Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Çok kısa bir süre önce !f film festivalinde izlediğimiz "Tusk", tabiri caizse en tuhaf ve acayip filmlerden biriydi. Filmi izlerken, 'bu nasıl olur ya' diye gönderme yaptığımız sahneler gerçekten de hayret vericiydi. Dünyadaki psikolojisi bozuk insanlara atıfta bulunan film, kimseye inanmayın ve temkinli olun mesajını vererek, dikkatli olmamız gerektiğine dair bizi uyarıyor. Tabi bunu sıradışı yollarla yapıyor. Bazı şiddet yanlısı insanların hayvanları anlamaları ve onlara eziyet etmemeleri için, bir insanı hayvana dönüştüren film, hayvana yapılan istismarı bu kez insanlara yapıyor. Bu sebeple izlenmeyi hak ediyor.

        Bir insanın denizaygırı (Mors) formunda yaşayabileceğine inanan yoktur herhalde? Bu soruya yanıt arayan "Mors Dişi" filmi, hastalıklı ve sapık bir karakterin, geçmişinden ötürü yaşadıkları yüzünden kendine bir kurban belirleyip, onu denizaygırına dönüştürüyor oluşunu konu alıyor.

        Ama bu nasıl mümkün olabilir ki? Kâğıt üzerinde mümkün olabilir belki, ancak pratikte böyle bir şey mümkün değil. Buradan yola çıkan film, eğer bir insan denizaygırına dönüştürülseydi, hayatı nasıl olurdu'yu irdeleyip, tartışıyor. Güzel bir buluş ortaya atan yazar-yönetmen Kevin Smith, bir hayvana insan gözünden bakarak onun ızdırabını yansıtıyor. Kulağımıza çalınan bir bilgiye göre; bu olayın gerçek olduğundan bahsediliyor. Böyle bir şey nasıl gerçek olabilir anlamadık gitti!

        BARBARLIĞIN BÖYLESİ!

        Dünyada o kadar çok saplantılı ve kana susayan insanlar var ki, onlardan her şey beklenir, ama böyle bir şey beklenmez, çünkü bu tamamen insanlık dışı.

        Böyle birinin, kurbanının her yerini tek tek kesmesi (dilini bile) ve sonrasında onu yavaş yavaş denizaygırı formuna dönüştürmesi, nutkumuzun tutulmasına neden oluyor. Belki çok ütopik bir olay, ama böyle bir şeyin gerçek olduğunu düşünmek dahi istemiyoruz. Tabi şu da var: bu noktaya nasıl gelindi acaba?

        İnternette podcast yayını yapan bir karakter getirin gözünüzün önüne, eğer o karakter iş için her yere gidiyorsa orada bir sorun var demektir. Tabi bir de karakter safsa vay haline! Kimin sapık, kimin normal insan olduğunu anlamak biraz güç... Bazen çok normal ve yardımsever görünen kişiler, umduğumuz gibi çıkmayabiliyorlar, bunu iyi bilmek gerek. Karakter, katil adama inanmasaydı denizaygırına dönüşmemiş olurdu belki de...

        Kuzey Kutbu denizlerinde yaşayan yarı sucul bir memeli türü olan denizaygırları, balıkla beslenen sevimli hayvanlardır. Ama filmde denizaygırına dönüşen karakter hiç sevimli değil, bunun da sebebi görsel efektlerin yapaylığı. Sanki karakter bir denizaygırı kostümünün içinde zor hareket eden bir insan gibiydi. O kadar çok belli oluyordu ki kostümü, gözlerine baktığımız zaman gerçekçi olmadığı açıkça ortadaydı. Keşke bu konu üzerine daha fazla eğilmiş olunsaydı.

        "İNSAN HAYVANLARIN EN TEHLİKELİSİDİR"

        Filmin kalbe hançer gibi saplanan tarafı, yarı insan-yarı denizaygırının çiğ balıkla beslenmesiydi, o balığı yerkenki hali, eminiz ki uzun süre gözlerinizin önünden gitmeyecek. "İnsan hayvanların en tehlikelisidir" teorisini ortaya atan film aslında, hikâye anlatımının trükleri üzerine, kanımızı donduran sahneler ekleyerek, kara mizah yoluyla izleyenlerin ilgisini çekmeye çalışıyor. Filmin asıl derdi insanları güldürmesi değil, tam tersine insan ve hayvan arasındaki çizgide yer alıyor oluşu.

        Hikâyeye gelince: Kanada'nın vahşi doğasını geçerek katilin ücra evine ulaşan Wallace, sürekli konuşuyor, ama katil ona kendi hikâyesini anlatmak istiyor. Geçmiş ve bugün arasında köprü kuran katil, sapkınlığını Wallace'tan gizleyerek onu türlü türlü yollarla kandırıyor ki, Wallace'ı istediği gibi yönetebilsin! Hikâyenin merkezinde yer alan Wallace fırlama olduğu için, katilin kin beslemesine neden oluyor, çünkü katil fırlama ve çok konuşan geveze insanlardan nefret ediyor. Sözün özü; Wallace tam katile göre bir kurban...

        'BİR YABANCININ EVİNE GİRERKEN İYİ DÜŞÜNÜN'

        Zaten katilin ücra köşelerde yaşaması, onun tuhaf biri olduğunu simgelemiyor mu? Kimse bu katilin evinin nerede olduğunu bilmiyor bile. Katilin karanlık sırları, Wallace'ın en büyük kâbusu haline dönüşürken, işkence görmesi ise bu duruma tuz biber ekiyor! 'Bir yabancının evine girerken iyi düşünün' diye seyircilere ileti yollayan yönetmen, insanların hiç tahmin etmediğimiz taraflarının olduğunu aktararak, bazı komik sahnelerle filmin yükünü hafifletmeye çalışıyor.

        Filmdeki hayvan karakterini canlandıran bağımsız Amerikan filmlerinin oyuncusu Justin Long, gerçekten de fırlama bir karakter gibiydi, rolünün hakkını veriyordu, ama aynısını katil karakterini canlandıran Michael Parks için söyleyemeyeceğiz. Peki, ya filmde Guy Lapointe karakterini canlandıran Johnny Depp için ne söyleyebiliriz? Kendisini tanımakta zorlandığımızı belirtmeliyiz.

        Tahmini olarak 2.800.000 gibi bir bütçeyle ve 2.35: 1 teknik formatla çekilen film, korku, şiddet ve mizah öğelerini bir araya getirerek, bir buluş filmi yaptığını ortaya koyuyor. Bazı mantık hatalarına rağmen rahatça izlenen film, özgün ve özgür düşüncesiyle izleyicinin hikâye üzerinde düşünmesini sağlıyor. Tamamen bağımsız bir iş yapan yönetmen, yalnızca hikâyedeki anlatacaklarına odaklanarak, bazı detayları görmezden gelip, yer yer kafa karışıklığına sebebiyet veriyor. Neden ve sonuç arasındaki dengeyi kuramadığımız için de, elimizde sadece tuhaf bir hikâye kalıyor.

        KATİL ÖN PLANDA

        Filmdeki katil karakterine fazla yön veren yönetmen, onun geçmişteki maceralarını resimli ve siyah-beyaz görsellerle anlatmayı tercih ettiği için, karakterin hala geçmişte takılıp kaldığını rahatça görebiliyoruz. Geçmişin acısını Wallace'tan çıkaran katilin, psikopat olduğunu saklamakta oldukça başarılı olduğunu da belirtmek gerek.

        Katilin sadece tek bir kurbanı yok tabi ki, öldürdüğü çok fazla kişi olmuş. Bu güzel yansıtılmış, ancak bazı sahneler filmle hiçbir şekilde örtüşmüyor. Örneğin Wallace'ın arkadaşı ve sevgilisinin yaptığı bazı gereksiz eylemler... Mesela 3–4 gün geçmiş Wallace'tan haberleri yok, neden aramıyorlar onu? Çünkü orada görmemiz gereken başka bir çatışma var o da, Wallace'ın arkadaşı ve sevgilisinin beraber oluşları... Wallace ne zorluklarla onları arıyor, ama onlar özellikle telefona yanıt vermedikleri için de mesaj bırakıyor. Mesajı gördüklerinde Wallace'ın dalga geçtiğini düşünüyorlar. Cidden de şaka gibi!

        FİNALDE APIŞIP KALACAKSINIZ!

        İmkânsız gözüken şeylerin bazen gerçeğe dönüştüğünü anlatan film, yaşanılanlar ne kadar saçma da olsa, yaşanılanlara inanmamız gerektiğinin bazen çok faydalı olacağını göz önüne seriyor. Bu yönüyle filmi takdir ediyoruz, ama finali için olumlu hisler beslemiyor oluşumuz, yönetmenin çıktığı yolda başarısız olduğunu gösteriyor. Önemli olan orijinal bir fikir ortaya atıp, onu havada bırakmak değil, havada bıraktığınız zaman filmi boşa perdeye kancallamış oluyorsunuz.

        Mademki filmin finali havada kaldı, o zaman kendimize göre çıkardığımız sonuçtan bahsedelim. Kaba tabirle ifade edecek olursak; argoda hepimizin bildiği 'Ne oldu apışıp kaldın mı?' lafını bu film için söyleyebiliriz, izleyici gerçekten de mors oluyor. Israrla tekrarlıyoruz, bir insanın hayvan formunda yaşaması bilimsel olarak pek mümkün olmamakla beraber, hayvan gibi çiğ balıkla beslenmesi de neredeyse olanaksız. Yani bunun bir açıklaması olmalı, filmde bu açıklamayı görmek isterdik doğrusu... En azından filmdeki espriler başarılı, saçmalıkları bir kenara bıraktığımızda bazı şeylere daha fazla odaklanabiliyoruz. Final mantıksız olmasına karşın, bazı duyguları da harekete geçirmiyor değil. 'Nasıl yani?' diye apışıp kalıyor oluşunuz da cabası!

        Diğer Yazılar