Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Büyük yanılgılar, beraberinde büyük yenilgileri getirir.

        Türkiye’de hemen her seçim döneminde yükselen tansiyon, siyasi partilerin ve siyasetçilerin gerçekle yüzleşmek yerine, hoşlarına giden hikayeyi tercih ettikleri bir atmosfer oluşturuyor.

        Kuşkusuz bunu besleyen temel bazı sorunlar da var. Öncelikle karar vericilerin sağlıklı bilgilenmesini sağlayacak düzeyde ve nitelikte verilerin yeterince üretilmediği bir ülkede yaşıyoruz. Siyasetçinin bu yönde kuvvetli bir talebi olmadığı da malum.

        İkincisi, yine karar vericilerin politika üretmesine katkıda bulunacak kesimlerin, en az siyasetçiler kadar, hatta bazen onları bile geride bırakacak düzeyde politize olmaları. Son bir yılda özellikle muhalefet cephesine destek veren ya da sempatiyle bakan entelektüel alanda hatırı sayılır bir “partizanlık” var.

        İktidar tarafında durum çok mu farklı diyenlere elbette ciddi bir itirazım yok. Ancak burada şöyle bir temel farklılığa dikkat çekmek istiyorum. Muhalefeti destekleyen okur-yazarlar, pek de yabana atılmayacak bir tepeden bakışla ülkemizin entelektüel hayatının merkezinde kendilerini görüyor. “Sağcıdan aydın olur mu”ya kadar giden eski bir tartışma bu.

        Şu halde kendilerinden daha fazla soğukkanlı ve nitelikli yaklaşımlar ve “iktidarı gönderelim gerisi kolay” söylemini aşan açılımlar beklemek fazlasıyla hakkımız olsa gerek.

        Kuşkusuz bu genellemelerin dışında kalan, her biri Türk düşünce hayatına büyük katkılar sağlayan ve söz konusu siyaset olunca aynı nitelikte yaklaşımlar ortaya koyan pek çok isim var. Ancak seçim dönemlerinin medyatik kıskacında onlara mikrofon uzatıldığını pek göremiyoruz.

        Dolayısıyla da sonuçta önümüzü göremiyoruz.

        VESAYETSİZ SİYASETİN DEĞERİ

        Önceki gün AK Parti’ye kuruluşundan itibaren emek veren bir isim sohbetimizde şu cümleleri kurdu: “Türkiye’yi yönetmeye talip olanların farkında olmadığı bir gerçek var. Pek çok vesayet odağının ve siyaseti esir alma alışkanlığında olan güç merkezinin ortadan kalktığı, zayıfladığı bir ülkeyi yönetecekler. Bunun ne kadar büyük bir konfor olduğunun farkında değiller.”

        Kesinlikle değiller. Bu tespite şunu eklemek istiyorum. Türkiye’de özellikle son 20 yılda demokrasi adına verilen mücadelede alınan mesafe ve kazanımlar, açıkçası büyük bir haksızlıkla birkaç başlığa sığdırılmak ya da sıkıştırılmak isteniyor.

        Bu yaklaşımın bizi getirdiği nokta şurası. “Başörtülü kardeşlerimizin endişesi olmasın. Onların hakları bize emanettir. Bana inanmıyorsanız, ittifakımızdaki şu arkadaşımız teminatımızdır.”

        Gerçekten böyle mi? Bu kadar mı?

        Elbette eğitim başta olmak üzere hayatın pek çok alanında inanılmaz haksızlıklara ve dışlanmaya uğrayan insanlarımızın temel bir hakkının alınması büyük bir adımdı; Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AK Parti bunu sağladı.

        Bu alanda son derece kötü sicile sahip olan siyaset ya da siyasetçilerin, artık duyarlı olduklarını ilan etmeleri de her şeye rağmen önemli.

        Peki asıl büyük sorunla, yani diğer tüm sorunların kaynağı olan güç merkezleriyle verilen mücadele? Bunun kıymeti yok mu? Anılmaya değmez mi? Bu mücadelenin kesintisiz olması gerektiği ve dolayısıyla da iktidara talip olan her siyasetçinin bu yöndeki duruşunu ilan etmesi önem taşımıyor mu?

        ELEŞTİRİ VE HAKKI TESLİM ETMEK

        Aktardıklarımın hiçbiri ülkemizin demokratik hayata dair eksikliklerini inkar eden bir yaklaşım içermiyor. Elbette atılması gereken çok adım var. Bu yönde de iktidarı eleştirmek gerekiyor. Ancak bu eleştiriler bazı hakları teslim etmeye engel olmamalı.

        Az önce vurguladığım gibi vesayet odaklarıyla mücadele ihmal edildiği anda, o tehdit yeniden karşınıza çıkabilir. Heveslisi hala var bu işlerin.

        Şu halde kendisini entelektüel hayatımızın biricik sahibi ve hamisi sayan kimilerinin; demokrasiyi ve ülkeyi kendi oyuncağı gibi gören zihniyetle verilen mücadeleyi, siyasete talip olan herkese önermesi ve tartışması gerekmez mi?

        Bunlardan bir kısmının, o vesayet odaklarıyla kurduğu ilişkilerin kendilerine sağladığı alanları yitirmesi midir mesele? Milletin meşru oylarıyla gelen iktidarların bu yöndeki kazanımlarını ve başarısını küçümsemek, yok saymak yerine; daha kararlı bir perspektif gerekmiyor mu?

        Vesayet karşısında gösterilen tavır, gelecekte ne yapmak istediğinizin de aynasıdır.

        Diğer Yazılar