Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Tarih tekerrür etmese de istikrarlı biçimde tefessüh edebilir.

        Bu toprakların damarlarında bir de öyle bir tarih akıyor.

        Kimimiz zaten hiç bakmıyoruz da…

        Kimimiz de bu kanlı, acılı, trajedi dolu nehrin sadece bir kısmını görüyoruz.

        Tarihten ziyade takvime bakarak, takvim yapraklarını ayırarak.

        ***

        Gazeteci Metin Göktepe polis şiddetiyle öldürüldüğünde yıl 1996, yaş 27’ydi.

        Hemen “Duvardan düştü” demişti merkez sağ-sol hükümet ile hep devamlılığı bulunan devlet.

        Sonra o duvardan yalanlar döküldü.

        Özür dilemeye kalktılar; bir anne, “sorumlular bulunsun, yargılansın” dedi; reddetti.

        Evladının hakkı ve hakikati için, oğlu doğduğunda nasıl yapışmışsa onun parmağına, o da öyle yapıştı oğlunun hatırasına, öyle sarıldı hayata.

        Adı Fadime’ydi.

        Yıl 2013 oldu.

        Bir anne daha, bir Fadime daha.

        20 yaşındaydı oğlu Mehmet Ayvalıtaş; Gezi eylemlerinde, üzerine çullanan bir araçla ilk düşenlerden oldu.

        Bir Fadime Anne daha, bir evladın daha hakikati, hakkı peşindeyken…

        Bu kez devlet mahkemede bile gaz oldu, onun da üzerine çullandı.

        Henüz iki ay önce demişti ki, “Eşim 13 yıldır kalp hastası, çalışamıyor. Mehmet’im 10 yaşında çalışmaya başlamış, ailenin yükünü sırtlamıştı. Evimizin en küçüğü ama direğiydi.”

        Evladının fotoğrafına tutunmaya çabalarken, o “kalp hastalığı” onu alıp götürdü.

        Buyurun size Fadime Ana’dan Fadime Ana’ya, kısa ve kıssadan hisse bir cumhuriyet ve demokrasi tarihi!

        ***

        Şadan Hanım’ın oğlu Erdal Eren yaşı büyütülüp asıldığında “halkın yüzde 90 küsurunun ve ah milletin o iflah olmaz kusurunun desteklediği” darbe vardı.

        Gülsüm Hanım’ın oğlu Berkin Elvan 14 yaşında gaz kapsülüyle vurulduğunda ve onca zaman komadayken bile, savcı öncelikle “cebinde Molotof, taş, maytap, torpil” var mıydı diye soruşturduğunda, halkın yüzde 50 desteklediği bir iktidar ve ille de demokrasi vardı.

        Asiye Hanım’ın oğlu Seyhan Doğan jandarma tarafından gözaltına alındığında 13 yaşındaydı ve bir merkez sağ-sol koalisyondan bir diğerine yolculuktaydı gözyaşı ülkesi.

        Asiye Doğan oğlunu ararken işkence bile gördü; 2000’de oğlundan bir kemiği bile göremeden Seyhan diye diye öldü; iktidarda merkez sol-merkez sağ-milliyetçi koalisyonu vardı.

        18 yıl sonra Seyhan’ın kemikleri bir asit kuyusunda bulunduğunda, Asiye Hanım, Ramazan Amca ve Seyhan’ın ancak kemikleri buluşabildi.

        Bu tarih boyunca hukuk devleti hep vardı!

        ***

        Böyle bir “analar tarihimiz” de var.

        Parmağına sarılarak hayata tutunduğu sanılmış o bebeğin çocuk veya genç yaşta düşüşünde hepimizin vicdanına sarılıp tutunmak isteyen analardan bir tarih.

        Kimi Cemilini, ondan hiç olmazsa bir kemiği bulabilmek için bir asırlık ömrü deviren Berfo Ana gibi inatla sarılır…

        Kimi Seyhan’ın annesi Asiye Hanım, Mehmet’in annesi Fadime Hanım gibi bu tarihin sayfaları arasında kırılır.

        ***

        Kendi kafamızca ayırırsak da ayıp ederiz:

        “30 yılda 50 bin ölümüz”ün, “10 bin kayıp”ımızın anneleri; evlatlarını sanki büyük bir kurban törenine vermeye zorlanmış sıvasız haneler tarihinin, o kapkara talihin kahramanlarıdır mesela.

        Silahların susmasını küçümserseniz, önce onlara, evlatlarının hatırasına, şu gün binlerce evladın hayatına da saygısızlık edersiniz.

        Fadime Ana’dan Fadime Ana’ya şu yakın tarih tefessühünü görmezden gelirseniz de…

        Ne diyeyim artık…

        Biliyorsunuz ama hep bilmezden gelirsiniz:

        Günaha girersiniz!

        Diğer Yazılar