Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Selahattin Demirtaş’ın cezaevinde yazdığı ve edebi değerindense iyi niyetli bir çaba olarak değerlendirilebilecek kısacık öykü kitabı “Seher” Fransa’da önemli bir ödüle aday. İlginç bir gelişme, çünkü kitap daha 14 Eylül’de Fransa’da yayımlandı. Ama Prix Médicis listesine girmesi baskıdan önce açıklandı. Seçici kurula kitapların önceden gönderildiği ortada, ama yine de bu acele biraz şaşırtıcı değil mi?

        “Seher”in Fransa’daki yayımcısı Emmanuelle Collas bir süredir ömrünü bu kitabın promosyonuna adadı. Sık sık Fransa basınında kitapla ilgili övgü dolu haberler çıkıyor, imza günü düzenleniyor. Collas aynı zamanda ödül çevrelerinde nasıl başarılı olunacağını da biliyor. Daha önce yayımladığı Hakan Günday’ın “Daha” romanı da aynı ödülü kazanmıştı.

        Demirtaş’tan “Kürt Obama’sı” diye bahsediliyor kitabın Fransa’daki reklamlarında. Prix Médici yeteneği şöhretinin önünde olan yazarları ödüllendirmeyi hedefliyor, böylece yazarların da adları geniş kesimlerce duyulacak sözde. Ama ödül listesine bakıldığında her zaman bu amaca sadık oldukları da söylenemez.

        TERCİHLER HEP KEYFİ

        2002’de ödüllendirilen Philip Roth için “yeteneği şöhretinin önünde” demek biraz abartılı olur mesela, keza Michael Ondaatje’ye 2000 yılında ödül gittiğinde de yazarın çoktan adı duyulmuş, “The English Patient” romanı Oscar ödüllü filme bile uyarlanmıştı. Orhan Pamuk da 2005’te “Kar”la ödül kazanana kadar çoktan dünyada şöhret olmuş, özellikle “Benim Adım Kırmızı”yla fethetmediği edebiyat pazarı kalmamıştı.

        Prix Médici’nin biraz keyfi olduğunu söylemek haksızlık olmaz. Tabii, birçok ödül gibi burada da politik faktörlerin ön planda olduğu tartışılmaz.

        Mesela “Kar” tam da Batı’nın görmek istediği bir Türkiye algısına hizmet etmek için yazılmıştı. Romanın en çarpıcı unsuru olayları olmadan önce haber veren bir gazeteydi. İronik bir şekilde roman da Türkiye’de özellikle 2007’de FETÖ etkisiyle başlayan eksen kaymasının habercisiydi. Askerlerin düşman olarak gösterildiği, laiklerin öcüleştirildiği bir romanı alkışlayan Batı basını kumpas davalarının da en büyük destekçisi oldu.

        Hakan Günday’ın “Daha” romanı da benzer bir şarkiyatçı formüle dayanıyordu. Kitabın daha ilk tanıtım cümlesinden hedefi belli oluyor: “Doğu ile Batı arasındaki fark Türkiye’dir.” Göçmenlere kapısını açmayan, yabancı düşmanlığının ve aşırı sağın yükseldiği Batı’da (özellikle Fransa’da) dokuz yaşında kaçak bir mültecinin hikayesinin anlatıldığı “Daha” sahte vicdani duyarlılık için biçilmiş bir kaftandı. Mülteciler için kılını kıpırdatmayan Fransız entelektüelleri Günday’ın romanıyla kendi vicdanlarını akladı.

        POLİTİK İKLİM ONDAN YANA

        Şimdi de politik tandansı belli ödülü Selahattin Demirtaş’ın amatör öyküleri kazanırsa şaşırtıcı olmaz. Çünkü siyasi iklim bunu talep ediyor. E, Fransa’nın ta Danielle Mitterrand’dan beri süregelen Kürt Hareketi romantizmi de malum. Ancak bu romantizm daha çok bir broş, bir aksesuar solculuğu olarak kaldı. Uzaktan acımak, sevmek, destek çıkar gibi görünmek ve kokteyl partilerde siyasi aktivist kimliklerinden gururlanma fırsatı tanıdı kimi çevrelere.

        Ortada bir oyun oynanıyor sonuçta. Bu oyunun kurallarını bilenler de aradaki çatlaklardan faydalanıveriyor… İşte Ece Temelkuran, işte Elif Şafak…

        Demirtaş hapiste tutulduğu her gün dünyada yıldızı biraz daha parlayacak ama. Zihinlerde oturtulmak istenen baskıcı Türkiye şablonuna katkıda bulunan bir başka örnek bu. Belli ki bu ödülle birlikte Batılı aydınlar Demirtaş’ı bambaşka bir konuma taşımak, Türkiye üzerinde baskı unsuru oluşturmanın bir başka dayanağı olarak kullanmak istiyor.

        Böylesi bir siyasi iklimde kitabın gerçekten bir edebiyat ödülünü hak edip etmediğini tartışmak da anlamsızlaşıyor. Zaten kimsenin içerikle de pek ilgilendiği yok bu aralar.

        Not: Demirtaş’ın “Seher” kitabını daha önce değerlendirmiştim, aşağıdaki link'ten okuyabilirsiniz.

        SELO

        ***

        Cumhuriyet tartışmasına yanıtlar, düzeltmeler

        Cumhuriyet gazetesinde yaşanan kavgayı aktardığım yazıma aktarmamın zorunlu olduğu birkaç açıklama geldi.

        Sekiz kişinin astronomik tazminat rakamlarını imzalayan yönetim kurulu üyeleri arasında adını yazdığım Arif Kızılyalın belgelerin altında kendi imzası olmadığını açıkladı twitter hesabından. “Şahsımın o belgelerde imzası yok, olsa zaten künye ve yönetimdeki pozisyonum etik olarak devam etmezdi” dedi. Yeni yönetimin bana verdiği bilgi bu yöndeydi. Ancak belli bir hata olmuş. Düzeltirim…

        Sekiz kişinin sözleşmesi konusunda Cumhuriyet Vakfı’nın eski başkanı Orhan Erinç’ten de bir açıklama geldi. Ben tazminat talep edenlerin isimlerini özellikle yazmamıştım, Erinç yayınladığı basın bildirisinde şu ifadelere yer verdi:

        “Sekiz arkadaşımızla ikale (bozma) sözleşmesi yapılmıştır. Sözleşme yapılanlar kıdemleriyle birlikte şöyledir: Murat Sabuncu (4 yıl 1 ay), Bülent Özdoğan (18 yıl), Faruk Eren (1,5 yıl), Güray Öz (23 yıl), Musa Kart (25 yıl), Önder Çelik (35 yıl), Bülent Utku (25 yıl) ve Ayşe Yıldırım Başlangıç (25 yıl). Bu arkadaşlarımız dışında başka biriyle sözleşme yapıldığı iddiası kulağınıza fısıldanıyorsa yalandır; sorun göstersinler.”

        Gazeteye yeni gelenlerin fikir ayrılıkları yüzünden ayrılmalarını anlıyorum, ama yıllardır Cumhuriyet’te çalışan ve şimdi tepki gösterdikleri eski ekiple daha evvel birlikte görev yapanların kazan kaldırmalarını ise pek anlamlandıramıyorum. İdeolojik farklılıklar 20 sene sorun olmadı da şimdi mi mesele oldu? Sonuçta yeni gelenler daha önceden tanıdıkları isimler.

        Sekiz kişinin tazminatı 2 milyon TL’ye ulaşıyor. Uzun yıllar gazetede çalışanların tazminatının birikmesi doğal. Ama kısa süre görev yapanların da tazminat rakamlarının şişirildiği kanısı var yeni Cumhuriyet yönetiminde. Erinç keşke bu rakamları da açıklayıp şüphelere son verseydi.

        Bir diğer açıklama da Twitter üzerinden Kadri Gürsel’den geldi… Yeni yönetimin Kadri Gürsel’in çevresine “Liberal baskı altındayım” dediğini duyduklarını aktarmıştım. Muhatabı yeni yönetim ve Gürsel böyle bir söz söylemediğini, hiç kimsenin etkisinde kalmadan kararını verdiğini söylüyor. Şaşırdım, çünkü şimdiki Cumhuriyet’ten kiminle konuştuysam hepsi Kadri Gürsel’in kalmasından yana. Gürsel böyle demediğini söylüyorsa doğrudur; konuyu uzatmak istemiyorum.

        Diğer Yazılar