece yanıltmış olur.

        Siyasetçiye ise kaybettirebilir.

        Aradaki fark yeterince açık sanırım.

        Diğer Yazılar