Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Dünya Diplomasi Oğuz Çelikkol yazdı: Maraş'taki doğru adım ve BMGK'nın talihsizliği

        Emekli Büyükelçi Oğuz Çelikkol Haberturk.com için yazdı...

        Kıbrıs sorunu 1950’lerden beri devam etmektedir. Kıbrıs sorunun çıkışı Yunanistan’ın tekrar topraklarını genişletme, 1923’de kapandığı zannedilen “Megali İdea” ideolojisine dönüşü anlamına gelmektedir. Nitekim Yunanistan, Kıbrıs Sorunu ile birlikte, özellikle 1970’lı yılların başından itibaren denizlerde genişleme politikasını da uygulamaya koymaya çalışmış; ilk önce Kıbrıs, daha sonra Ege Denizi’nde başlatılan Yunan maksimalist yaklaşımları daha sonra tüm Doğu Akdeniz’e de şamil edilmiştir.

        Yunanistan, Kıbrıs’ı ilhak ederek ve denizlerde genişleme politikalarıyla Türkiye’yi Ege Denizi ve Akdeniz’de kendi karasuları içine hapsetme politikası uygulamaya başlamış, bu durum Ankara’dan ciddi bir tepki görmüştür. Yunanistan’ın yeniden genişleme politikalarına döndüğünün Ankara’da anlaşılması, Türkiye-Yunanistan ilişkilerinde ciddi yaralar açmış, sonuçları günümüze kadar gelen sonuçlar doğurmuştur.

        Dr. Ahmet Oğuz Çelikkol, Dışişleri Bakanlığı’na 1977 yılında girdikten sonra çeşitli kademelerde bulunmuş 2008-2009 yılları arasında Atina Büyükelçiliği görevini yürütmüştü.
        Dr. Ahmet Oğuz Çelikkol, Dışişleri Bakanlığı’na 1977 yılında girdikten sonra çeşitli kademelerde bulunmuş 2008-2009 yılları arasında Atina Büyükelçiliği görevini yürütmüştü.

        Atina’nın, artık neredeyse hiç kimse tarafından kabul edilmediği görülen, Seville Haritasını ortaya çıkartmasının bir nedeni Yunanistan ile Kıbrıs Adası arasında deniz sınırı oluşturma isteğidir. Bunu yaparken de küçücük Meis Adasına tam deniz yetki alanları tanıyarak, Doğu Akdeniz’de Türkiye’ye ait deniz yetki alanlarına sahip çıkmaya kalkışması, Ege’den sonra Akdeniz’de Türkiye’yi kendi karasularına sıkıştırmak istemesi, Dünya’ya esasen Atina’nın uluslararası hukuka hiçbir saygısı olmadığını da göstermiştir.

        Kıbrıs sorununun 1960’da Zürih ve Londra Anlaşmalarıyla çözümlendiğinin düşünülmesi, Ankara ile Atina’nın tekrar işbirliği ortamına dönebilecekleri ümidini yaratmıştır. Ancak, sadece 2 sene içinde Yunan/Rum ikilisi “enosis” amacından vazgeçmediklerini, Kıbrıs Cumhuriyetinin kurulmasını sadece enosis’in gerçekleştirilmesi için bir adım olarak gördüklerini ortaya koymuşlardır.

        Yunan/Rum ikilisi Kıbrıs Cumhuriyeti kurulduktan sadece 2 sene sonra, Zürih ve Londra Anlaşmalarının Kıbrıs Türk toplumuna sağladığı siyasi eşitliği ortadan kaldırmak için harekete geçmiştir. Yunan/Rum ikilisinin Kıbrıs Anayasasındaki 13 maddelik değişiklik taleplerini 1962 senesi içinde ortaya çıkartılmış, Türkleri Adada azınlık durumuna düşürecek bu taleplerin Kıbrıs Türkleri ve Türkiye tarafından reddinden sonra, Ada’da Kıbrıs Türklerine karşı yoğun bir etnik temizlik ve soykırımı hareketi başlatılmıştır.

        REKLAM

        Yunan/Rum ikilisinin amacının Kıbrıs’ta da “Girit örneğini” uygulamak olduğu, azınlık durumuna düşürecekleri Kıbrıs Türklerini zaman içinde yok etmeyi amaçladıkları ve Kıbrıs’ı Yunanistan’a ilhak etmek istedikleri açıktır. Burada Batılı ülkelerin davranışı çok ilginç olmuş, ahde vefa ilkesi uyarınca Zürih ve Londra Anlaşmalarını ve Kıbrıs’taki anayasal düzeni destekleyecekleri sanılan bu ülkeler, Yunan/Rum ikilisini durdurmak için harekete geçmedikleri gibi, tam tersine destekleyici davranışlar içine girmişlerdir.

        Başta ABD olmak üzere, Batılı ülkelerin Türkiye’nin Anlaşmalardan doğan haklarını kullanarak Kıbrıs Türklerini ve Kıbrıs Cumhuriyetini Yunan/Rum saldırılarından koruma girişimlerini engellemek için harekete geçmeleri ibret vericidir. ABD ve Batı’nın bu tutumuna rağmen 1965 yılında Türkiye, Kıbrıs Türklerine uygulanan soykırımı girişimi nedeniyle Ada’da Rumlara karşı sınırlı bir hava müdahalesinde bulunmak zorunda kalmıştır.

        Ancak, 1963 yılında başlayan Yunan/Rum silahlı saldırıları nedeniyle Kıbrıs Türkleri, Kıbrıs’ın sadece %3’ünü teşkil eden bir bölümüne kaçmak, buralara sığınarak yaşamlarını devam ettirebilmek zorunda kalmıştır. Kıbrıs Türklerinin bu zor durumu 1963-1974 yılları arasında, 10 seneyi aşan bir süre devam etmiş, bu dönemde Rum/Yunan ikilisi Kıbrıs’ın %97’ı kadarını olduğu gibi, Kıbrıs Devlet ve Hükümetini işgal ve gasp ederek, 1960'ta toplumsal eşitlik üzerine kurulan Kıbrıs Cumhuriyetini yıkmışlardır.

        REKLAM

        Kıbrıs Türklerini kendi topraklarında düştükleri bu zor durumdan ve etnik temizlikten, Kıbrıs Rum lideri Makarios ile 1974’de Yunanistan’ı idare eden askeri cuntası arasında patlak veren “enosisin” ne zaman ve nasıl gerçekleştirileceği üzerindeki anlaşmazlık kurtarmıştır. Atina’daki ABD destekli askeri cuntanın Makarios aleyhine Kıbrıs’ta düzenlediği ve “enosisi” çabuklaştırmayı amaçlayan askeri darbeden sonra, Türkiye Ada’da müdahale etmiş, Ada Kıbrıslı Türklerin kontrolündeki kuzey ve Rumların kontrolündeki güney olarak bölünmüştür.

        ABD’nin NATO “üyesi” Türkiye’ye karşı “Soğuk Savaş’ın” şiddetli olduğu 1975 yılında uyguladığı tam silah ambargosu Rum lobisinin Vaşington’da ve ABD Kongresinde ne kadar “güçlü” olduğunu göstermiştir. Bu silah ambargosu Türk halkının ABD’ye olan “güvenini” tamamen yıkmış ve Türkiye’nin kendi silah sanayini kurmaktaki kararlılığını güçlendirerek günümüze kadar gelen bir sonuç yaratmıştır. Ancak, Batılı ülkeler Kıbrıs’ta Kıbrıs Türklerine karşı haksız yaptırım ve sınırlamaları uygulamaya koymuşlar, Kıbrıs Türkleri tamamen Türkiye’nin desteği ile yaşamak durumunda bırakılmışlardır.

        Kıbrıs Türlerinin 1983 yılında bağımsızlık ilanı da durumu değiştirmemiş, Batı ülkeleri Kıbrıs Türklerini yok sayan politikalarını devam ettirmişleridir. Esasında Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin tanınmasını da engelleyen, başta ABD olmak üzere, Batı ülkeleridir. 1983 yılında bazı ülkeler KKTC’yi tanımak için harekete geçmişler, ancak yoğun bir ABD baskısı altında kalmışlardır.

        REKLAM

        Birleşmiş Milletlerin Adanın güneyindeki Yunan/Rum işgali altındaki hükümeti “tanımasının” öyküsü ise Kıbrıs’ta BM Barış Gücünün (UNFICYP) kurulmasına, 1964 yılına kadar gitmektedir. O dönemde Rumların etnik temizlik ve soykırımı tehdidi altındaki Kıbrıs Türklerini korumak için Türkiye’nin Barış Gücün mevcut statüsünü kabul etmek durumunda kaldığı hatırlanmaktadır. Ada’daki durum şimdi çok değişmiştir. BM Barış Gününün yetkisi bu Temmuz ayının sonunda yenilenmek durumundadır. BM Güvenlik Konseyinin KKTC’nin kendi topraklarındaki egemenliğini tanıma zamanı gelmiş gibi görünmektedir.

        Kıbrıs’ta federal bir çözüm için toplumlararası görüşmeler çok uzun bir zamandan beri devam etmektedir. Bugüne kadar Kıbrıs’ta federal bir çözümü engelleyen taraf Yunan/Rum ikilisidir. ABD ve AB, söze geldiğinde, Ada’da “federal bir çözümü” desteklediklerini sıklıkla açıklamaktadır. Ancak Batılı ülkeler Ada’ya iki toplum ve kesimli, federal bir çözüm getiren ve desteklediklerini açıkladıkları Annan Planının güneyde kabulü için bile hiçbir şey yapmamışlardır.

        Hatta o dönemki genişlemeden sorumlu AB Komiseri Gunter Verheugen, Rum lider Tasos Papadopulos’un Annan Planını desteklediği şeklinde AB’yi “kandırdığını”, referandum sırasında ise Plan aleyhine döndüğü açıklamıştır. Yunan/Rum ikilisinin bütün “kandırma ve aldatmalarına” rağmen, Annan Planı referandumundan demen sonra, Kıbrıs Rum kesimi AB’ye alınmış, böylece adeta AB’yi “kandırdıkları” için “mükâfatlandırılmışlardır”.

        REKLAM

        Kıbrıs konusunda Batının “tarafsız” ve “adil” hareket edebileceği, ahde vefa ilkesini “uygulayabileceği” noktasından hareket eden Kıbrıslı Türkler ve Türkiye’nin, Maraş dahil, geçmişte atılan bazı adımların Yunan/Rum uzlaşmazlığını aşamadığını son zamanlarda görmesi doğaldır. Kıbrıslı Türkler Maraş konusunda da doğru adımlar atmaktadır.

        Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin Maraş konusunda Rum/Yunan ikilisinin verdiği yanlış bilgilere dayanması büyük talihsizliktir. Kıbrıslı Türkler ve Türkiye, Maraş’ta mülkiyet haklarına tam saygı gösterileceğini defalarca açıklamıştır. Son olarak BMGK’nin Maraş konusunda karar tasarısı kabul etmek yerine, bağlayıcılığı olmayan, bir Başkanlık açıklaması ile yetinmesi de ilginç bir gelişmedir.

        BMGK ve Batı ülkelerinin, KKTC’nin egemenliğini kabul etmesi, Ada’daki çözüm görüşmelerinin iki bağımsız devlet tarafından yürütülmesi tek yoldur. 1960 Anlaşmaları Kıbrıs’ta egemenliği Kıbrıs devletini kuran iki topluma vermiş, 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Yunan/Rum ikilisi tarafından yıkıldıktan sonra egemenlik, Rumlar kadar, Kıbrıslı Türklere de geçmiştir.

        Batılı ülkelerin, Ada’daki egemen İngiliz üslerini ve işgal altındaki Rum devletini tanımaları, ancak, 1960 Anlaşmalarına rağmen, Kıbrıslı Türklerin egemenlik ve bağımsızlık hakkını görmezden gelmeleri ilginçtir. Ada’da bir federasyon veya konfederasyon kurulacaksa da bu Ada’daki iki egemen, bağımsız devlet arasında yapılacak görüşmeler sonucu olmalıdır.

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ