Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Bugünden sonra çok daha hareketli bir seçim sürecine giriyoruz. Üç haftadan daha az bir süre var. Ayrıca sahadaki durumu daha iyi ölçebileceğimiz bir ortam da oluşacak.

        Önce yaşadığımız büyük afet, ardından Ramazan ayı ile birlikte seçimle ilgili hareketlilik ister istemez yavaşladı ya da özellikle deprem bölgesine yöneldi. Keşke öyle devam etse.

        24 Nisan itibarıyla mitingler, açılışlar, esnaf ziyaretleri, televizyon programları ve elbette sosyal medya, siyasetin ve siyasetçinin gündemini oluşturacak.

        Millet İttifakı tarafında kampanya denilince yapılıp edilen hemen her şeyin CHP merkezli yürüdüğü ortada. Kampanyanın genel mantığı ise, ana hedef olarak iktidarı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı eleştiren, ama bunu olabildiğince ekonomi merkezli olarak sürdüren bir kulvarda ilerliyordu.

        Uzun zamandır peş peşe yayınlanan videolarda Kemal Kılıçdaroğlu’nun verdiği mesajların ana teması da böyleydi.

        Kürtler ve Alevi başlığıyla çekilen iki videonun, burada ayrı bir yer tuttuğunu söyleyebiliriz. Burada sadece başlıkların değil, kullanılan dilin de siyasi riskleri olduğu çok açık.

        RİSKİ GÖZE ALMAK

        Ancak CHP kurmayları ve Kılıçdaroğlu bu riski göze almış görünüyorlar. Başka bir deyişle bu hamlelerin önlerini açacağı fikrindeler.

        Buna cevap vermek için elbette erken. Özellikle Alevi başlıklı videoda verilen mesajların, bu alandaki tartışmaları, ayrışmaları geride bırakmamıza katkı sağlayacağını savunanlar var.

        Tam tersine, zaten hassas olan bir konuda varolan ayrışmayı daha da derinleştireceğini düşünenler de.

        Ancak eğer toplumsal barışa katkısı açısından bakılacaksa, öncelikle yukarıdaki iki ana görüşten hangisinin doğru ya da gerçekçi olduğundan çok; bu görüş sahiplerinin samimiyeti daha önemli.

        Biraz daha açarsak şöyle anlatabilirim.

        Kılıçdaroğlu’nun bu çıkışını büyük bir sorunda bazı tartışmaları geride bırakmaya yönelik bir katkı olarak görenlerle; ayrışmayı derinleştireceğini düşünenler aynı samimiyet zemininde buluşabilirse bu çok değerli.

        Her ikisinin de ülkenin geleceğine dair bir kaygı taşıması, sorunun çözümüne katkı sağlayacaktır.

        Bunun tersini ifade eden yaklaşımları yazmayı bile gereksiz buluyorum. Açıkçası tanımı zor, geçmişi sıkıntılı, tarafların aşırı duyarlı olduğu bir meselede böyle davranmak daha doğru geliyor bana.

        SICAK TARTIŞMANIN ZORLUKLARI

        Bir nokta daha. Bu denli hassas meselelerde, çözüm bir yana, “yönetilebilir” bir çizgi oluşturmak, anlık ve sıcak tartışmalarla, hızla cevap ve karşılık vermenin gerektiği süreçlerde, örneğin bir seçim atmosferinde ne kadar mümkün; gerçekten çok zor.

        Biraz geriye giderek AK Parti hükümetinin, dönemin devlet bakanı Faruk Çelik’in koordinasyonunda ve yine kıymetli akademisyen Necdet Subaşı’nın katkılarıyla gerçekleşen Alevi Çalıştayları’na gözatmakta yarar var.

        Bu toplantılar serisinde gerek Alevileri temsil anlamında, gerekse soruna kafa yormuş önemli isimler düzeyinde ciddi katılımlar ve geniş bir yelpaze ortaya çıktı.

        Elbette tartışmaya ve eleştiriye açık, son derece kapsamlı bir nihai metin de sunuldu.

        Şimdi bunu hatırlatınca genelde şuna benzer eleştiriler geliyor ardı ardına. “Verilen sözler tutulmadı. Hükümet çalıştayları yaptı ama devamını getirmedi, getiremedi.”

        Bu eleştirinin haklı yanları var, ancak eksik tarafı da fazlasıyla görülmeye değer.

        İLGİSİZLİK VE TEMBELLİK

        Öncelikle hiç mazeret aramadan söyleyelim. Türkiye’de okur-yazarlar, bu alandaki tartışmalara soğukkanlı bir ilgi gösterebilmekten çok uzak. Kolayca taraf olunabilen bir zeminde, ortaya kalıcı çözümler koyabilmek zor. Hadi onu başardınız, ki çalıştaylar gerçekten ciddi katkı oluşturdu, bunun devamlılığını sağlamak çok daha zor.

        Bunun adı da ilgisizlik ve tembellik ne yazık ki.

        Bununla bağlantılı olarak ikincisi, bu ilgisizliğin seçim zamanları dışında siyasete de bulaşmış olması. Sıkıştırılmış zamanlarda ortaya konulan yaklaşımların, hele de seçim süreci gibi tansiyonu yüksek dönemlerde sağlıklı katkı sunması beklenemez.

        Bugünkü durumda CHP liderinin cumhurbaşkanı adayı olarak kendi kimliğini tarif ve ilan etmesi, bir ön açıcı tavır mıdır, yoksa daha ayrıştırıcı bir etki mi yapar sorusunu bile, yine keskin bir kamplaşma diliyle tartışmak zorunda kalıyoruz.

        Siyasetin entelektüel alanla sağlıklı bir ilişki kuramadığı her sorunda, bir de buna yukarıda söylediğim ilgisizlik eklenince tartışmalardan katkı beklemek çok da anlamlı görünmüyor.

        Diğer Yazılar