Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Vaktinin çoğunu Beverly Hills’de al fresco masalarda bazıları akrabası olan genç Arap erkeklerle geçiren Mohammed Hadid sık sık Filistinli kimliğini de hatırlıyor. Bazen bol mezeli, kebaplı bir akşam yemeği sofrasında, bazen de siyasi çalkantılar sırasında. Ama her zaman Instagram hesabından ta Ortadoğu’ya uzanıyor. Manken kızları Gigi ve Bella, oğlu Anwar da Filistin asıllı babalarının kökenine sahip çıkıyor. Tıpkı yakın arkadaşları Kim Kardashian’ın Ermeni kimliğini sahiplenmesi gibi. Oysa ne genç Hadid’ler ne de Kardashian’lar etnik kimlikleriyle büyüyen insanlar değildi. Baba Robert Kardashian her ne kadar diaspora’nın şehrinde yaşasa da Ermenilerle çok içli dışlı değildi. Ama zamanla çocuklar ailelerinin pek de üzerinde kimliği fark etti, üzerine gittiler.

        Kim Kardashian’ın yıllardır sürdürdüğü çabalar karşılık verdi, sonunda bir Amerikan Başkanı açık açık “Ermeni soykırımı” dedi. Hadid ailesi de ABD’de Filistin davası konusunda bir uyanışa neden olacak mı? Mağduriyetlere karşı hassasiyet gösterilmesi ve mazlumun yanında durulmasını öğreten “wokeness” akımı nihayet Filistin davasına da uzanmış görünüyor. Belki de ilk kez hem ana akım medyada hem de sosyal medya platformlarında Filistin’e destek daha evvel görülmediği üzere artıyor. “Ermeni Soykırımı” denmesini yıllardır savunan New Jersey Senatörü Robert Menendez net bir İsrail yanlısı mesela, ama o bile çocuk ölümlerinden ve son günlerdeki İsrail saldırılarından rahatsızlık duyduğunu söylüyor. Hayata Brooklyn’li bir Yahudi olarak başlayan Bernie Sanders önceki gün New York Times’a yazdığı makalede ABD’nin İsrail’in her yaptığını savunmaktan vazgeçmesi gerektiğini vurguluyor. Demokrat Parti’nin içinde artık Filistin kökenli bir meclis üyesi var örneğin; sosyalist ve ilerici kanat da partileri “İsrail’in var olabilme hakkı,” dediğinde “Peki ya Filistinliler­?” diye itiraz ediyor.

        MAĞDURİYETLERDE AYRIM OLMAZ

        Bugüne kadar ortalama bir Batılının İsrail-Filistin çatışmasına dair algısı ana akım medyanın çerçevesini çizdiği kadardı. Bir yanda Arafat’ın ellerine tüfek verdiği 12-13 yaşındaki çocuklar, intihar bombacıları, diğer yanda da tarih boyunca baskı altında yaşamış ve var olmaya çalışan mağdur bir halk. Bu çerçeveleme İsrail’e yönelik her türlü eleştirinin Anti-Semitizm olarak değerlendirilmesinin yolunu açtı. Özellikle 9/11 sonrası dünyada Filistinlilerin hakkını savunmak da terörizmi, radikal İslam’ı desteklemek anlamına geldi. 2000’lerin ortasından başlayarak Avrupa’da yayılmaya başlayan Yahudi karşıtlığı efsane gazeteci Oriana Fallaci’nin “Avrupalılardan utanıyorum,” diye isyan etmesine neden oldu.

        REKLAM

        Bugün az da olsa Batı’da İsrail-Filistin çatışmasına yönelik rüzgar değişiyor, çünkü “wokeness” akımının başarıya ulaşması için mağduriyetler arasında ayrımcılık yapmaması gerekiyor. Gelir adaletsizliğine yönelik gösteriler, geçen yaz ülkeyi sarsan “Siyahların Hayatı Önemlidir” (BLM) protestoları, #MeToo, LGBT+, “Çin virüsü” yüzünden Asyalılara yönelik saldırılara karşı oluşan bilinç, Türkiye’nin hoşuna gitmese de “Ermeni Soykırımı” ifadesi derken sıra Filistin’e geldi.

        Yükselen nefret söyleminin Filistin’in mağduriyetine katkısı olduğu söylenemez. Arap ülkeleri sesini çıkartmazken istikrarsız dış politikasıyla Türkiye’nin “one minute”la başlayarak, ardından da yardım gemisi kriziyle İsrail’le karşı karşıya gelmesi Batı’yla da köprüleri atması anlamına geldi. Türkiye’nin kendi demokrasisiyle ilgili sorunlar da başka davaları sahiplenmesiyle ilgili samimiyetini zedeledi.

        Bugün yurtiçinde ne kadar yüksek sesle Filistin’in yanında yer alsa da dünya Türkiye’nin sesini duymuyor, Hadid ailesi kadar yankılanmıyor. Türk hükümetinin dünyadaki mağduriyetler arasında tercih yapması, sadece işine gelen konuda infiale gelmesi bunun bir nedeni değil mi?

        BLM’in Filistin konusunda bilinç oluşturması için katkısı büyük. Malcolm X’ten bu yana siyahlar ve Müslümanlığı seçen siyahlar Filistin halkının mücadelesiyle kendileri arasında paralellik kurarlar. Başlarını kamuoyunun tanıdığı siyah isimlerin çektiği ekipler düzenli olarak Filistin’e gider, bildiklerini Amerikan kamuoyuna aktarır. Hip-hop’ın ana akımda kabul görmesi de önemli bir aşama. Birkaç sene önce Time dergisine rap’çi Vic Mensa bu ziyaretin ardından görüşlerini yazmıştı. İklim ancak onlara yetişti.

        AKILLI TELEFONLARIN ETKİSİ

        Eski Amerikan Başkanı Jimmy Carter ta 2006 yılında İsrail’in Filistin saldırılarından korunmak için ördüğü duvarın Filistin topraklarında olmasına dikkat çekmiş, bu agresif politikayı “apartheid” diye adlandırmıştı. Mısır ve İsrail arasındaki barışın mimarı Carter elbette İsrail’in var olma hakkına dikkat çekiyordu, ama bunun karşılığının Filistinlileri yok etmek olmaması gerektiğini dillendiren en yüksek sesti. Obama ve Clinton bile Carter’a mesafe koydu sonradan. Koroyu büyük İsrail destekçisi Harvard hukuk fakültesinin en ünlü öğretim üyesi Alan Dershowitz’in çektiği isimler medyada Carter’ı, bugünün moda tabiriyle, “iptal” ettiler.

        REKLAM

        Dershowitz’in adı bugün pedofil-sapık Jeffrey Epstein’le anılıyor. Dün New York Times’ın da paylaştığı ve sosyal medyada yüzbinlerce insan tarafından yayılan kısacık bir video Carter’ın haklılığını ortaya koyuyor.

        Filistinli bir aile topraklarına yerleşmeye çalışan Ortodoks Yahudi’ye “Evimizi çalıyorsunuz,” diyor. Karşılığında aldıkları cevap İsrail yerleşim birimlerinin haksızlığını ve absürtlüğünü on binlerce sayfalık kitaptan daha iyi özetliyor: “Ben çalmasam başkası çalacak, sizin için değişen bir şey yok ki.”

        Tıpkı Çin rejiminde baskı altında yaşayanlardan gelen sızıntılar gibi Filistinli göstericiler İngilizce hazırladıkları video’larla dünyaya seslerini duyurmaya başladı. Tıpkı BLM’de olduğu gibi bu uyanışın bir nedeni de Filistin davasındaki en büyük silahın AK-47 değil akıllı telefon olması. ABD’de polis cinayetlerini belgeleyip mahkumiyetlere neden olan akıllı telefon kamerasını Türkiye yasaklıyor. Oysa akıllı telefonlar bize İsrail ve Filistin’de bir başka çözüm olabileceğini de ilk defa gösteriyor. ABD ve AB’nin terörist saydığı Hamas’a, sadece şiddeti yükselterek kendi koltuğunu korumaya çalışan dibine kadar yolsuzluğa batmış Netanyahu’ya rağmen. Yavaş yavaş, istikrarlı, ama tam zamanı şimdi.

        Günün mana ve önemi

        Günün mana ve önemi
        0:00 / 0:00

        Kendi eski yazısından alıntı yapacak yaşa gelmedim henüz, buna minnettarım. Ama mümkün olduğunca her 19 Mayıs’ta “Ah nerede o eski bayramlar,” temasına değinmek istiyorum. Daha önce çeşitli mecralarda, bu gazetede de bu konuyu yazdım. Türkiye’nin yaşadığı yakın tarihli dönüşümde 19 Mayıs’ın unutulması, geri plana atılması bir dönüm noktasıdır.

        Türk liberallerinin pek çok günahı arasında bunun da ayrı bir yeri vardır.

        Daha sonra kendilerine “kullanışlı aptallar” diyen Genç Siviller adlı şaibeli bir grup son derece masum görünen bir etkinlikle 19 Mayıs’ı stadyumlardan çıkarma kampanyası başlatmıştı. Türkiye Cumhuriyeti’nin bütün gelenekleri gibi “Gençlik ve Spor Bayramı” da yok edilesi bir simgeydi. Stadyumlardan çıkartıp nereye koymak istediklerini sonraki yıllarda bu ekibin kurdukları siyasi sallantılarda ve karanlık ilişkilerinde gördük.

        19 Mayıs’ın stadyumlarda olması kötü bir şey miydi? Anadolu’da belki de ilk kez gençler kızlı erkekli o stadyumlarda bir araya geliyor, sosyalleşiyordu. Bu kutlamalar karanlık şehirlerde pek çok insan için genç olunacak başka bir dünyanın da habercisiydi.

        Daha önce de hatırlattım, Türk liberali ya kullanışlı olduklarından ya da aptallıktan hatırlamıyor olabilir. 19 Mayıs zaten stadyumlardan da çıkmış, 90’larda bugünkünden çok daha ilerici olan sosyal demokrat belediyeciliğiyle Ortaköy Meydanı’nda bir konserle kutlanmıştı. O konserde Bulutsuzluk Özlemi’nin “Sözlerimi Geri Alamam” şarkısı o gün de tıpkı Gezi sırasında Taksim’de bir piyanodan yankılandığı gibi gençliğin umut marşıydı. Bütün bunları unuttuk sayılır. Ama en azından gençliğine hala sıkı sıkıya bağlı kalmaya çalışan biri olarak bu 19 Mayıs’ta bir kez daha hatırlatmak istedim. Umarım hatırlamamın gerekmediği günler de gelir. Liberalleriyse asla affetmeyeceğim; sözlerimi geri almayacağım.

        Diğer Yazılar