Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Yaşam HT Pazar İzole hayat peşinde koşanlar

        Hatırlarsınız, Jetgiller ve Geleceğe Dönüş’e göre günümüzde teknoloji işlerimizi kolaylaştırıyor ve bizi mutlu ediyordu. Evet, birçok gelişmiş cihaz ve akıllı teknoloji hayatımıza girdi ama işler o filmlerdeki gibi gitmedi, hayal ettiğimiz şeyler olmadı. Hatta bir kısmımız geleceği hayal ederken azımsanmayacak bir grup insan, geçmişe takılı kaldı. Nielsen Entertainment’ın verilerine göre 2014’te dünya genelinde plak satışları yüzde 49 arttı, nostaljik konseptli parti ve konserler para bastı. Antika eşya, özellikle de kitap alım satımı yükseldi. Modada vintage patladı. ABD’de ve Avrupa’da dergi ve gazeteler sanıldığı gibi dijitale yenik düşmedi, aksine satışlar arttı. Daha da ilginç olanı ise şuydu: Elindeki teknolojik cihazın bir üst modelini satın alabilmek için günlerce kuyrukta bekleyenleri görmeye alıştığımız bir zamanda yepyeni bir kitle türedi. İzole hayatları deneyimlemeye çalışan, hatta başka ülkelere göç eden insanların oluşturduğu, üstelik sayıları günden güne artan popüler bir kitle...

        Boston Üniversitesi Anksiyete ve İlişki Bozuklukları Merkezi, kimilerinin neden deniz kenarında ‘cool’ selfie’ler çekmek yerine teknolojiden izole bir tatil tercih ettiğini anlamak üzere bir araştırma yaptı ve son 2 yılda ABD’de dijital detoks imkânı sağlayan otellere giden yaklaşık 2 bin kişiye “Neden detoks otelleri?” diye sordu. İlk üç yanıt; “Her şeyden uzaklaşmak istedim”, “Geleceğe göç etme yarışından zamanı yakalayamadığımı hissediyorum”, “Eskiden elimizdekilerle daha mutluyduk, şimdi mutsuz hissediyorum.”

        Neticede merkezin nurtopu gibi bir teşhisi var: Postmodern Galapagos Sendromu! Bu sendromun ne olduğunu anlatmadan önce üniversitede araştırma görevlisi olan Todd Farchione’nin sözlerini aktarmak isterim: “Dünyanın gelişim hızı insanları büyüledi ama şimdi de davranışsal bağımlılık döngüsüne kapılmış durumdalar. İnsanlar daha az çalıştığı halde sürekli meşgul hissediyor, teknoloji karşısında çaresiz kalsa da onsuz yapamıyor, ayrıca sürekli geçmişe özlem duyuyor ve işlerini teknolojiyle çözdükten sonra boş zamanlarında ne yapacağını bilemiyor.” İzninizle böleceğim ama Farchione’nin sözleri Umberto Eco’nun kitaplarında sıklıkla söz ettiği “Horror vacui”, yani boşluktan duyulan dehşet kavramını anımsattı bana. Eco, meselenin insanların yeni sapkınlıklara yönelmesiyle çözüldüğünün altını çizer. Devam edelim, son olarak Farchione “İzole bir hayata geç kalanlar, kendilerini izole süsü verilmiş yerlere kapatıyor, antika telefonlar kullanıyor ya da Japonya’ya göç ediyor. Malum Galapagos Sendromu’nun çıktığı yer orası ve yüz binlerce kişi bu sendromla yaşıyor” diyor.

        17 YIL ÖNCE 3GKULLANILIYORDU

        Galapagos Sendromu adını bir takımadadan alıyor. Büyük Okyanus’un doğusunda, Ekvador’a bağlı Galapagos Adaları epey uzak ve dünyadan neredeyse tamamen izole. Bu yüzden de hayvan ve bitki çeşitliliği fazla ve oradaki bu zenginlik başka bir yere taşınamıyor. Bu da adeta bir yalnızlık kalesine dönüşen adaları cazip kılıyor. İnsanların binlerce dolar verip izole olmayı tecrübe etmek üzere adalara düzenlenen turlara katılması ironik. Her ne kadar işin büyüsünü bozsa da bu zamanda bu kadar, idare edin... Bu tanımın neden Japonya’yla özdeşleştiğine gelelim. Yüksek teknolojide rakiplerini silkelemesine, milenyumdan sonra akıllı teknolojinin ilk prototiplerini elinde bulundurmasına rağmen Japonya olduğu yerde durdu, üstelik bu bir tercihti.

        Şu sıralar koşu bandında kaç kalori yaktığımızı, kalp ritmimizi söyleyen teknoloji bundan 17 yıl önce, yani 1999’da her gelir grubundan Japon’un elindeki telefonda mevcuttu. O dönem telsiz telefonlarından mail atıyor, biz kablosuz bağlantı nedir bilmezken 3G’yi kullanıyorlardı. Aslını isterseniz şu an dünyanın başını döndüren ısırılmış bir elma değil pekâlâ dev bir yeşil çay yaprağı olabilirdi.

        Uzatmayayım, Galapagos Sendromu da işte tam olarak bu izolasyonu anlatıyor. Günümüzde hologramla yansıtılan şarkıcıyı kapaklı cep telefonlarıyla fotoğraflayan, kocaman dizüstü bilgisayarlarıyla barlarda çalışan Japonlar, dünyanın terk ettiği cihazlara sımsıkı sarılıyor. Üstelik bu tercihleri onlara pahalıya patlıyor; zira Japonlar müzik kanallarına üye olmak yerine hâlâ favori sanatçılarının CD’lerini satın alıyor. (Mühim stream’lerden Japonya’nın şarkı indirme oranı yüzde 7.) İyi de neden

        “Geleceğe göç etme yarışından zamanı yakalayamadığımı hissediyorum.”

        ‘MEKANİKLEŞEN KADERLER...ONLAR GİBİ OLAMAYIZ'

        Matbaadan öncesini, sözlü kültürü anlatan bir kitapta 2 bin 600 yıl önce Çinli bilge Chuang Tzu’nun insanlara anlattığı bir hikâyeye rastlamıştım. Bir adam, çiftçiye işi hızlandırması için çekmeli kuyu sisteminden söz eder. Yaşlı çiftçi şöyle yanıt verir: “Makine kullanan biri işini makine gibi yapar. İşini makine gibi yapanın yüreği de makineye benzer; yalınlığını yitirir, samimiyetini kaybeder. Söylediğin şeyi bilmez değilim ama kullanmaktan utanç duyarım.” İşte ilk nedenlerden biri tam da bu hikâyede var; Japan Times’ta geçen yıl yayımlanan bir haberde genç bir kız dünyadan “Mekanikleşen kaderler... Biz onlardan olamayız” diye söz ediyor. Sendromun yaygınlığının altında geleneksellik ve sosyal bağlar var. Bir diğeriyse McLuhan’ın Endüstriyel aşk eşittir kronik mutsuzluk Araba, çamaşır makinesi ve elektrik yok Bir rivayete göre 1997’de Japonya’da teknoloji şirketleri el altından bir araştırma yaparak insanların cihazlara bağımlılık potansiyelini fark ediyor. Günümüzün dev şirketlerinin bu bilgiye en baştan sahip olduğu dahi söyleniyor. Şayet doğruysa, Japonya’nınki belli ki kritik bir tercih. Öte yandan üzerine binlerce makale yazılan kronik mutsuzluğumuzun altında da cihazlara olan bağımlılığımız yatıyor olabilir. Çünkü bağımlılık, beyindeki ödül mekanizmasına zarar vererek salgılanan dopamine karşı duyarsızlık yaratıyor. Yalnızlığı, kızgınlığı ya da üzüntüyü bir nesne ya da davranış modeliyle unutmaya çalışırken kısa süreli ödül mekanizması devreye giriyor. Ödül sıklaştıkça da duyarsızlık oluşuyor. Üzgünüm ama şu an tam olarak o güzel selfie’nizin kaç like aldığını kontrol edip duran sizden söz ediyorum. Tabii insanları sosyalleşmeye iten, partiler düzenleyen ya da sosyal sorumluluk projeleri geliştirerek durumu kurtarmaya çalışan markaları unutmamak lazım. Teknolojinin faydasız olduğunu, kullananı öldüreceğini düşünenlere “teknofobik” deniyor. Bu kimseler hiçbir teknolojik cihaza el sürmüyor. Gizli teknofobiklerden oluştuğu söylenen ve ABD Smyrna’da yaşayan aşırı Hıristiyan topluluk Amişler’in nüfusu 125 binden 230 bine çıktı. Ve bölgeye göçün her geçen gün arttığı söyleniyor. Ece ULUSUM eulusum@htgazete.com.tr Postmodern Galapagos İzole hayat peşinde koşanlar “Bireyselleşme travması” olarak tarif ettiği, ürünle yalnız kalma korkusu. Yabancı değil, yalnız kalmamak için işten çıkar çıkmaz kendini sokağa atan insanlardan söz ediyorum. Son sözü ise Japan Times’a açıklama yapan fizik profesörü Tetsuhiro Tsukiji söylüyor: “İletişimden pasifize olma kaygımızın da ötesinde, biz aslında eskiyi seviyoruz, hep sevdik!”

        Tsukiji yanılmıyor, BBC’ye göre geçmişten geldiğine inandığımız nesne ve alışkanlıkların bizi daha mutlu ettiğine, dijital ve modern şeylerin ise gelip geçici olduğuna inanma eğilimindeyiz. ABD’deki Iowa Üniversitesi’nin geçen ay yayımladığı araştırma, ülkedeki 35 yaş altı nüfusun son model ürünler almaktansa eski lüks otomobilleri kiralamak, ev partileri vermek, koleksiyon yapmak gibi merakları var. İşte postmodern Galapagos, bunun bir tık ötesi. Geçmişe göç etme çabası beyhude ama “Horror vacui”ye kapılmamak için teknolojik imkanları verimli kullanmaya bakmalı. Aksi halde ileride Japonya’daki 4 bin 500 kişilik küçük Türk nüfusunda hayli artış olabilir! Hatta stajyerimiz Cemre oturma işlemlerini halletti, önümüzdeki ay gidiyor. Yani oldu 4 bin 501!

        ENDÜSTRİYEL AŞK EŞİTTİR KRONİK MUTSUZLUK

        Bir rivayete göre 1997’de Japonya’da teknoloji şirketleri el altından bir araştırma yaparak insanların cihazlara bağımlılık potansiyelini fark ediyor. Günümüzün dev şirketlerinin bu bilgiye en baştan sahip olduğu dahi söyleniyor. Şayet doğruysa, Japonya’nınki belli ki kritik bir tercih. Öte yandan üzerine binlerce makale yazılan kronik mutsuzluğumuzun altında da cihazlara olan bağımlılığımız yatıyor olabilir. Çünkü bağımlılık, beyindeki ödül mekanizmasına zarar vererek salgılanan dopamine karşı duyarsızlık yaratıyor. Yalnızlığı, kızgınlığı ya da üzüntüyü bir nesne ya da davranış modeliyle unutmaya çalışırken kısa süreli ödül mekanizması devreye giriyor. Ödül sıklaştıkça da duyarsızlık oluşuyor. Üzgünüm ama şu an tam olarak o güzel selfie’nizin kaç like aldığını kontrol edip duran sizden söz ediyorum. Tabii insanları sosyalleşmeye iten, partiler düzenleyen ya da sosyal sorumluluk projeleri geliştirerek durumu kurtarmaya çalışan markaları unutmamak lazım.

        17 YIL ÖNCE JAPONYA'DA 3G KULLANILIYORDU

        ARABA, ÇAMAŞIR MAKİNESİ VE ELEKTRİK YOK

        Teknolojinin faydasız olduğunu, kullananı öldüreceğini düşünenlere “teknofobik” deniyor. Bu kimseler hiçbir teknolojik cihaza el sürmüyor. Gizli teknofobiklerden oluştuğu söylenen ve ABD Smyrna’da yaşayan aşırı Hıristiyan topluluk Amişler’in nüfusu 125 binden 230 bine çıktı. Ve bölgeye göçün her geçen gün arttığı söyleniyor.

        Ece ULUSUM

        eulusum@htgazete.com.tr

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ