Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Seninle gül gibi yaşarız

        Geçinip gideriz diye düşünüyorum

        Sen benim yaralarımı temizlersin

        Ben oltaları.

        ***

        Al Salih’in bu dizelerini…

        İster öpüp kokla…

        İster sevdiğinin yanağına bir gül gibi kondur…

        İster, belki yol daha yakınken…

        Götür, “Barış”ın kelimesinin bile yanına.

        Kollarını omzuna atsın…

        Ellerini yaralarına uzatsın.

        Gül gibi yaşamalara dokunsun…

        Geçinip gitmeler için bir dua okusun.

        ***

        Salih Ecer’i belki Sezen Aksu’nun “Deliveren”i olarak bilirsiniz:

        Söz ağızdan çıktı bir kere…

        Şeytan da senden yana…

        Melek de.

        Bize sorarsanız, biz hep iyi biliriz.

        Kimimiz yatılı mektep kardeşi, arkadaşı; kimimiz sonradan yoldaşı; kimimiz sesinin, sözünün hevesi, sigarasının nefesi.

        Herkesin hayatına kattığı gülümsemeleri ve yaralara uzanmış elleri ardında yığılmış acısıyla gitti.

        Gittiği yer bile, vefası, hatırası, dostluğu, “gül gibi”si oldu.

        Vasiyet ettiği üzre, daha da önceden veda etmiş, lise arkadaşımız, Sait Faik ödüllü yazar, ressam Mehmet Günsür’ün yanına uzanıverdi; deniz kokusunun berisine.

        Mehmet 50’yi görmemişti; Salih de, 20 yıl kadar önce ölümden çıkıp 50’sinin sonunda bıraktı.

        Yaşlarla pek işleri olmadı yani; gözyaşlarıyla ise, o ayrı.

        ***

        Salih ile Mehmet, sınıflarımız aynı, yaşları bizden azıcık ileri; kalpleri, vicdanları ve akılları da öyle olmalı ki, lisede edebiyatı, şiiri ve ille de kalpten, halktan bir mücadeleyi daha önce öpüp koklamıştı.

        O vakitler, çıkardığımız dergide, mahcup birkaç dizeyi onlarınkiler yanına dizerdim.

        Öyle dizelerle koklaşa koklaşa, neredeyse futbolcu olacak ayaklarımın güzergâhı yerine; kalbimin götürmek istediği yere yürümeye koyuldum.

        Salih’i, Behice Boran’ın yanında hatırlıyorum mesela.

        Tam öyle demeyeyim ama, geniş yüreği “parti disiplini”ne sığmamıştı galiba.

        Hep başımıza gelen şey.

        Boyun eğdirmesini bilmezsen, boyun eğmesini de bilmeyebilirsin.

        Ve ille tersi de doğrudur: Boyun eğmeyi reddettikçe, eğdirmeyi de öğrenemezsin.

        Belki iyi de yaparsın.

        Sonrasını, darbe devrini anmayayım bile.

        ***

        Salih’in şiiri; bir dönem “piyasanın en temiz reklamcılarından birinden” metinler çıkardı.

        Ama şiir bu, reklama piyasaya çok sarılmıyor işte; oradan da kaçtı.

        Az zamanda çok yorgun düşmüş bedeni bir yana; yorgun görünen ama her daim sıkı atan yüreğinin tutunduğu dal hep kızı Maya oldu.

        Şimdi bak, ben bunu da iyi anlarım.

        Hele biraz uzaktaysa kızın, oğlun, evladın…

        Tabii çoktan sonsuza uçuvermiş çocukların peşinde, hep yollarda kalan gözlerin gözlerinden, evladın bir mezarına dahi kurban ellerinden ayrı öperim ama…

        İşte bizimkiler de evlat hasretidir.

        ***

        Düşünüyorum da, Salih’in Biyografisi’ni yaz deseler, ne yazarım

        Hiç düşünmeden, İyi İnsan yazarım. Gerisine herkes gönlünden, hatırasından, hafızasından bir şey yazsın.

        İyi İnsan’a misal ver deseler, oracığa, (Sizden iyi olmasın ama sizden, bizden iyi olabilir) Salih yazarım.

        Bizim mektebi, Galatasaray Lisesi’ndeki bir konferansta, biraz hatırayla, biraz hayalle, biraz kayırarak, biraz özleyerek, biraz öyle olmasını dileyerek, biraz sonradan “puancı, LGS-ÖSS müptelası başarıcı, yarışmacı, dayatmacı” okul hallerine de üzülerek, “İyi okullar vardır da burası esasen, İyi İnsan Okulu’dur” diye tarif etmiştim.

        O tarifin terkibinde, gözümün önünde, belki bir tek o değil ama, başta Salih vardı.

        Çünkü iyilik; merhametin, acımanın, yardımın da ötesinde bir şey.

        Onları bir başkasının varlığı belirler ya da belirlemez.

        Onlarda mecburen eşitsiz ilişki, mecburen yüksekte biri bulunur.

        İyilik ise senin ruhundur; ne olduğun, nerede olduğun ve karşında kim olduğu fark etmez.

        İyilik, adı üstünde iyiliktir.

        Ve nice büyük şeyler atfettiğimiz nice inancın, felsefenin, ideolojinin, mücadelenin özünde, sözünde de var olan, ama iktidara bürününce gözünden, sözünden kaybolan da odur.

        Kötülük üzerine; fesat, tahakküm, zulüm üstüne iyilik oturmaz çünkü!

        Salih’inki öyle bir iyi insanlık haliydi işte.

        ***

        Fakat böyle insanların kendine iyiliğinde sorun çıkıyor genellikle.

        Kendine iyi bakamıyor, kendini sakınamıyor, hepimizin ruhunu, dostluğunu, vicdanını beslemeye uğraşırken, sanki kanını ve canını da kolayca, hoyratça tüketiyor.

        Kim bilir, belki de onlardan aldıklarımızla onları hızlı eritiyoruz biz de.

        Tamam, hele kaybedince anlıyoruz:

        Ne kadar çok seviyoruz.

        Lakin ne kadar da az sevebilmişiz!

        Daha da çok, daha çok sevebilirmişiz.

        ***

        Biliriz…

        Yaşadıklarımızdan, anılar meydana gelir.

        Bazısını yollarda çoktan düşürüp kaybederiz; bazısı bizimle gelir.

        Kimi değişir, dönüşür, büzüşür; kimi bir anıt gibi aynı kalır.

        Bir de yaşamadıklarımızdan müteşekkil hiç yaşanmamış anılar var.

        İlkine hayat diyorsak; bu da ölüm galiba.

        Yaşarken öldüğümüz o her günkü benzersiz, kontrolsüz, bilinçsiz anların dolu dizgin rüyaları, rüyaların damıtılmış anıları gibi.

        Son yıllarda da sık sık projeler anlatan, dergi önerileri yapan Salih’le hayattan anılarımız çoktu elbet; ama yaşamadıklarımız ve hayallerimizden de ne çok anımız varmış.

        Ölünce öyle biri, biraz sen de ölüyorsun; daha iyi anlıyorsun!

        ***

        9 yıl önce, Mehmet Günsür’ü de bir yazıyla uğurlamışım.

        O “Erken veda” da burada: http://arsiv.sabah.com.tr/2004/06/22/talu.html

        Ben de size sarılmış bu iki yazıyı yan yana yatırmış olayım Salih.

        Güzel uyuyun birader.

        Uzan, yaranı temizleyeyim.

        Al gözümü, sil yaşını.

        Not: Müsaadenizle, bir, iki gün ara verebilir miyim?

        Diğer Yazılar