Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Kültür-Sanat Edebiyat Aziz Nesin'in 103. doğum günü kutlaması

        Cuma akşamı Aziz Nesin Vakfı’nın davetlisi olarak Şişli’deki Marriot Otel’in balo salonunda, yazarın 103'üncü doğum günü kutlamalarındaydım. Tabii bir bağış gecesiydi aslında. Nesin Vakfı 1973’te Aziz Nesin tarafından kuruldu. Çatalca’da harika bir bahçe ve harika bir yerleşke. Vakfın amacı, ‘eğitim olanaklarından yoksun çocukların, tükettiğinden çok üreten, toplumsal sorumluluğu olan, özgüvenli ve özverili, kendini sürekli geliştiren, kendine ve dünyaya eleştirel gözle bakan, topluma yararlı bireyler olarak yetişmelerini sağlamak’.

        Bugüne kadar da yüzlerce çocuk orada çocukluklarını yaşamış, büyümüş, okumuş ve hayata atılmış. Genellikle ilkokul çağına girmemiş ya da yeni girmiş çocuklar ailelerinin noter tasdikli muvaffakatnamesiyle kabul ediliyorlar. İşte bu çocuklardan biri de Süleyman Cihangiroğlu, büyüdü ve Vakfın Müdürü oldu. En son 2018’in son gününde kaybettiğimiz Gülriz Sururi’nin Gümüşsuyu’ndaki 5 katlı binasını vakfa bırakışı ile gündeme gelmişti. Bize olayın öyküsünü anlatan bir mektup göndermişti.

        REKLAM

        Otel’in balo salonu oldukça kalabalıktı. Bir köşede öğrencilerin yaptığı el işlerinin satıldığı uzun bir masa, diğer köşede Aziz Nesin Yayınevi’nin bastığı kitapların satıldığı uzun bir masa. Önce Şişli Belediye Başkanı Hayri İnönü ile biraz sohbet ettik. Bizim gibi o da önümüzdeki seçimlerdeki Şişli Belediyesi Başkan Adayı’nı henüz bilmiyor. Biraz da Vakıf Genel Müdürü Süleyman Cihangiroğlu ile konukları karşılama kargaşası içerisinde sohbet ettik.

        Süleyman Cihangiroğlu: 12 yaşımda Aziz Nesin tarafından Nesin Vakfı’na kabul edildim. Şırnak’ta otutuyorduk. Abim kendisi için lise sondayken müracaatta bulunmuştu ama Aziz Dede ona: ‘Görüyorum ki başarılısın lise sona kadar gelmişsin, yaşını başını da almışsın, biz seni kabul edemeyiz ama bize iki kardeşini gönder’ diye mektup yazmıştı. Kardeşimle birlikte biz Nesin Vakfı’na böylece kabul edildik. 1990 yılında Nesin Vakfı’na geldim. Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Bölümü’nden 2001 yılında mezun oldum. Bir süre çalıştım, Nesin Vakfı Yayınevi’nin kuruluşunda yer aldım ve sonra da vakfa genel müdür oldum.

        REKLAM

        Serfiraz Ergun: En son ve en güzel haber Gülriz Sururi’nin Gümüşsuyu’nda kendi oturdukları binayı vakfa bırakmasıydı. Nasıl oldu?

        SC: İlk tanıştığımızda Engin Cezzar henuz yaşıyordu ama hastaydı. Engin Bey vefat ettikten sonra Gülriz Hanım bir kültür merkezi yapılmak üzere böyle bir bağış yapmak istediğini söyledi. Vasiyetnamesinde birçok kuruma ve kişiye bir şeyler bıraktı, bize de bu binayı.

        SE: Noter mi çağırdınız, ne yaptınız?

        SÇ: Hayır tapuda henüz yaşarken devir işlemini gerçekleştirdi.

        SE: Hastanede miydi o zaman?

        SÇ: Yok yok, çok önce, 2018’in başlarında. Vasiyetini sonra düzenledi, vasiyette de geçiyor. Gümüşsuyu’ndaki bu binayı aslında 2000’li yılların başından beri düşündüğümüz Nesin Vakfı’nın Kültür Binası olarak kullanacağız. Şehrin merkezinde olsun istiyorduk. Burada tiyatro, plastik sanatlar, kültür, bilim, matematik eğitimi verilecek. Sadece profesyonel sanatçılara ait bir yer değil aynı zamanda bunları potensiyel sanatçılarla da paylaştıkları bir merkez olacak. Çocuklar ve gençler için bir buluşma yeri ve onların sanat ve bilim eğitimi aldıkları bir merkez yapacağız.

        REKLAM

        SE: Sadece Nesin Vakfı çocuklarının mı?

        SÇ: Bütün Türkiye çocuklarının. Bu konuları biz çok uzun zamandır kendi içimizde konuşuyorduk. Gülriz Hanım bize bu binayı bağışlamak istediğini söyleyince de kendisiyle de oturup detaylarıyla üzerinden geçtik. Hatta oturup metnini falan da birlikte hazırladık, bir nevi bu işin sözleşmesi gibi. Bir söz verdik yani ona. Çok sevindi ‘bir de logosu olsa’ dedi, logosunu da tasarladık. Logo Engin’le bizi tam anlatmıyor demişti, şu fotoğrafı seçin dedi, onun istediği fotoğrafı yerleştirdik. Çok hoşuna gitti.

        SE: Böyle bağış gecelerinden nasıl bir gelir kalıyor size?

        SÇ: Bu gece aslında bizim dostlarımıza, bağışcılarımıza hesap verme gecemiz, dostluğu pekiştirmemizin fırsatı. Yoksa büyük bir gelir beklentimiz yok. Buradan elde ettiğimiz gelir ancak 1-1.5 aylık giderimizi karşılıyor. Tabii temel amaç eş dostla birlikte Aziz Nesin’i anmak.

        REKLAM

        Biraz uzaktan Aziz Nesin’in oğlu, matematik profesörü Ali Nesin’in açık kahverengi pantalon ve süveter ile salona girdiğini gördüm.

        SE: Çook uzun zaman ABD’deydiniz. Babanızla sıkı bir ilişkiniz, sıkı bir aile düzeni oldu mu?

        Ali Nesin: Tabii ben 15-16 yaşında çıktım yurt dışına. İsviçre’ye gittim önce ama 15 yaşına kadar tabii hapiste olmadığı, sürgünde olmadığı, kaçmadığı, işi gücü olmadığı, evde olduğu zamanlarda hep beraberdik.

        SE: Evde nasıl bir babaydı? Vakıftaki çocuklarını sırtına alıp dolaştırırmış. Size de yapıyor mudu öyle oyunlar?

        AN: Öyle şeyler de yaptı, bilye de oynadı, radyodan maç dinlerken bize kestane de pişirdi, akşamları Aznif Domino oyunu da oynardık, zekice bir oyundu.

        REKLAM

        SE: İki kardeş mi oynardınız?

        AN: Abimle ablam var ama onlar bizden yaşça büyük oldukları için onlar katılmazlardı. Babam koruyucu bir babaydı.

        SE: Derslerinizi sorar mıydı?

        AN: Hayır hiç, hiç. Derslerle hiç ilgilenmezdi. Bir defa bile ödevini yaptın mı, sınıfını geçtin mi kaldın mı sormadı. Bize masal anlatırdı, fıkralar anlatırdı, bayılırdım onun masallarına, çok güzel masal anlatırdı.

        SE: Kendi uydurduğu masallar mıydı bunlar?

        AN: Tabii, sonra yazdı zaten onları. Önce bize uydurdu sonra yazdı. Aynı masallar bile olsa biz çok zevk alırdık. Çok da işi olan bir insandı tabii gece gündüz bizimle değildi. Odasında çalışırdı. Fosur fosur sigara ve çay içip daktiloda yazı yazardı.

        REKLAM

        SE: Aziz Nesinin şöyle sözleri var: ‘Türkiye’deki ortam ve koşullar beni mizah yapmaya itti. Yoksunluk ve yoksulluktan gelen bir hınç alma ve öfke biçimidir mizah’ diyor. Siyasetle, ekonomiyle ilgili öfkesini, kızgınlığını , patlamalarını yaşadınız mı?

        AN: Bazen yaşadım. Mesela Sovyetler Birliği’nden her geldiğinde söylemediği kalmazdı Sovyetler Birliği’nin aleyhine. Dışarıda bir şey söylemezdi tabii ama eve yakın arkadaşları geldiği zaman, annemle konuşurken falan, biz küçüktük ama anlardık. Ama en tuhaf şey, çok kötü koşullarda çalışırdı ve mizah yapardı, nasıl yapardı bilmiyorum. Geçim sıkıntısı bir yandan hükümet baskısı bir yandan, polisler bir yandan, 4 tane çocuk, Ahmet’le ben kedi köpek gibi kavga ediyoruz evde, annem bir yandan, gelen giden misafirler... Çok zor koşullarda nasıl mizah yazardı şaşırıyorum. Kendinden geçerdi çalıştığı zaman.

        SE: Aile ortamında da olan yakın dostları var mıydı?

        AN: Kemal Tahir en yakın arkadaşlarındandı. Hamdi Avcıoğlu vardı, Doğan Avcıoğlu’nun kardeşi, babamın hem yakın arkadaşı galiba sekreteri gibiydi de. Orhan Apaydın vardı. Ama en sevdiği ve konuşmaktan en zevk aldığı Kemal Tahir’di.

        REKLAM

        SE: Kitaplar uzun bir süredir sizin kurduğunuz yayınevinde basılıyor, matematik köyü de felsefe köyü de Vakfa bağlı değil mi? Sizin bu köyleri bağladığınız ayrı bir birim yok mu?

        AN: Şu anda bir şirket var ama şimdi onu vakfa bağlıyoruz. Şirket o araziyi ve binaları Nesin Vakfı’ndan kiralıyor.

        SE: Siz 2018’de dünyada matematiğin Nobel’i olarak kabul edilen ve 4 yılda bir verilen Leelavati Ödülü’nü kazandınız. Sizin hayatınızda bir değişiklik yaptı mı bu ödül?

        AN: Hiç, hiç... Niye yapsın ki? Başkası benim hayatımı değiştirecek olsaydı ben bunu yapabilir miydim?

        SE: Buradan da bir para ödülü almışsınızdır onu ne yaptınız?

        AN: (Şaşırıyor) Para ödülü? Almış mıydım? Valla unuttum yaa, varsa da az bir şeydi herhalde hatırlamıyorum. Aldıysam da uçak parasına gitmiştir. Evet verdiler galiba, 10 bin dolar falan verdiler galiba. Uçak bileti daha pahalıydı. (Kahkaha atıyoruz)

        REKLAM

        SE: Bu yoksulluk ve yoksunlukla ilgili tepkilerini hala merak ediyorum.

        AN: Size bir anımı anlatayım. Bir gece Hamdi Avcıoğlu’nun evinden çıktık eve dönüyoruz, bütün gece kar yağmış, bir çıktık ki evden her taraf bembeyaz. Kardeşimle ben tabii sevinç içindeyiz. Babamın suratı asık önüne baka baka yürüyor. Düşünceli düşünceli. Biz de ‘baba çok güzel değil mi çok güzel değil mi?’ diyip duruyoruz. Ben de 10 yaşında falanım. ‘Evet oğlum, evet oğlum’ diyor. ‘Neyin var baba?’ dedim. Oğlum ben yoksulları düşünüyorum dedi.

        SE: Sürekli sivil polisler sizi takip ediyor muydu?

        AN: Onu hatırlamıyorum ama Münevver’i (Nazım Hikmet’in oğlu Mehmet’in annesi) takip ederlerdi.

        SE: Siz de mi Yoğurtçu Park’ta oturuyordunuz?

        REKLAM

        AN: Oraya yakın. Feneryolu’nda oturuyorduk.

        SE: Aziz Nesin bugün yaşıyor olsaydı, düşünceleri değişir miydi? Ne yapardı? Nasıl bir siyasi tavır alırdı?

        AN: Babam her zaman aktifti. Hiç bir siyasi partiye girmedi ama aktifti. Babamın düşünceleri değişirdi. Değiştirmeyen birisi değildi. Çok temel konularda ben düşüncelerini değiştirdiğini gördüm. Ve yıllar boyu tartıştıktan sonra değiştirdiğini gördüm.

        SE: Ne gibi, bir örnek var mı?

        AN: Mesela 27 Mayıs’a karşı değildi baştan. Ben karşıydım. Yıllar boyunca biz bunu tartıştık. Ama en son ‘Böyle Gelmiş Böyle Gitmez’i yazarken, o el yazısı yazıyordu ben de onu bilgisayara çekiyordum, orada şaşırarak gördüm ki ‘biz anlamadık 27 Mayıs’ın nasıl kötü bir şey olduğunu, Hasan Amca bizi uyarmıştı biz anlamadık’ diye bir pasajı vardı.

        REKLAM

        SE: Son bir şey daha soracağım. Babanız Türk Silahlı Kuvvetleri'nde subaydı. 1944’te üsteğmenken ihraç edildi. Ancak savaş sırasında Trakya’da bir bomba patladı ve yaralandı. Gazi ödeneği alıyor muydu?

        AN: Hayır, hayır...Hiç, hiç. Ama emekliliği vardı, gazetecilikten emekliydi.

        YEMEĞE GEÇİYORUZ

        Sonra fuaye birden kalabalıklaştı ve bizi balo salonuna aldılar. Onar kişilik otuza yakın masa vardı. Hepsi de bağış ile satılmış masalar. Geceyi Vakıf Genel Müdürü Süleyman Cihangiroğlu bir konuşma ile açtı. ‘Bizim için Aziz Dede’dir o, çocuklar adına teşekkür ederim’ dedi. Masamızda yemek tabağının yanında duran dönüşümlü kağıtla yapılmış küçük paketleri açmamızı istedi. Paketlerin içinden yine geri dönüşümlü, üzerlerinden Aziz Nesin’den cümleler bulunan üç küçük, ince kurşun kalem çıktı. Bu kalemler vakfın takvimlerinin sayfalarının geri dönüşümü ile yapılmış. ‘Aziz Dede’ye cimri derlerdi ama o cimri değil oldukça tutumluydu, delikli zımbanın deldiği küçük yuvarlak kağıtları bize keselere doldurturdu. Sonra aramızdan evlenen arkadaşların düğünlerinde konfeti olarak onları başlarından dökerdik’ diye de devam etti. Tabii Gülriz Sururi’yi anmadan edemedi ve cenaze töreni istemediğini de vurguladı. ‘Son günlerde kendisiyle çok sık bir araya geldim, ölüm ilanına kadar beraber hazırladık, kaç gazetede nasıl çıkacağını da söyledi. 2018’in son günü 11:28’de ölüm haberini aldım, işlemleri yaptık, bir taş bile istemedi, anma yapmayın dedi. Engin Cezzar’ın yetiştirdiği çınarı ikisinin arasına yerleştirdik, kökleri arasında toprağa karışacaklar’ dedi.

        Ali Nesin de sahneye çıktığında Gülriz Sururi’nin arzuladığı gibi yeni binamızda hep geleceğe bakacağız, babamın da büyük arzusuydu bir kültür merkezi dedi. Babamın hülyası, arzusu başka işler de yaptık, vakfın karşısındaki araziyi almak istiyorduk aldık, yandaki arazi de satılıktı, aradan su geçiyordu babam oraya köprü kurmak isterdi, bir bağış kampanyasında 3 milyon topladık ve o araziyi de aldık, spor salonu ve havuz yaptık dedi. Türk halkının Nesin Vakfı için verdiği desteğe çok teşekkür etti. Gülriz Hanım babamı severdi ama benim siyasi görüşümü beğenmezdi benim aleyhime facebook hesabından epey saydırmıştı dedi. Bir de bir yeni lise kuracaklarının müjdesini verdi. Yani bir bakıma bağışçılara hesap verdi.

        Konuşmalardan sonra 8 pırıl pırıl tertemiz yetenekli çocuk ellerinde kemanlarıyla sahne çıktı ve Nesin Vakfı çocuklarından küçük bir keman konseri dinledik.

        Biz yemeklerimizi yerken Şevval Sam sallantılı küpeleri, lame desenli siyah dekolte tuvaleti ve güzel endamıyla sahne aldı ve üç yüz kişinin katılımıyla şarkılarına, türkülerine başladı.

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ