Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Anasayfa Özel İçerikler Mehmet Açar 'Zavallılar': Haz, özgürlük ve anlam peşinde

        ‘Zavallılar’ (Poor Things), Yunan yönetmen Yorgos Lanthimos’un ülkesi dışında İngilizce olarak çektiği filmlerden biri… ‘The Lobster’ (2015) ve ‘Kutsal Geyiğin Ölümü’ (The Killing of a Sacred Deer -2017) Lanthimos’un ‘Köpek Dişi’yle (Kynodontas - 2009) tanıdığım kendine özgü sinemasının devamı niteliğini taşıyan örneklerdi. ‘Sarayın Gözdesi’ (The Favourite – 2018) ve ‘Zavallılar’ ise temaları itibarıyla kuşkusuz Lanthimos sinemasını sadakatle temsil eden ama yapı olarak öncekilere oranla çok farklı filmler.

        ‘Zavallılar’, Viktorya Dönemi Londra’sında açılan tarihi bir film ve özellikle Londra sahneleriyle ‘steampunk’ olarak adlandırılan bilimkurgu alt türüyle yakın akrabalık taşıdığı söylenebilir.

        Steampunk, yaygın olarak buhar enerjisinin kullanıldığı, tarihte rastlamadığımız türde mühendislik ürünleriyle karşılaşabileceğimiz alternatif bir geçmişi hayal eder. At arabasından devşirme tuhaf otomobil dışında, ‘Zavallılar’a steampunk ruhunu veren asıl unsur, Doktor Godwin Baxter’ın (Willem Dafoe) sadece çağını değil, bugünün teknolojisini bile aşan beyin nakli ameliyatları hiç kuşkusuz.

        Filmin hikâyesini Godwin’in bu çılgın ameliyatlarından biri şekillendiriyor ama ‘Zavallılar’ın görsel özelliklerinden başlamak daha doğru geliyor bana. Lanthimos’un kuşkusuz en biçimci çalışması ve görsel atmosfer, ilk sahnelerden başlayarak filmin ruhunu belirliyor.

        Seyircileri, gerçekçilikten uzak stilize bir görsel dünya bekliyor. Dolayısıyla, her çerçevenin özenle tasarlandığı resimsel yanı çok ağır basan bir film ‘Zavallılar’. Bilgisayar kökenli görüntüler ve Oscar adayı prodüksiyon tasarımının desteğiyle 2 saat 21 dakikayı Yorgos Lanthimos’un hayal ettiği yarı gerçek yarı fantezi bir dünyada geçiriyoruz.

        ‘Sarayın Gözdesi’ni geniş açılı objektiflerin öne çıktığı bir film olarak hatırlıyorum. ‘Zavallılar’ ise geniş açı objektifler için yazılmış bir aşk mektubunu andırıyor. Lanthimos, ‘Sarayın Gözdesi’nde alan derinliğini kullanırken lenslerin kadrajın köşelerinde oluşturduğu optik deformasyona aldırış etmiyor; kameranın varlığını seyirciye hissettirmekten hiç çekinmiyordu. ‘Zavallılar’da ise ‘balık gözü’ tabir edilen lenslerin yarattığı görsel deformasyon, filmin estetiğinin önemli bir parçası olmuş durumda. Öyle ki, bazı çekimlerde görüntü deformasyonu, kadraj içinde yuvarlak alanlara dönüşüyor. Lanthimos, filmin ilk sahnelerinde yoğun şekilde geniş açı kullanarak seyirciyi optik bozunuma alıştırıyor zaten. Kadraj ölçüsü olarak 1.66:1’i seçmesinin nedeni de büyük ihtimal geniş açılı objektiflerden en yüksek grafik verimi alma amacını taşıyor.

        Tema – görsel yapı üzerine konuşmaya başlamadan önce Lanthimos ve görüntü yönetmeni Robbie Ryan’ın, filmi dijital formatta değil, 35mm Kodak pelikülle çektiğini belirtelim.

        ‘Zavallılar’, ana karakteri Bella Baxter’ın (Emma Stone) çevresindeki dünyayla kurduğu ilişki üzerinden biçim bulan bir görsel konsepte sahip. Bella’nın Londra dönemini siyah – beyaz görüntüler eşliğinde seyrediyoruz. Godwin’in evinin büyük mekânlarında yürümeyi, konuşmayı öğrenmeye çalışan yarı çocuk yarı yetişkin biri olarak çıkıyor karşımıza. Siyah – beyaz tercihi, Bella’nın algısal ve fiziksel dünyasının sınırlarını temsil ediyor.

        Kendini keşfetme sürecinde attığı önemli adımlarla birlikte film, siyah - beyazın dünyasından canlı renklere geçiyor; hayatın enerjisiyle doluyor. Lizbon bölümünde renklerin adeta patladığı, sıcak canlı tonların her şeye hükmettiği sahneler peş peşe geliyor. Lanthimos iç ve dış mekânlarıyla öyle bir Lizbon resmediyor ki orada olmak istiyorsunuz. Bella’nın hayatın hazlarını keşfettiği ve mutlu olduğu bir dönem bu…

        Gemi yolculuğu sırasında renklerin hafifçe solduğu ama sıcaklıklarını tümden kaybetmediği bir görsel atmosferin içine giriyoruz. Manzara ressamlarının tablolarını andıran, günbatımındaki deniz ve gökyüzü imgelerinin içinde yol alan modern gemi, Bella’yı adeta geleceğine doğru taşıyor. Bella, Lizbon’daki günlerindeki kadar mutlu olmadığı, naiflikten çıkıp hayatın olumsuz yanlarını fark etmeye başladığı bir dönemden geçiyor. Dolayısıyla, Lizbon’daki masalsı rengarenk atmosfer kayboluyor. Öte yandan, entelektüel açıdan Bella’nın önünde yeni kapıların açılmaya başladığı bir dönem aynı zamanda. O yüzden, Bella hayat karşısında hâlâ heyecanlı ve renkler sıcaklığını koruyor.

        İskenderiye’de yaşadığı dönüm noktasından sonra geldiği Paris’te ise bizi daha realist, karanlık ve gerçekçi bir renk paleti bekliyor. Anatomi sınıfındaki siyah - beyaz ağırlıklı dünya, kuşkusuz Londra’yı ve içindeki ev özlemini yansıtıyor. Londra’daki son sahnelerde de aşağı yukarı aynı renkler hâkim.

        Temalar üzerine konuşmaya, her şeyin bir intihar sahnesiyle başladığını söyleyerek girebiliriz. Tanık olduğumuz intiharın ardındaki nedenler için finale kadar sabretmemiz gerekiyor ama çok da merak edilecek bir tarafı olmadığı kesin. Sonuçta, kadınların üzerindeki baskının sürdüğü, mutlu kadına rastlamanın zor olduğu Viktorya Dönemi İngiltere’sindeyiz.

        İntihar eden kadının cansız bedenini denizden çıkarıp yeniden hayat veren Godwin ona Bella Baxter adını veriyor. Bella’yı ilk gördüğümüzde ‘Doktor Frankenstein ve canavarı’ hikâyesinin tuhaf şekilde tersine döndüğünü görüyoruz. Bella’nın ‘God’ (Tanrı) diye seslendiği Doktor Godwin, dikişlerle dolu yüzüyle Frankenstein’ın canavarını andırırken laboratuvarda hayat bulan Bella ise düzgün ve sağlıklı fiziğiyle öne çıkıyor. Ama kısa sürede yürümekte, konuşmakta, çevresindeki dünyayı algılamakta zorlanan bir çocuk beynine sahip olduğunu fark ediyoruz. Açılışta intihar eden kadını görmesek, onun Godwin’in tasarladığı bir android olduğunu düşünmemiz mümkün.

        İskoç yazar Alasdair Gray’in 1992 tarihli romanından Tony McNamara’nın sinemaya uyarladığı ‘Zavallılar’, özünde Bella’nın büyüme ve olgunlaşma öyküsünü anlatan bir film. Benzerlerinden en farklı yanı, Bella’nın geleneksel aile ortamında büyümeyen, çocukluğunda toplum tarafından şekillendirilmeyen bir kadın olması… Bella, ‘medeni dünyayı’, Godwin, Max McCandles (Ramy Youssef) ve avukat Duncan Wedderburn’ün (Mark Ruffalo) uyarılarıyla ama asıl olarak deneme yanılma yöntemiyle keşfediyor. Toplumun kurallarına uyum sağlamaktan ziyade içinden geldiği gibi hareket etmeyi tercih ediyor

        Bella’nın karakter değişim eğrisi, farklı aşamalardan geçiyor. Cinsel hazzı keşfetmesi, hayatındaki ilk dönüm noktalarından biri. Utanma duygusuna sahip olmaması, belki en ayrıştırıcı özelliği; bu sayede toplumun baskısından uzakta kendini ve dünyayı özgürce keşfedebiliyor. İkinci dönüm noktasını gemide tanıştığı iki entelektüel, Martha (Hanna Schygulla) ve Harry (Jerrod Carmichael) sayesinde yaşıyor. Felsefenin, edebiyatın dünyasına adım atıyor; kitap okumaya başlıyor. Libidosundan, bedeninden hiç utanmayan Bella, dünyadaki yoksulluğu keşfedince sahip olduğu para ve konfordan utanç duyuyor. Paris’te ise tüm sınıfsal imtiyazlarından bilinçli olarak koptuğu, sosyalizmle tanıştığı ve hayatı erkeklerin rehberliği olmadan kendi başına tanıdığı bir dönemden geçiyor. Haz ve özgürlük arayışının yerini anlam arayışı alıyor; zaman içinde, hayatta ne yapmak istediğini keşfederek kendini buluyor, serüveninin sonuna geliyor.

        Tüm bu süreçte, Bella Baxter, çevresindeki erkeklerin gerçek kişiliğini ortaya çıkaran bir turnusol kâğıdından farksız. Erkekler de onunla birlikte kendilerini keşfediyorlar. Bazıları aydınlığa, bazıları karanlığa çıkıyor. Erkeklerle olan ilişkisi, genellikle erkeklerin ona ‘sahip olması’ fikri üzerinden gelişiyor. Mesela, Godwin onun için bir baba, hatta tanrı figürü. Dış dünyanın tehlikelerinden uzak durması adına Bella’nın evden çıkmamasını, ‘cennet’inde kalmasını istiyor. Öğrencisi Max McCandles ile evlenmesini istemesinin kökeninde de aynı koruma ve kontrol etme duygusu var. Ama söz konusu duygu, Bella için esaret anlamına geliyor.

        Avukat Duncan Wedderburn, Bella’yı özgürlük vaadiyle, ‘şeytan misali’ cennetinden alıp koparıyor. Medeni dünyanın sınırlamalarından uzak, tutku ve macera dolu bir hayat öneriyor ona. Ama çok gecikmeden o da Bella’ya sahip olmak ve özgürlüğünü elinden almak isterken buluyor kendini. ‘Zavalllılar’ eril iktidarın arkasındaki zihniyetin madara edildiği bir film. Özgür kalan libidonun, erkeklerin iktidar alanını nasıl dağıttığını görmek çok eğlenceli.

        Bu arada, Godwin karakterine ayrı paragraf açmak gerektiği kesin. Bilim adına oğlunun ruhuna, bedenine ve yüzüne büyük zararlar veren babasıyla aynı ilgi alanına sahip. O da bilim insanı ama babasından çok farklı. Babasının, oğlunu acımasızca kullandığı deneylerde sürekli araştırma yaptığını öğreniyoruz. Godwin ise bilim sayesinde hayatta kalmaya çalışıyor. Babasının bedenine verdiği zararları en aza indirmek için cerrahlık kadar mühendis yanını geliştirdiği belli oluyor. Her şeyin çözümünü arıyor ve buluyor. Ama tüm çözümleri hayata geçirmesi zor. Mesela, sindirim sorununu karmaşık bir cihazla çözüyor ama cinsel hazza ulaşmasını sağlayacak enerjiyi bulması o kadar kolay değil. Aslında Godwin’i başta sevmiyor, Bella ile ilişkisine kuşkuyla yaklaşıyoruz. Hatta Bella’nın onun için evde dolaşan deney hayvanlarından farkı olmadığını bile düşünüyoruz. Ama film ilerledikçe, özellikle Bella konusunda doğru yolu bulmakta zorlanmadığına tanık oluyoruz.

        Godwin’in mühendisliği, Bella’nın ‘medeniyet’le ilişkisi ve Duncan’ın eril özgüveninin yerle bir olması başta olmak üzere filmin çok sağlam ironi duygusu var. Lanthimos’un resim tadındaki çerçeveleriyle birleşen bu ironi duygusu, filmi alıp götürüyor. Emma Stone, Willem Dafoe, Mark Ruffalo, Ramy Youssef’in başarılı performanslarını ve Hanna Schygulla başta olmak üzere yan rollerdeki oyuncuların katkılarını unutmamak gerek. Holly Waddington imzalı, Oscar adayı kostüm tasarımı da dikkat çekici.

        Film, yönetmen, senaryo dahil toplam 11 dalda Oscar adayı olan ‘Zavallılar’, Lanthimos filmografisinin en sevdiğim işlerinden biri değil belki. Özellikle ilk sahnelerin bana biraz donuk ve aşırı biçimci geldiğini inkâr edemem. Ama Bella’nın özgürlük arayışıyla birlikte seyri keyifli bir filme dönüşüyor.

        7/10