Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Gündem 'Menemen olayı sıradan bir cinayet değil'

        Genelkurmay Başkanlığı, “bir hazırlık safhasından sonra eylemi gerçekleştirenlerin tümünün Manisa'da ikamet ettiklerini ve Nakşi tarikatıyla bağlantıları bulunduğunu” belirledi.

        Genelkurmay Başkanlığı, 23 Aralık 1930 günü Menemen'de meydana gelen olaylarda şehit edilen Yedek Subay Mustafa Kubilay'ın katledilişine ilişkin Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt (ATASE) Başkanlığının arşivlerindeki belgeleri internet sitesinde yayınlayarak Menemen olayına ışık tuttu.

        Genelkurmay Başkanlığının kamuoyuna sunduğu arşiv belgeleri arasında Yedek Subay Mustafa Kubilay'ın ölümüne ilişkin keşif raporu, İbrahim Hoca'nın ifadeleri, Eylemcilere yardım eden Yunus oğlu Kamil'in ifadesi, Menemen Telgraf Memuru Nail Bey'in Olaya İlişkin Tanık İfadesi, eylemcilerin bağlı oldukları tarikat mensuplarına ilişkin belge, Şeyh Esat'ın İbrahim Hoca'yla ilişkisini ifade ettiği mektuplar yer alıyor.

        “Arşiv Belgeleriyle Menemen Olayı” çalışmasında arşiv belgelerinin yanı sıra Genelkurmay'ın Menemen'de yaşanan olayın geçmişi ve o gün yaşananları gözler önüne seren değerlendirmelerine de yer verildi.

        Söz konusu belgelere göre, olayın ardından Menemen Cumhuriyet Savcısı, Savcı Yardımcısı ve Hükümet Tabip Vekilinin hazırladıkları raporda, Kubilay'ın Gazez Caminde katledilmiş olarak bulunan bedeni, şöyle tasvir ediliyor:

        “Gazez Camisi girişinin sol tarafındaki bahçede arkası üstü yatık, sağ tarafında kasaturası kınından çekik bir halde, elbiseleri kanlı, başı boynundan ayrılmış ve etrafındaki toprakta çok fazla kan lekeleri bulunan, tahminen 25 yaşlarında, üzerinde haki renkte askeri elbise olan; orta boylu, kumral benizli, saçları az ağarmış cesedin, Menemen'de 43'ncü Alay 1'nci Tabur 3'ncü Bölük Takım Komutanı Yedek Subay İzmirli Hüseyin oğlu Kubilay olduğu anlaşılmıştır.”

        GÖRGÜ TANIĞININ İFADESİ

        Belgelere göre, olayın görgü tanıklarından, Menemen'deki telgraf memuru Nail Bey, Yedek Subay Mustafa Fehmi Kubilay'ın nasıl öldürüldüğünü şöyle anlatıyor:

        “Kubilay Bey'in kumandasında bir müfreze geldi. Müfreze komutanı evkaf kahvesi önünde askeri durdurup 'süngü tak' emrini vererek, kendisi Şakilerin yakasını tuttu. Asker süngü taktı. Onlar dönmelerine devam ediyorlardı. Maarif kahvesinin önündeki büyük ağacın hizasına geldiler. Diğer arkadaşı bunları o vaziyette görünce, Kubilay Bey'i arkasından bir silahla vurdu. O anda yere düştü. Onbeş saniye kadar yerde kaldıktan sonra, kalkıp doğruca cami tarafına koştu. Bir kısım halk bunu görünce dağıldı. Telgrafhaneye de bir kısmı girdi. Onları dışarı çıkarttım. Bu sırada adamlardan ikisi kayboldu. Biz kaçtıklarını zannettik. Biraz sonra saçından tutulu olduğu halde, zavallı Kubilay Bey'in kesik kafasını getirdiklerini gördük. Ellerinde sancağın ucuna kafayı geçirirlerken bir şeyler söyleyerek eğildiler. Kesik başın, elektrik direğine bir kırmızı kuşakla bağlandığını gördüm. Kubilay Bey'in başı asılı olduğu halde meydanda dönüyorlardı.”

        “CİNAYET DEĞİL, BİLİNÇLİ BİR HAREKET”

        İnternet sitesindeki Genelkurmay Başkanlığının konuya ilişkin değerlendirmesinde, tarihe “Menemen Olayı” diye geçen bu eylemin, “sıradan bir cinayet değil, bilinçli bir hareket olarak uygulamaya geçirildiğinin” yapılan araştırmalarla ortaya çıkarıldığı belirtilerek, şunlar kaydedildi:

        “Eylemciler bir hazırlık safhasından sonra eylemi gerçekleştirmişlerdir. Eylemin ele başı ve Yedek Subay Mustafa Kubilay'ın başını keserek öldüren Giritli Hasan oğlu Mehmet, Osman oğlu Şamdan Mehmet, Hasan oğlu Sütçü Mehmet, Emrullah oğlu Mehmet, Nalıncı Hasan ve Çakır oğlu Ramazan, eylemci grubunu oluşturmaktadır.

        Eylemcilerin hepsi Manisa'da ikamet etmektedirler ve Nakşi tarikatiyle bağlantıları vardır. Onları bu tarikata sokan ve eğiten, Manisa Askeri Hastahanesi imamlığından emekli İbrahim Hoca'dır. İbrahim Hoca da İstanbul Erenköy'de Şevki Paşa köşkünde oturan Şeyh Esat'a bağlıdır. İbrahim Hoca, halifeler halifesi olarak, tarikatın etki alanının genişletilmesinden ve yaygınlaştırılmasından sorumludur.”

        “ŞEYH ESAT'IN YİRMİBİN MÜRİDİ VARDI”

        Belgeler arasında İbrahim Hoca'nın ifadesine de yer verildi. İfadesinde tekkeler yasaklanmadan önce Şeyh Esat'ın tahminen yirmibin civarında müridi bulunduğunu belirten İbrahim Hoca'nın, Manisa'daki müritlerin sayısı sorulduğunda ise hiçbir açıklama yapmadığına dikkat çekildi.

        Belgeler arasında İbrahim Hoca'nın, Şeyh Esad'la ilişkisini açıkça ortaya koyan Şeyh Esad'ın yazdığı mektuplara da yer verildi. İbrahim Hoca'nın ifadesinde, bu bağlantısıyla ilgili söyledikleri ise şöyle:

        “İlk tarikate intisabım oniki sene evveldir. Nakşibendidir. Şeyhim İsmail Necati'ydi. Bab-ı ali'de oturuyordu. Tekkesi vardı. Ölmüştür. Ondan bir sene sonra tahminen o zaman Çapa'da tekkesi bulunan Şeyh Esat Efendi'nin zikrine gittim ve ona bağlandım. Yani benim hocam oldu. Yirmibir senedir tarikatin imamıdır.”

        “MÜRİD HÜSNÜ EFENDİ'NİN AÇIKLAMALARI”

        Şeyh Esad'ın oğlu (halife) Mehmet Ali'nin de İbrahim Hoca'nın bağlantısını ”Kendisi, pederimin on senelik dervişlerindendir. Şurdan burdan hiç tanımadığımız adamları ziyaret maksadıyla bana ve pederime getirirdi” şeklinde ifade ettiğine yer verilen değerlendirmede, şunlar kaydedildi:

        “Şeyh Esad'ın müridlerinden Hüsnü Efendi, 'daima sözünden ve nasihatinden ilham alarak kendisini şeyhe bende (kul) eden kişileri' sayarken ilk isim olarak İbrahim Hoca'yı belirtir. İbrahim Hoca'nın Manisa'da görevli iken merkeze bağlı Horosköy'de yoğun faaliyetleri vardır. Burada ikamet eder, cami yaptırır, tarikate adam kazandırma çalışmalarını sürdürür, vaaz verir. 'Hoca köyümüzde oturduğu sırada Cuma günleri ve bazan hafta aralarında ve bazan da kendisi ne zaman isterse o vakit köy camisinde vaaz verirdi. Köyde bulunduğu bir gün ikindi namazı sırasında camide vaaz etmeye başladı'. Hoca, 'Şapka giyen gavurdur. Biz gavur olamayız. Rakı içen ve yalan söyleyenler de gavurdur' diye söyleniyordu.”

        İbrahim Hoca'nın bu köyde özellikle ileri gelenlerle sıkı ilişkiler kurduğu, düzenli ve gizli bir bağlantısı bulunduğu ifade edilen değerlendirmede, ayrıca Şeyh Esat'ı ziyaret edenlerin dönüşte şeyhi övücü propaganda yaptıkları anlatıldı.

        “BİZ FES GİYMEK İSTİYORUZ”

        Menemen'deki olaydan iki ay önce, İbrahim Hoca'nın Manisa'ya geldiği belirtilen değerlendirmede, olayın gelişimiyle ilgili şu bilgilere yer verildi:

        “Kandırılmış kişilerin ağzından dökülen şu sözler, meselenin ne kadar farklı bir mecrada seyrettiğini ortaya koymaktadır. 'Araplıkla beraber sultanlık ve Sultan Hamid'in oğlu gelecek. Tekkeler kapandı ama açılacak ve serbest olacak. Kılıçlarımız gelecek kesecekler. Fes giyilecek', 'Biz, fes giymek istiyoruz. Müslümanlık istiyoruz.'

        İbrahim Hoca, Manisa'ya geldiği zaman birçok kişi onu ziyaret eder. İbrahim Hoca'nın çok yakını olan Osman Çavuş 'İnşaallah reis-i cumhuru gebertirler de rahat yüzü görürüz, fes giyeriz.' demekten çekinmez. İbrahim Hoca, Osman Çavuşun kendisiyle olan bağlantısını ifadesinde teyit eder. 'Tekaüt (emekli) edildikten sonra İstanbul'a gittim. Orada ikamet etmeye başladım ve İstanbul'da iken bir defa Cemal ve bir defa Osman ve bir defa da tabur imamı İlyas Efendi'den mektup aldım.”

        MÜRİTLERİN İSTANBUL'DA ŞEYH ESAT'I ZİYARETLERİ

        Menemen olayının kilit isimlerinden ve eyleme bizzat katılan Nalıncı Hasan'ın, Şeyh Esat'ı ziyaret etmek üzere İstanbul'a gittiği zaman İbrahim Hoca'yla buluştuğu, İbrahim Hocanın da bunu açıkça anlattığına işaret edilen değerlendirmede, İbrahim Hoca'nın bu görüşmelerle ilgili şu ifadelerine yer veriliyor:

        “Bir sene evvel Manisalı basmacı Osman Efendi ile Nalıncı Hasan'ı Esat Efendi'nin evinde gördüm ve hep beraber bir odada oturduk ve bir gece beraber kaldık ve yanımıza kimse gelmedi. O gece yattık, sabahleyin Esat Efendiyi ziyaret ettik... Haseki civarında bulunan Hoca Esat'ın oğlu Ali Efendi'nin evine gittim. Osman Efendi ve Nalıncı Hasan ile orada hepimiz birleştik ve dördümüz oturduk... Bir veyahut iki gün sonra Osman Efendi ile Nalıncı Hasan bizim eve geldiler. Bir gece kaldılar ve sabahleyin gittiler.”

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ