Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        "Ataçlı kızlar gibi" sözüyle etiketlediğim insanlar vardır; etliye sütlüye karışmaz, sınırlarını çizer onları aşmazlar. Hayatta açtıkları sayfaların ucu kıvrılmasın, o sayfalara silemeyecekleri yanlış satırlar yazılmasın diye uğraşır dururlar. Bu yüzden de her daim temkinli, çalışkan ve zeki olsalar da "gri"dirler.

        Türk rock müzik sanatçı ve gruplarıyla yaptığı "12 Düet" adlı albümünü dinledikçe emin oluyorum ki Nilüfer de o ataçlı kızlardan.

        Yaş aldıkça güzelleşse de, gitar, deri elbise ve leopar ayakkabılarıyla fönlü saçlarını uçura uçura "rocker" pozlar verse de Nilüfer asla ve asla o ruha sahip işler çıkaramamış; üstüne üstlük rock yapanları da kendi güvenli sularına çekmiş.

        Tabii amaç rock yapmak mıydı? Onu da bilemem ama değilse de iyi isimleri bir araya getirip yeniden söylemelere ne gerek vardı?

        Pek çok şarkı hoşa gidiyor; Cingi gibi isimlere artı puanlar veriliyor ama albümden hiçbir şarkı insanda "yeniden yeniden yeniden" dinleme hissi uyandırmıyor; beğenilse de "geçip gidiyor".

        Kimi zaman American Idol'u izliyorum da Simon Cowell çok iyi şarkı söyleyen pek çok kişiyi "sırf cesur ve yenilikçi olmadığı, emniyet kemerini sıkı sıkı bağladığı" için eliyor!

        "Güneş" adındaki bir arkadaşım için yapılan yorumu çok beğenmiştim; "Adı gibidir, nasıl anlarsanız" yazmıştı biri... Nilüfer'in "12 Düef'ini dinledikçe de bunun gibi bir yorum yapıp geçesim geliyor: "Nilüfer'in albümü kayıp gidiyor... "

        Nasıl anlarsanız artık!

        Aşk gereksiz öğeleri sevmez!

        Artık eminim yavaş yavaş şehir ya da semt filmleri yapmak gerekiyor; çünkü "tutuyor". "Aşk Tesadüfleri Sever" de bunun en iyi örneklerinden biri oldu. Zamanında Tunalı'da gezmiş, Karum'da takılmış, Botanik'te dolaşmış, Kuğulu Park'ı unutamamış, Manhattan'da eğlenmiş pek çok Ankaralı arkadaşım ittirdi beni "Filme git" diye...

        Ankaralı muhabirlerimizden Nevra Gömdeniz de "Ankara'da aşk yaşamak" konulu bir dosya yaptı HT Pazar için; ünlü Ankaralı ve Ankaracılar kentin romantizmini anlattı. Özellikle "Bir Ankara Polisiyesi Behzat Ç"nin yazarı Emrah Serbes'in satırları beni hayli etkiledi: "Ben Ankaralı değilim, Ankaracıyım. Kent, şehir olarak bir şey vaat etmez, 'Önce kendine bak, kendini sorgula, adam ol' der. İki insanın birbirine çok sıkı sarılması, çok derin bağlarla bağlanması lazım orada. Ankara'da âşık olmak şehre karşı açılmış 2 kişilik bir savaştır. Anıtkabir'e bakarak öpüşmek cesaret ister. Ankara'da bütün aşklar, ilk aşkın tedirginliğini ve sahiciliğini taşır."

        BENİM İÇİN FAZLA ARABESK!

        Bir pazar akşamı, salonu kapatmış gibi yalnız izledim filmi G-Mall'da; salonda yalnızdım ya, filme cuk oturmuş şarkılara bağıra çağıra eşlik ettim, koltuklarda yayıldım, sık sık yer değiştirdim, çevreye mısır attım falan... Belçim Bilgin'in oyunculuğunu beğendim, sık sık da içimden "Bu kız ne güzelmiş yahu" diye geçirdim.

        Ancak keşke film Serbes'in satırları kadar tatmin edici olsaydı; bir sonraki adım hep bu kadar tahmin edilir, arabesk öğeler bu kadar baskın olmasaydı! Hele son dönem modası "popüler kültür karakterlerinin filmlere ya da her türlü kampanyaya sıkıştırılma çabası" var ya; beni illet ediyor; bundan emin oldum!

        Zamanında Ahmet Ümit'in jinekolog olan bir karakterine "Rahim" ismini koyması misali, Ömer Faruk Sorak'ın da "fotoğrafçı karakterini yazarken ilham aldığını söylediği" Mehmet Turgut'u filmin her yerine serpiştirmesi gibi durumlar artık pek bir "kör göze parmak oluyor".

        Film izleniyor ama anlaşılan kütüğüm doğru söylüyor: Ben bayağı bir İstanbulluyum!

        Diğer Yazılar