Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        1- SON dakikada mucizevi bir Macron bulunamazsa ulusalcı tabanın baskısıyla muhalefetin Cumhurbaşkanı adayının İlker Başbuğ olacağı anlaşılıyor. Siyasette etkileri hâlâ var mı, emin değilim ama tam da İzmirli teyzelerin gönlünden geçen prototipe uygun bir aday olur. Mağduriyetse mağduriyet, üniformaysa üniforma, babacan tavırlar, entelektüel bir portre...

        2- İlker Başbuğ’un da kendince bir kamuoyu yoklaması yaptığı söylenebilir. Kumpasla hapsedilip çıktıktan beri yavaştan kendisine bir taban yaratıyor. Askerler Çevik Bir gibi birkaç abartılı istisna dışında ne olursa olsun medyada bu kadar yer almazdı. Oysa Başbuğ “Halk Arenası” gibi programlarda yer alıp “Ben de varım” mesajı veriyor.

        3- Görevdeyken bile medyayı çok seven, medyayla iletişim halinde olan bir Genelkurmay Başkanı’ydı İlker Başbuğ. Askeri tarihin en geniş katılımlı öğlen yemekli basın toplantısını düzenledi mesela. (Davet edildiğim tek Genelkurmay etkinliği.) Askere kumpas düzenlenirken, Türk Ordusu’na FETÖ sızarken ve delik deşik olurken bile o hâlâ Taraf Gazetesi’ne basın toplantılarıyla laf yetiştiriyordu. Mikrofonu ve kameraları seven bir komutandı.

        4- “Afrin siyasete malzeme edilmesin” çıkışı, İlker Başbuğ’un seçim kampanyasının başlangıcı mı? Siyaset arenasında nasıl bir performansı olabileceğinin denemesi. “Siyasete malzeme edilmesin” derken bizzat kendisi siyasi bir tartışmayı açıyor, tam da beklediği gibi siyasilerden yanıt alıyor. İlk sınavda başarılı olmadı.

        5- Cumhurbaşkanlığı eskiden olduğu gibi göstermelik bir makam olsa o koltukta sembolik olarak oturacak daha iyi bir isim bulunamaz. Oysa icracı başkanlık sisteminde o koltukta oturan kişinin sadece bir simge değil, aynı zamanda yürütücü bir siyasetçi olması bekleniyor. Yeni sistem bir yandan Cumhurbaşkanı’nın yetkilerini genişletirken o koltuğu da gündelik siyaset ve uygulamaların içine soktu. Eskiden olduğu gibi Cumhurbaşkanı’ndan sadece devleti temsil etmesi beklenmiyor.

        6- İlker Başbuğ’un icracı bir geçmişi yok. Seçmenin “yapan adamları” sevdiği yeni bir bulgu değil. Trump’ı da, aslında Macron’u da seçim zaferine götüren, Erdoğan’ın da popülerliğini korumasına neden olan iş bitirebilme özellikleri ya da vaatleri. Muhalefetin adayının koltuğunda projeler ve vaatlerle gelmesi gerekiyor. İlker Başbuğ yol yapmaktan, hizmet dağıtmaktan, gelir adaletsizliğinden bahsedip “iki anahtar” falan dağıtmayı mı önerecek? Onu seçim meydanında, seçmenle tokalaşırken, köylerde bağdaş kurarak çay içip oy isterken düşünebiliyor musunuz? İşte o yüzden imkânsız bir aday.

        7- Yaşadığı mağduriyet görevde olduğu süre boyunca Başbuğ’un yetersiz bir Genelkurmay Başkanı olduğunun gerçeğinin görmezden gelinmesine neden oluyor. Orduya yönelik asimetrik bir savaş yürütülüp bunun da tarafları belliyken süreci yönetemedi. İlk kez onun döneminde Kozmik Oda’ya girildi. Askere onun döneminde güven azaldı, siyaseten sorgulanabilir oldu. Bütün bu süreçlerde ise Başbuğ sadece basın toplantısıyla “şikâyet” etti. Darbeye karşı durmuş sivil bir aday ile kendi ordusuna bile sızıntıyı önleyememiş bir askerin rekabetinden kim galip gelir?

        ***********

        AĞIR CEZA BU YÜZDEN VAR

        İZMİR’de 14 yaşındaki kız çocuğuna tecavüz ettikleri suçlamasıyla yargılanan üç sanığa toplam 223 yıl hapis cezası verildi. Hukuka inancımızı, vicdanlı hâkimlerin olduğunu gösteren bu kararın hepimizi sevindirdiğine eminim.

        Kanunda bu ağır cezalar böyle suçlar için var; caydırıcı olması, emsal teşkil etmesi ve önüne geçilmesi için.

        Öte yandan üç gazeteciye ağırlaştırılmış müebbet cezası geldi. Eski kanunda olsa karşılığı idam olacak. Sevin sevmeyin, Nazlı Ilıcak ve Altan kardeşler idamı hak edecek ne yaptı? Yanılmak, yanıltmak, yanlış pozisyon almak bu kadar ağır suçsa eminim hepimizi astıracak onlarca bahane bulunur.

        TEMYİZ UMUDU

        Olağandışı sertlikteki bu kararın anlamını çözmeye, gerçek olamayacağını düşünürken beklediğim yanıt Cumhurbaşkanı danışmanı da olan gazeteci İlnur Çevik’ten geldi.

        “Görülüyor ki iş FETÖ davası oldu mu bazı yargıçlar ‘Cezayı keselim bu işten kurtulalım, sonra temyiz safhasında düzeltme yapılır’ gibi bir tutum içindeler” diye yazıyor.

        Bu ağır cezanın temyizden dönmesi gerekiyor, ama keşke hukukta bir standart olsa ve suça göre ceza kesilse. Sanırım alınacak çok yol var.

        Nazlı Ilıcak ve Altanlar’ın “yanılma” suçuna karşı onları asıl yargılaması gereken makam “entelektüel vicdan” halbuki.

        ***********

        ŞEKİL Mİ SES Mİ?

        BU sene Oscar yarışının en iddialı filmlerinden “Shape of Water” nihayet Türkiye’de de vizyonda. Soğuk Savaş döneminde sıra dışı bir aşk hikâyesini bilimkurgu teknikleriyle anlatan filmde su bir metafor olarak kullanılıyor; girdiği kabın “şeklini” alan bir madde olarak.

        Bizde ise “Suyun Sesi” diye çevrildi. Şekil nerede, su nerede... Herhalde filmin yaratıcısı Guillermo del Toro istese filmine “Suyun Sesi” adını verirdi değil mi?

        Filmin Türkiye’deki dağıtımcısı TME’ye bu tercihlerinin nedenini sordum.

        AÇIKLAMA GELDİ

        “Fox, film isimlerinde orijinalinden çok uzaklaşmadan seçim yapmamızı istiyor. ‘Suyun şekillendirdiği’ gibi kulağa zor gelen bir isim tercih etmek yerine ‘Suyun Sesi’ ismini seçtik” dediler.

        Daha doğru ve kulağa zor gelmeyen “Suyun Şekli” akıllarına gelmemiş herhalde. Bir takipçimin dediği gibi “Suyun Sureti” daha da güzel olurmuş. Neyse, afişlerdeki tercümeye aldanmayın “Suyun Şekli”ni izleyin.

        ***********

        ADETA BİR İŞARET

        GERÇEKÜSTÜNE inancım olmasa da bazen işaretler beni tuhaf düşüncelere sürüklüyor. Babamın öldüğü gece haberi almamdan birkaç dakika önce rüyamda onunla ilgili bir kâbus görüp uyanmam mesela. Evren türlü titreşimler arasında bir şey diyor, ama ne dediğini anlamıyorum.

        Bugünlerde ev taşımaya hazırlanıyorum, yavaştan eşyalarımı topluyorum.

        Önceki gün bir defterin üzerine yapıştırılmış bir post-it’e yazılmış bir telefon numarası buldum. Geçtiğimiz günlerde kaybettiğimiz ünlü doktor Agop Kotoğyan’ın telefonu. Kim bilir ne zaman ne vesileyle aldım bu numarayı; neden hiç aramadım acaba...

        Dahası neden bu not ölümünden birkaç gün sonra karşıma çıkıverdi.

        Diğer Yazılar