Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Dünya Ortadoğu Dr. Reem AbouEl-Fadl, sıcak Suriye gündemini değerlendirdi

        GAZETE HABERTÜRK / Kutlu ESENDEMİR

        Türkiye ile Suriye arasında yaşanan kriz gittikçe derinleşiyor. Şanlıurfa’nın sınır bölgesindeki ilçesi Akçakale’de, Suriyelilerin top atışı sonrası 5 vatandaşımızın hayatını kaybetmesi, Meclis’in, jet hızıyla “sınır ötesi harekât izni” için hükümetin hazırladığı tezkereyi kabul etmesine yol açtı.

        Herkes bundan sonra ne olacağını sorguluyor. Peki bu yaşananlar, dışarıdan nasıl okunuyor? Dr. Reem Abou-El-Fadl, yeni kuşağın Ortadoğu politikalarında “dâhi” olarak gösterilen akademisyenlerinden. Oxford Üniversitesi öğretim üyesi. Uzmanlığı, uluslararası ilişkiler, Türkiye ve Ortadoğu politikaları. Oxford’a genç yaşta öğretim üyesi yapılan nadir isimlerden biri olan 29 yaşındaki Dr. Fadl, Türkçe dahil, bölge dillerini biliyor. Mısırlı ve Filistinli ebeveynlerden doğma bir

        İngiliz vatandaşı olan Dr. Fadl ile son günlerin en yoğun tartışma konusu Suriye’yi ve bölgedeki gelişmeleri konuştuk.

        "SURİYE BÖLÜNEBİLİR"

        Suriye iç savaşı sizce nasıl bir gelişim gösterecek?

        Suriye maalesef halihazırda mezhepçi bir zihniyetin ortasına düştü. Kimlik kartına göre adam öldürmeler, Hıristiyanlar, Aleviler ve genelde azınlıkları zorla göç ettirmeler bunun örnekleri. Kürt azınlık bile şimdi Sünni ve Şii olmak üzere alt sınıflara ayrılıyor. Eğer bu silahlı muhalif grupların bazıları veya onların liberal ve Müslüman Kardeşler’deki temsilcileri iktidara gelirse, korkarım ki; Suriye içeriden patlayabilir ve küçük devletlere bölünebilir.

        Suudi Arabistan ve Katar son dönemde, hem Libya’da hem de Suriye’de öne çıkan Arap ülkeleri oldu.

        Mısır, Irak ve Suriye’nin ön saflarda bulunmamasıyla, Suudi Arabistan ve Katar’ın parası, onlara siyasi gelişmelerin yöneticisi haline gelme şansı verdi. Bu da onlara yönetimdeki ideolojilerinin ve kendi evlerindeki desteklerinin çok ötesinde bir etkide bulunma imkânı yarattı. Bu devletler ayrıca ABD tarafından destekleniyor ve bölgede onun gündemine göre çalışıyorlar. Ancak bu devletler de ciddi bir demokratikleşme baskısı altında. Tabii ki bu otokrasilerin Suriye’de demokrasi çağrısında bulunması gibi bir çifte standart da apaçık ortada.

        Suriye’de halen yaşanmakta olan kriz, kimilerince bölgede “Arap Baharı”, kimileri tarafındansa dışarıdan müdahale ile yaratılan bir bunalım. Sizin açınızdan durum ne?

        İkisinin karışımı... İlk haftalarda Mısır ve Tunus’taki başarılardan duyulan heyecanın da etkisiyle, samimi ve şiddet içermeyen ayaklanmalar söz konusuydu. Ancak kısa süre içinde, Suriye içinden ve dışından siyasi fırsatçılar bu durumdan istifade etmeye başladılar. Silahlı unsurları ve mezhepçi söylemleri içeren yeni bir dinamiğe öncüLük ettiler. ABD, İngiltere ve Fransa, bir o kadar da Katar ve Suudi Arabistan, Suriye Ulusal Konseyi’ni ve Özgür Suriye Ordusu’nu desteklediler. Hâlâ şiddete başvurmayan muhalif gruplar da var. Ancak şiddetten uzak kalan bu gruplar, uluslararası alan da Suriye Ulusal Konseyi ve onun Batı’da, Türkiye’de, Körfez ülkelerinde medya ve politika dünyasındaki müttefikleri tarafından kasten marjinalize ediliyorlar.

        Suriye tarafından atılan bir top mermisi sonucu Akçale’de 3’ü çocuk 5 kişinin yaşamını yitirmesi karşısında, Batı’dan gelen cılız tepkileri nasıl açıklarsınız?

        ABD ve Avrupa’nın temkinli cevabı – yani Türkiye’ye itidal tavsiye etmeleri – bir NATO üyesi devleti içine alan, kendilerini de muhtemelen kazanılamaz bir savaşın içine çekebilecek bir gerginliğe karşı çekingenliklerini gösteriyor. Rusya ve Çin’in Esad’a verdiği büyük destek, çatışmayı büyük güçler arası bir kriz haline getirebilir. Devam eden bu destek halihazırda zaferi garantileyemeyecekleri anlamına geliyor zaten. Böyle bir durum, bu ülkelerde halkın mevcut küresel ekonomik kriz için de hükümetlerinden duydukları memnuniyetsizliği ağırlaştıracaktır.

        ABD yönetimi açısından ise bu ayrıca Obama’nın ikinci dönemi kazanması ihtimalini tehlikeye sokacaktır.

        Tarihte buna benzer örnek var mı?

        1957’de, Türkiye yine Suriye’yi yalnızlaştırmaya yönelik bir Batı bloku girişiminin parçasıydı. O tarihte de NATO’daki müttefiklerine göre müdahale için çok daha istekliydi. Ve yine o tarihte bu girişimin karşısındaki ana caydırıcı güç Rusya’ydı. İki olay da da Türkiye’nin Suriye’yi orta boy bir güç olarak statüsünü vurgulamakta bir araç olarak kullandığını görüyoruz.

        Türkiye-Suriye krizini Arap halkları ve devletleri nasıl algılıyor?

        Arap dünyasında Türkiye-Suriye krizi ve elbette Suriye’deki çatışmaya ilişkin farklı tutumları olan genel hatlarıyla üç kamp var. İlk kamp, Suriye’deki silahlı muhalifleri destekliyor ve kendini geniş bir Sünni ve İslamcı topluluğun parçası olarak görüyor. Bu kampın Arap dünyasındaki taraftarları Körfez devletleri yönetimleri ve Müslüman Kardeşler destekçisi kitleler. Bu aktörler Türkiye’yi bu kamp içinde bir müttefik ve AKP’yi de kardeş bir İslamcı parti olarak görüyor.

        Diğer kamplarda kimler var?

        Suudi Arabistan ve Katar, Suriyeli muhaliflere para ve istihbarat desteği sağlıyor; ancak askeri bakımdan da işe bulaşmak istemiyorlar. Bu nedenle Türkiye’nin Suriye ile arasının artarak kötüleşmesini ve sorunu kendileri adına çözme ihtimalini memnuniyetle karşılıyorlar. İronik bir şekilde silahlı muhalifleri destekleyen Arap grup içinde bazı solcular da var. Bunlar Körfez otokrasilerine elbette karşı koyan insanlar. Ancak bazıları silahlı muhalifleri özgürlük savaşçıları olarak görüyor. Bu gruplar, muhaliflerin finansmanında Körfez ülkelerinin ve Türkiye’nin oynadığı rolü önemsiz gibi göstermeye çalışıyor. Dış politika pozisyonları Batı ile genelde uyum içinde olan ve Körfez ülkelerinin aşırılıkları ile problemleri olmayan bazı liberaller Araplar da silahlı muhalifleri destekliyor.

        Ya ikinci grup?

        Onlar, Suriye’deki silahlı muhalefete ve örneğin Suriye Ulusal Konseyi gibi oluşumlara karşı çıkıyor. Bu grup kendisini panArabist ve seküler olarak tanımlıyor Suriyeli muhaliflerin aşırı mezhepçi söylemleri ve uygulamaları karşısında, Suriye’nin iç içe geçmiş topluluklarının kaderi için korkuyor.

        Esad rejimi konusunda, bu kamp demokratik reformları destekliyor ve Suriye’de süre giden şiddetin ulusal birlik üzerine etkisi konusunda kaygılanıyor. Ayrıca rejimin olası bir çöküşünün, başta Lübnan’daki Hizbullah olmak üzere, İsrail’e karşı direniş gösterenler üzerindeki etkisi hakkında da endişeleniyor.

        Nedendir bu endişe?

        Çünkü biliyoruz ki; bu gruplar uzun zamandır Suriye’den lojistik ve askeri destek görüyorlar. Bu kamp Türkiye’nin Sünni askeri gruplara geçen seneden beri destek sağlamasından rahatsız ve bunu ABD’nin kirli işlerini bölgede Türkiye’ye yaptırması olarak görüyor. Üçüncü bir grup başlangıçta tamamen muhalefetin yanındaydı. Ancak şimdi, Suriye’nin altyapısının yok olmasıyla, Özgür Suriye Ordusu’nun insan hakları ihlalleri ve mezhepçiliği daha görünür hale geldikçe, bu gruplar silahlı muhalefetle aralarına mesafe koydular. Silahlı muhalefete ilişkin hayal kırıklıklarını daha yüksek sesle dile getirir hale geldiler. Bu grupta birçok liberal ve sol görüşlü Arap var. Daha da önemlisi Tunus ve Mısır’da halk ayaklanmaları sonucu iktidara gelenler dahil birçok Arap hükümeti de bu grupta.

        Türkiye’nin NATO destekli bir şekilde Suriye’ye müdahale etmesi olasılığı mevcut mu?

        Bu noktada Türkiye, NATO’ya rağmen bir askeri seçeneği göze alabilir mi? Hayır. Türkiye yalnız savaşmayı göze alamaz. Türkiye’nin agresif duruşu, aslına bakarsak NATO’nun durumuna bağlı. Askeri müdahale gibi böyle önemli bir konuda NATO’nun alacağı kararların karşısında yer almaz. Bu durumun örneği Erdoğan’ın Akçakale saldırısı günü, sabahki ve öğleden sonraki söylemleri arasındaki farkta görülebilir. NATO müttefiklerinin mesafeli ve formel açıklamaları bu farka yol açmıştır.

        Sizce böyle bir olasılık bölgede nasıl gelişmelere neden olabilir?

        Arapların çoğunluğu Türkiye’nin Suriye’ye müdahalesine karşı olumsuz tepki gösterecektir. Bu onlara Osmanlıların ve Avrupa’nın eski emperyal müdahalelerini çağrıştıracaktır. İsrail’e karşı bir müttefik olarak kendisine kısa süre de olsa umut bağlanan Erdoğan’a yönelik olarak büyük bir hayal kırıklığı yaratacaktır. Esad’ın devrildiğini görmek isteyenlerin çoğu savaş ve ya işgal istemiyor. Sadece Körfez devletleri muhtemelen bu hareketi destekleyecektir ve onların da desteği, kendileri bu işe karıştırılmadığı sürece de am eder. Onlar da İslamcı muhaliflerin kontrolleri dışına çıkmasından ve gün gelip kendilerine bir bumerang gibi dönmesinden korkuyorlar.

        "ERDOĞAN DESTEK KAYBETTİ"

        Suriye’deki gelişmeler Başbakan Erdoğan’ın, Arap sokaklarında kendisi hakkındaki olumlu imajına katkı sağlamış mıdır?

        Arap dünyasında Sünni ve İslamcı kampta popülaritesini sağlamlaştırmış olabilir. Ancak geri kalanlar arasında ciddi şekilde itibar ve destek kaybetti. Bu geri kalanlar arasında Arabistler, sol görüşlüler, liberaller var. Bu gruplar başta Türkiye’nin Filistin’deki Arap duruşunun yanında daha duyarlı bir pozisyon almasını desteklemişlerdi ama son gelişmeleri, Türkiye’nin Amerikan yörüngesinde yer aldığına ilişkin ek bir delil olarak gördüler ve hayal kırıklığına uğradılar.

        Peki iktidar partisinin Müslüman Kardeşler’le ilişkilerini nasıl ele alıyorsunuz?

        Arap dünyasında AKP, Müslüman Kardeşler’in müttefiki ve hatta bazen bir kolu olarak görülüyor. Her iki taraftan kurumların ve kişilerin yakın iletişim halinde olduklarını biliyoruz. Mısır’ın Müslüman Kardeşler’e bağlı başkanı Mursi’nin, AKP’nin son kongresinde yaptığı konuşmayı örnek gösterebiliriz. Dikkat edin; Mursi konuşmasında sadece Sünni kampın konsensüsü olan Arap sorunlarının, yani Suriye ve Filistin’in altını çizmeyi tercih etti. Ama örneğin Bahreyn’in geleceğinden söz etmekten kaçındı.

        Mısır’ın son dönemde yaptığı girişimleri de göz önüne alırsak, sizce Ortadoğu liderliği için Türkiye ve Mısır arasında bir yarış yaşanır mı?

        Mısır’ın İslamcı hükümeti şu ana kadar bölgesel anlamda girişken bir tavır ortaya koymadı. Hükümet aslında her şeyden önce en eski finansörleri olan Suudi Arabistan ve Katar devletlerine borcunu ödüyor. Benzer bir şekilde bu aşamada Türkiye ile rekabettense iki hükümetin konumlarını koordine etmelerini tercih edecektir.

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ