Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Dün başta New York Times’da ve başka gazetelerde Facebook’tan sızan bilgilerle ilgili haberleri okurken Mark Zuckerberg’in bütün dünyaya verdiği onca zarara rağmen hala tam bir nefret objesine dönüşmemesini düşündüm. Eski bir Facebook çalışanı önce Wall Street Journal’a sızdırdığı belgelerin daha fazlasını bu aralar farklı yayın organlarıyla paylaştı, bugünlerde de arka arkaya bu yönde haberler yapılıyor. Facebook’un nefret söylemini körüklediği, Hindistan’da dini nefreti yaydığı, ABD’de yalan haber ve dezenformasyonun yayılmasına göz yumduğu gibi bizzat aracılık yaptığı, 13 yaşındaki kızların ruh sağlığını bozduğu gibi bilgileri bu sızıntılardan öğreniyoruz. Dünyada hiçbir zengin birçoğumuzun hayatına doğrudan Mark Zuckerberg kadar zarar vermemiştir, ama küresel ölçekte ortak bir düşman değil. Herhangi bir ülkenin lideri çıkıp da siyaset kürsüsünden “Ey Zuckerberg,” diye ona hala meydan okumuyor. Oysa en çok tokadı hak eden habis bir yaratık o.

        Ama bir George Soros muamelesi görmüyor. Peki Soros kim?

        Demokratik geleneği olmayan ülkelerin ancak yetiştirilerek demokrasiyi öğreneceklerine inanan bir idealist, servetini dünyada sınırların olmadığı bir açık toplum kurmaya harcamış, baskı rejimlerine alternatif olarak liberal demokrasiyi ön plana çıkarmış bir hayırsever. Bu dava Soros için kişisel, çünkü İkinci Dünya Savaşı’ndan kaçmak zorunda kalan bir Yahudi olarak totaliter devletlerin tehlikesini bizzat yaşamış biri.

        REKLAM

        BU BİR BOND FİLMİ DEĞİL

        Hakkındaki tevatürleri bırakıp Soros hakkında biraz okuma yaptığınızda karşınıza dünyayı yönetmek isteyen bir Blofeld çıkmıyor. Ne kadar zorlarsanız zorlayın dünya bir Bond filmi, Açık Toplum Vakfı da Spectre adlı gizli bir örgüt değil. Açık Toplum’un ideallerine, hayırsever faaliyetlerine, sivil toplumculuğa karşı çıkabilir ya da alternatif önerebilirsiniz elbette. Açık toplumların iyisi yüksek sesle her konuyu tartışanıdır zaten. Biz açık toplum olmadığımız için Soros’tan da “Küçük Soros” diye aşağılanan Osman Kavala’dan da hayali bir düşman yarattık.

        Başta iyi, hoş, eğlenceli falandı her taşın altında Kavala’yı bulan bu düşmanlık. Kavala ve çevresiyle alakam yok, benden hoşlandıklarını da zannetmiyorum. Ama dört senedir ortada hiçbir inandırıcı iddianame bulunmadan, AİHM kararına rağmen içeride tutulmasını da en hafif tabirle bu düşmanlığın tadının kaçması olarak görüyorum.

        Tadı kaçtı, çünkü bedeli ağır olmaya başladı. Sadece içeride unutulan bir insan için değil, bu tutukluluğun bedeli Türkiye’ye de ağır artık. Gönül ister ki Türkiye Cumhuriyeti’nin temsilcileri başka ülkelerde gördükleri demokrasi ve insan hakları ihlalleri hakkında seslerini yükseltsin. Cumhurbaşkanı Erdoğan için Filistin kişisel bir dava örneğin, bu yüzden sık sık İsrail’in baskıcı tutumunu da – çoğu zaman haklı olarak – eleştiriyor. Bu bağlamda demokrasi konusunda bizden daha ileri durumda olan ülkelerden de hiçbir ikna ediciliği olmayan bir iş adamının içeride tutulması için itiraz gelmesi kabul edilebilir değil mi? Keşke Türkiye de demokrasi konusunda öncü bir ülke olsa ve başka ülkelerdeki ihlallere sesini çıkarabilse. Ama önce kapımızın önünü temizlememiz gerek.

        REKLAM

        DÜNYAYA AÇIKLAMAK İMKANSIZ

        Kavala’nın içeride tutulmasının dış dünyaya hiçbir ikna edici açıklaması yok. Onun yurtdışında bağlantıları olan, tanınan biri olmasıyla da ilgili değil büyükelçilerin açıklamaları. Elbette tanınırlığının etkisi var, ama Batı’dan gelen bu uyarıyı Türkiye’deki demokrasinin gelişmesini isteyen, bunu önemseyen, Türkiye’den umudu kesmeyen dostlarımız olmasına bağlamak saf bir iyimserlik mi olur? Herhangi bir objektif kritere göre bu tutukluluğun ikna edici bir tarafı olsa başka ülkelerden de ses yükselmezdi herhalde.

        Ancak Osman Kavala bizdeki kolektif bilinçaltında tıpkı Soros gibi bir takıntıya dönüştü. Kimse Kavala’yı tanımıyor ama birtakım olağanüstü güçler atfediyor. Ben de şahsen tanımıyorum ama en azından ne yaptığını biliyorum. Soros’u da tanımıyorum, ama en azından açıp bakıyorum bu adam ne yazıyor, ne düşünüyor, ne yapmış diye.

        Osman Kavala hakkında kendimi yazmak zorunda hissediyorum çünkü hem ulusalcılar hem de muhafazakarların aynı kayıkta buluştuğu bu takıntının bedelini daha fazla Türkiye’nin ödemesini istemiyorum. Bu gibi çıkışların zaten kırılgan ekonomiye ne kadar etkisi olduğunu görüyoruz.

        Yeteri kadar yazılırsa Osman Kavala hakkındaki üretilen hayal edilmiş düşmanlık bir parça azalır mı? Doğrusu dönüp dönüp Osman Kavala hakkında yazmaktan da sıkıldım, çünkü söyleyecek sözlerim hep aynı. Kavala sadece hayırsever bir işadamı ve keşke paralarını Türkiye’de demokrasiyi ilerletmek gibi imkansız bir hedef için değil de kendi keyfine harcasaydı. Değmediğini dört yıldır görmüştür umarım. Gerçi idealist olmanın ne demek olduğunu da şu sözlerden çıkarmak mümkün: “Kazansam da kaybetsem de ilkelerimin arkasında duruyorum. Maalesef çok fazla yerde çok fazla kaybediyorum bu aralar.” Söyleyen George Soros.

        REKLAM

        Diğer Yazılar