Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        O karlı ve soğuk kış günü hepimizin yüreği buz kesmişti. Bizi donduran haber o güne kadar adını duymadığımız Kahramanmaraş'ın bir dağ kasabasından geliyordu. Muhsin Yazıcıoğlu'nu taşıyan helikopter düşmüştü. Bugün olayın üzerinden tam bir yıl geçti. Sanki kötü bir rüya görmüş gibiyiz.

        'Benim kuşağımın bir kısmı için Muhsin Yazıcıoğlu bir 'kardeş', 'ağabey' ya da herkesin sevdiği tabirle 'Muhsin Başkan'dı. Soğuk savaş gerilimiyle bölünmüş Türkiye'nin diğer bir kesimindeyse 'düşman' bir kutbun gençlik lideriydi. Yüz yüze yakından tanıyanlar içinse bir dost insanın varlığından huzur duyduğu yakın bir arkadaştı.

        HARMANDAN GELDİĞİ GÜN

        1977'nin bir yaz gecesiydi. Ülkü Ocakları'nın yayın organı Genç Arkadaş dergisini yayına hazırlıyorduk. Çalışmamız sabaha kadar sürmüştü. Arkadaşlar bir taraftan kahvaltı için simit, çay hazırlığı yaparken bir yandan da misafirimizi beklemekteydik. Kapı çalındığında içeriye bir delikanlı girdi. Ne zaman ki bir yerde O'nun adını duysam, kendisini görsem aklıma ilk günkü an gelir. Ayaklarında harman tozu içinde kalmış yün çorapları vardı. Daha sonra fark edip çoraplarını silkelerken "arkadaşlar o kadar acele ettiler ki üstümü başımı bile değişemeden harmandan çıkıp geldim" diyerek durumunu açıklıyordu. Sanki bizler O'na harman tozu içindeki ayaklarını sormuşuz gibi bize cevap veriyordu. Ertesi gün yapılan kongrede Ülkü Ocakları Başkanı seçilmişti. O Muhsin Yazıcıoğlu'ydu.

        1970'li yılların soğuk savaş döneminin bütün karanlığı ülkemize kabus gibi çökmüştü. Türkiye'nin geleneksel orta halli ailelerinden büyük şehirlerine okumaya gelen gençler daha çok sağcı diye bilinen akım etrafında toplanırken, bürokratik kökenden gelen şehirli çocuklar dünyada yaşanan 68 rüzgârının etkisiyle genellikle 'sol' diye isimlendirilen gruplar içerisinde yer alıyordu. Bu gruplaşmaların bir fikir hareketine dönüşmekten çok, hızlı bir şekilde şiddet sarmalıyla karşı karşıya gelmeleri için çok zaman geçmedi.

        Esas itibariyle 'sağcı' diye isimlendirilen gençlerin haykırdığı "Milliyetçi Türkiye" sloganıyla 'solcu' diye bilinenlerin seslendirdiği "Bağımsız Türkiye" sloganı her nasıl olmuşsa bir kavga ve birbirlerine karşı bir husumet meselesine dönüşmüştü. Bugün baktığımız zaman Bağımsız Türkiye'yi savunmanın zaten Milliyetçilikten başka bir şey olmadığını veya 'Milliyetçiyim' diyenlerin zaten Türkiye'nin varlığını birliğini ve bütünlüğünü bir anlamda bağımsızlığını temsil ettiklerini söylemek neyi değiştirir?

        Türkiye'yi istikrarsızlaştırmak isteyen, dolayısıyla demokratikleşmesini istemeyenler sahneye çıkmışlardı. Türkiye'yi kontrol etmek isteyip kalkınmasına fırsat vermeyenler, ülkemizin içine girdiği uluslararası ittifakların kendilerine sağladığı imkânları da kullanarak, çeşitli servisler vasıtasıyla ülkeyi bir çatışmanın içine çekmişlerdi. Daha sonra bütün bu kan ve şiddetin aslında Türkiye'yi baştan bir başka oyunun aktörleri tarafından sürdürüldüğünü ifade eden şu sözü hatırlayacağız: Sabahtan sağcı gençlerin öldürülmesinde kullanılan aynı silahlar öğleden sonra solcu gençlere doğrultulmuştu.

        MUHSİN BAŞKAN NEREDE DURUYOR

        O 12 Eylül işkence hücresinde bütün baskı ve işkencelere rağmen hep dimdik onurlu durmuştur. İşkenceciler onun yiğitliğine şaştılar, hayran kaldılar ve korktular. Hiçbir iftirayı ona kabul ettirememenin çaresizliğini yaşadılar. O'na arkadaşlarıyla ilgili düzenledikleri iftiraları onaylaması karşılığında vaat ettiklerine Muhsin Başkan yüzlerine tükürerek cevap vermişti. 12 Eylül'ü anlatan dizi ve filmlerde her ne kadar ülkücülere yapılan işkencelerden neredeyse hiç bahsedilmese de gösterilen bütün işkence sahnelerinin tamamı kendisine uygulanmıştı. Muhsin Başkan yargılandı beraat etti sonra harman yerinden çıkıp geldiği Sivas O'nu bağrına basarak defalarca milletvekili seçti.

        Varlığında onun hep kardeşliğini hissediyordum. Yokluğunda acısını.

        vbilgin@haberturk.com

        Diğer Yazılar