Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        -PARİS-

        2M, Macron ve Merkel Fransa’nın en Akdenizli, Zidane da dahil en mülteci kokulu, en isyancı, en futbol fanatiği, Milli Marş’a da adını vermiş kenti Marsilya'da buluşurken…

        Dünyanın gözü Akdeniz’in öteki ucundan ötede, biri Akdenizli, biri Kuzeyli, biri Pers üç eski imparatorluk temsilcisinin buluşmasındaydı esas.

        Ruhani, Erdoğan, Putin Zirvesi elbette 2M’in zirvesini gölgede bıraktı…

        Sadece onu değil; “koskoca” Birleşmiş Milletler’in “Suriye kekelemeleri”ni de.

        Çünkü hayatın ve tarihin kanıtladığı şu:

        Rusya ve İran sayesinde yıkılmamış bir rejim var ve topraklarını geri alıyor; 300 binden fazla Suriyeli ölüye yeni ilavelerle.

        Rusya ve İran uzakta değil, Suriye’nin içinde, rejimin komutasında.

        Geriye bir tek Türkiye kalıyor: “Batı’dan uzaklaştığı, Rusya ve İran’a yakınlaştığı” söylense de, “İdlib’de rejimin katliam ihtimaline karşı bu üçlüde tek karşı söz söyleyen” olarak Batı ile aynı kaygıları iletiyor!

        ABD, AB ve mesela Fransa’ya tek düşen ise, “Kimyasal kullanılır, kırmızı çizgi aşılırsa, yine askeri müdahalede bulunuruz!”

        Nitekim Fransa Genelkurmay Başkanı General Lecontre da daha yeni aynı şeyi söyledi ama bir yandan da, önceki yazıda belirttiğim “İstemem, koy cebime” pozisyonunu tescil etti:

        “DEAŞ’ın fiziksel olarak yıl sonundan önce, hatta sonbahar sonu bitmesini bekliyoruz.”

        Kim bitirecek, diye sormasa da kimse, cevap “Suriye rejimi, Rusya, İran ve de Irak” değil mi?

        ESAS KORKU

        Fransa medyası da, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın üçlü Tahran Zirvesi’nde “Putin ile görüş ayrılığı” içinde “İdlib’de ateşkes” konusunda ısrarcı olduğunu vurguladı: “İdlib’in kan gölüne dönüşmemesi için!”

        Böylece, Rusya ve İran ile Suriye rejimi üçlüsüne karşı, “Batı’nın Suriye’de en içeriden çıkabilen sesi” oldu adeta Ankara da! “Rusya ile birlikte iki kilit devletten biri” ama tek NATO, Batı vb. üyesi!

        Elbette Türkiye’nin “katliam, sivillerin ölümü” kadar “yeni bir mülteci akını”nı da istemediği vurgulandı; kimine göre 3 milyon, kimine göre 5 milyona yakın Suriyeli'yi zaten barındıran, bu yükü taşıyan bir ülkeye hak vererek!

        O noktada Batı’nın, AB’nin esas büyük korkusu gündemde zaten:

        “İnsanlık, siviller” tamam, sanki insanları tek katleden, 300 binden fazla ölünün tek sorumlusu sadece kimyasallarmış gibi “kırmızı çizgi” de tamam…

        Lakin “Akdeniz’deki derin kaygı” mülteci meselesi.

        Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki akını emmesi, sırtlanması, AB’ye geçişi önlemesi, Yunan adalarını rahatlatmasından sonra esas “Akdeniz mülteci yolu” olarak Orta ve Batı Akdeniz; bilhassa Libya’dan Malta ve İtalya güzergahı ile Batı Afrika’dan İspanya rotası kalmıştı.

        NEO FAŞİZM

        Mülteci sayısı düştüğü halde, 3 yıl önce özellikle Almanya Başbakanı Merkel’in “sığınmacılara açık kapı” politikasının etkileri ile İtalya’ya ulaşmış çok sayıda mültecinin varlığı Avrupa siyasal haritasında depreme yol açtı.

        Alman aşırı sağı, faşizm, Nazizm heveslileri parlamentoya girdi; İtalya’da faşizan, mülteci düşmanı aşırı sağ ve popülistler iktidar oldu.

        Avusturya’da iktidar ortağı, İsveç’te iktidar alternatifi, Macaristan’da bizatihi otoriter yönetimin kendisi oldu “mülteci, göçmen, yabancı düşmanları.” Ve elbette renklerini, geliş zamanlarını, vatandaş olup olmadıklarını pek ayırmadan!

        Trump ve beyninin, ruhunun içindeki Amerikan aşırı sağının etkileri de bu “neo faşizm”e cesaret ve cüret verdi.

        MARSİLYA

        Macron, Merkel’i Marsilya’ya davetini de bu meseleyle gerekçelendirdi: Sadece kendisi Marsilya takımı taraftarı olduğu için değil; ama Marsilya (hakikaten) çok renkli, çok kültürlü, çok şiddetli tam bir Akdeniz kenti olduğu için de.

        Tercüme edersek Berlin ve Paris’ten öte, esas Afrika ile komşu olduğu için!

        Nitekim Macron özellikle “Akdeniz’i bir korku ve endişe kaynağı değil, bir fırsat haline getirelim” dedi.

        Hedefi, nasıl olacaksa, Mayıs ayındaki Avrupa Parlamentosu seçimlerinde “Avrupa aşırı sağı”nı, Salvini, Orban, Le Pen, AfD gibileri yenilgiye uğratmaktı ve geniş bir “İlericiler Cephesi” peşindeydi; daha Fransa’da bile kendi halk desteği aşırı düşmüşken!

        AB ORDUSU

        2M, mülteci meselesini “yerinde” frenleyebilmek için göç kaynağı devletlerle işbirliği, “Afrika için Marshall Planı”, Türkiye gibi “AB komşuları”yla yakın hareket, “hakiki sığınmacılara açık ama ekonomik göçmenlere kapalı” bir sistem, Avrupa sınır güvenliği “Frontex”in etkin bir polis gücüne dönüştürülmesi gibi maddeleri ele aldı.

        Sadece sınır güvenliği değil; savunma da gündemdeydi.

        Merkel “BM Güvenlik Konseyi’nde daimi bir AB sandalyesi ile bağımsız bir Avrupa Güvenlik Konseyi” dahil, ABD’ye mesafeli, özerk, hatta NATO dışı bir Avrupa güvenliği ve “daha bağımsız Avrupa” üstünde dururken Macron buna soğuktu.

        Buna karşılık Macron’un “Brexit İngiltere’sinin askerleri de dahil, dışarıda da müdahalede bulunabilecek bir AB ordusu”na Merkel, “Orduya evet ama dış müdahaleye hayır” dedi.

        2M, 19 Eylül’de Salzburg’daki AB zirvesinde “milliyetçileri göğüslemek” zorundaydı artık!

        LİMANDA GECE YARISI

        Bir de Marsilya notu:

        Macron, Merkel buluşmasından sonra Marsilya’nın en Akdenizli hali olan “Eski Liman”a gitti gece yarısı. Kimimizin en azından Depardieu–Magimel’li “Marsilya” dizisinden bilebileceği liman.

        Halkın arasına karıştı. Kimi insanlar hesap sordu, kendince tek tek cevapladı. Bilhassa “dayakçı adamı Benalla” üstüne sorulara muhatap oldu.

        “Çıkarlarımı düşünseydim bu işi yapmazdım” dedi, “Bu maddi çıkar için değil, ülken için yapılacak bir iş.”

        Limanda bir sürpriz vardı: Macron’a en ağır eleştirileri, yer yer hakaret düzeyinde dile getiren, “Boyun Eğmeyen Fransa” partisi lideri Marsilya Mebusu Melenchon’la karşılaştı.

        Böylece yeni bir M2 diyalogu oldu.

        Melenchon daha o gün Macron için “En mülteci düşmanı kişi” demişti. Orada geri adım attı, “Marsilyalı alışkanlığıyla biraz abartmışım” dedi.

        Macron da, “Görüşlerimiz ayrı ayrı ama Mösyö Melenchon benim düşmanım değil. O da daha rahat bir hayat yerine siyasi mücadeleyle bir fedakarlık yapıyor” diye Akdeniz’in ılımanlığına karıştı!

        Bilmiyorum, tarihçi Braudel’in muhteşem “Akdeniz” eserini okumuş muydu?

        Ah Akdeniz; Türkiye’nin nasıl da barış, çok kültürlülük yelkenleri açılabileceği bir denizdi!

        Diğer Yazılar