Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Kültür-Sanat Müzik SON DAKİKA: İki farklı dönemden şeflerin yorumlarıyla: Çok sesli müzik
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        DÖRT KUŞAKTIR MÜZİSYEN BİR AİLENİN ÜYESİ: ORHAN ŞALLIEL

        53 yaşındaki orkestra şefi ve besteci Orhan Şallıel, müzisyen bir ailenin üyesi ve Türkiye’nin en önde gelen şeflerinden.

        Mimar Sinan Üniversitesi Devlet Konservatuarı’nda Fagot, Piyano ve Kompozisyon eğitiminden sonra Hollanda Rotterdam Codarts’ ta Orkestra Şefliği ve Kompozisyon; Amsterdam Sweelinck Konservatuarı’nda Orkestra Şefliği; ve Finlandiya Sibelius Akademi’de Orkestra, Koro ve de Opera Şefliği eğitimi alan Şallıel, Finlandiya’daki başarılı orkestra şefliği görevinden sonra Türkiye’ye dönerek 4 yıl İstanbul Devlet opera ve Balesi’nde Şeflik yaptı.

        Daha sonra Bursa Bölge Devlet Senfoni Orkestrası’nın kurucu şefliği görevini üstlendi. Ardından Antalya Devlet Senfoni Orkestrası’nın Şefliğini yaptı. Halen Çukurova Devlet Senfoni Orkestrası’nın Şefi ve Genel Sanat Yönetmenidir.

        REKLAM

        Klasik müzik kariyerinin yanı sıra, ailesinde kuşaklardır süregelen Türk Müziği kültürünü klasik müzik eğitimi ile harmanlayarak, çok sesli müziğin geniş kitlelere taşınması adına, farklı müzik türlerini bir araya getirmeyi amaçlayan birçok yeni proje ve eserler üretmiştir.

        ‘Fetih Senfonisi’, ‘Bursa Senfonisi’, ’Çanakkale Şehitleri’ gibi birçok önemli eserlerin sahibi Şallıel ile çok sesli koro müziğini, Türkiye’de klasik müziğin yerini, genç şeflere tavsiyelerini konuştuk.

        Kariyerinize baktığımızda Türkiye’deki eğitimden sonra yurt dışında da bir dönem eğitim aldığınızı görüyoruz. Bunun size ekstra katkıları oldu mu? Avrupa’daki müzik eğitimi ve ülkemizdeki eğitim arasındaki farklar nelerdir?

        Evet tabii ki, klasik müzikteki dönemleri, stilleri ve bunların yorumlanmasının; zaman içinde moda akımları gibi değiştiğini öğrendim. Bu beni çok etkilemişti. Ülkemde aldığım eğitimde 13 yıldır kimse bana böyle bir şeyden bahsetmemişti. Yıllar içinde yorumlar, anlayışlar değişiyordu. Aynı eserler dinleyiciye değişik yorumlarla sunuluyordu. Bu değişimler kültürün zamanla gelişmesine olanak sağlıyordu.

        Ayrıca fark olarak nitelenebilecek önemli bir şey daha; dinlediğiniz bir şeyi neye göre eleştirdiğinizi bilmek ve açıklamak yetkinliği. Eleştirel, entelektüel dinleme gibi kavramlar halen yok Türkiye’deki eğitimde.

        REKLAM

        “ELEŞTİRİLER YÜZEYSEL”

        Bu halen ne yazık ki böyle. “İyi çaldı-kötü çaldı”, “Tutarlı bir anlayışla yorumladı”, “Seyirciyi adeta büyüledi” gibi cümlelere hep rastlayınca yüzeysel bir eleştiri okuduğunuzu ve de pek vakit kaybetmemeniz gerektiğinizi anlıyorsunuz. Ama insanlar bir şekilde mutlu ise söylenecek pek de bir şey yok.

        Halbuki “Temanın ilk çalımındaki tempo-nüans seçimi ile tekrar en zirveye geldiğindeki tempo -nüans seçimi arasında şöyle farklar vardı. Bu da yorumcunun eserin bütünü hakkında diğer yorumlardan sıyrılabilecek bir fark yarattığı rahatlıkla söylenebilir” gibi bir eleştiri yapabilmek yetkinlik gerektirir. Stilleri bilmek ve hatta modalarını dahi takip etmiş olmayı gerektirir. Uzun oldu belki ama; Hollanda’daki ilk dersimde başıma gelmiş şu olay belki daha iyi anlatabilir ne demek istediğimi.

        Hocam ilk derste bizlerin müzikal derinliğini anlayabilmek için bizlere bazı eserlerden pasajları solfej olarak okumamızı istiyordu. Sıra bana geldiğinde Mozart do minör Nefesli Sazlar Serenadı’ndan ilk temayı istedi. Okudum, hayretle tekrar istedi, tekrar okudum. Daha bir hayretle tekrar istedi ve yine aynı okuduğumu görünce emin olabilmek için çıktı odadan ve birkaç profesör ile tekrar geldi. (Öyle Profesör deyince bizdekilerle karıştırmayalım sonradan ikisinin dünyadaki en iyi Mozart yorumcularından olduğunu öğrendim) Onlar da hayretler içinde beni “Şu cümleyi de okur musun? O zaman burayı nasıl söylersin?” gibi soru yağmuruna tuttular. Ve her defasında hayret ediyorlardı. Sonunda ben biraz da bozulmuş bir şekilde; “Kobay gibi üzerimde deneyler yapıldığını hissettiğimi, bana bir açıklama borçlu olduklarını” söyledim. Onlar da büyük bir kibarlıkla özür dileyerek anlattılar. “Öncelikle bizim için çok enteresan bir deneyim oldu, gördük ki sen Mozart’ın müziğini çok eski (50 yıl) önceki anlayışta söylüyordun. Ancak bazen de değişik şeyler yapıyordun tam da bir yerlere oturtmakta zorlanıyorduk. Çünkü impulsive keyfi bazı şeyler de yapıyordun. Aslında aralarında tutarlı bir mantık bulmaya çalışıyorduk. O yüzden çok pasaj sorduk sana”

        REKLAM

        Ok! Sonuç neyim var benim Doktor?

        “Müzik stillerinin ve o stillerdeki karakteristik bestecilerin yorumları zaman içinde değişir. Bestecinin bir mektubu, yepyeni çıkan bir yorumcu vs. bu modalara yön verir. Akımlar değişerek tüm dünyadaki yorumculara örnek olurlar. Senin bu yönde hiçbir şekilde bilgin olmadığını gördük. Ancak müzisyenlik-teknik seviyeni de düşününce bu nasıl olur diye hayrete düştük biraz.” Dediler.

        Onlar gidince esas şeflik hocam “Sana solfej-teori-teknik-duyuş vs. gibi birçok şeyi öğretmeye gerek yok. Sen zaten çok donanımlı bir müzisyensin. Eğitiminde çeşitli stilleri, bestecileri ve onların zaman içinde değişen akımları anlamak üzerine bir yol izleyelim” dedi ve bana dinlemem için sayfalarca doldurduğu bir dinleme reçetesi yazdı.

        Dünyanın birçok ülkesinde konserler verdiniz. Bizim toplumumuzun klasik müziğe, operaya yaklaşımı ile diğer ülke toplumlarının bakışını kıyaslar mısınız?

        REKLAM

        Anlamadan dinleyen, ama iyi bir şey olduğuna inanan ve desteklemek gerektiğine inanan, hafif taraftar gibilik de var. Tuttuğu, sempati duyduğu sanatçı ne çalarsa, nasıl çalarsa çalsın ayakta alkışlamak, defalarca sahneye davet etmek biraz fazla rastlanıyor. Bunlar çoğunlukta ama tüm dünyada da bu kesim çoğunlukta.

        “4 DİNLEYİCİ KATMANI VAR”

        Ünlü şef Nikolaus Harnoncourt dinleyiciyi soğan katmanları ile anlatır ki; bu benim çok hoşuma giden bir örnektir. İlk katman her şeyi beğenir, ne duyarsa duysun Klasik Müzik veya Opera olunca desteği tamdır. 2. katman biraz daha seçicidir, eserler hakkında biraz bilgisi vardır iyiyi kötüyü en azından böyle bir şeyin olabileceğinin ihtimaline uyanmış bir grup. 3. katman daha da seçicidir ve böylece en alttaki katmana kadar iner. En alttaki katmanı aldatmak gözünü boyamak çok zordur. Öyle jestlerle, bakışlarla veya kostümlerle vs. aldanmazlar. Ülkemizde de dünyada da bu alt katmandakiler yavaş da olsa gittikçe artmakta.

        Toplumumuza klasik müzik, opera, bale sevgisini yaygınlaştırmak için yapılması gerekenler sizce nelerdir?

        Öncelikle bana göre sevmek anlamakla düz orantılıdır. Anlatmak lazım, açıklamalı konserler çok doğru bir yol. Ancak sıkmamalı seyirciyi. Gençlere ve özellikle çocuklara ulaşmak için özel çaba göstermeli kurumlar, sanatçılar. Göstermelik, görev savmak adına yapılan her eğitim, çocuk veya gençlik konseri sanatımız adına kaybedilmiş fırsatlar benim için. Hiç yapmamak daha iyi çünkü sonradan o fırsatlar ele geçemeyebilir.

        REKLAM

        Büyük besteci, virtüöz Rıfat Şallıel’in oğlu olmak sizi kariyerinizde nasıl etkiledi?

        Tabii genlerden gelen kuşaklar boyu müzik yapmış bir aileden gelmek büyük avantaj. Büyük dedemin dedesi bile Balkanlarda yaşadığı bölgede Mehter Başı imiş. Şeflik belki de oradan geliyor.

        “BABAM BATI MÜZİĞİ OKUMAMI İSTEDİ”

        Ayrıca babam benim Batı Müziği eğitimi almamı özellikle istedi. “Dünya Müzisyeni olursun” yoksa hep çalgıcı kalırsın. Halkımızın ne yazık ki müzikten anladığı eğlence, dans vs.’den oluşur. Sen eğlendirensindir, çalgıcısındır. Ne yazık ki ülkemizde toplumun genel düşüncesi eğitim seviyesi veya sosyal statü gözetmeksizin budur.

        Ancak dünyada bu böyle değil. Bu yüzden batı müziği okumamı istemişti. Çok da iyi yapmış.

        Geçmişte İbrahim Tatlıses ile olan bir projeniz vardı. Çokça övgü aldığı gibi birçok kesim tarafından da eleştirilmişti. Bugün bu konuyla ilgili neler söylemek istersiniz?

        REKLAM

        Övenlerin de, yerenlerin de sebeplerini anlamıyorum. Tabii ki onların kendi kararlarıdır.

        Ancak ben kariyerim boyunca ülkemizdeki müzik kültürünü senfoni orkestrası ile sahneye taşıyan birçok proje ile DVD, CD, TV programı, konserler yaptım. Hem orkestrasyonunu yazdım hem de yönettim. Sayısını unuttum. Bu projeler öncesinde insanlar ‘senfoni orkestrası’ kelimesini doğru telaffuz dahi edemiyorlardı, ne olduğunu milyonlar görme fırsatı buldu. Rock, Halk Müziği, Sanat Müziği, Arabesk, Pop, Tasavvuf, Mehter ile sayısız proje yaptım. Hatta bu kimyasal birleşim bana bir ışık verdiyse daha da geliştirdim. Işık veya heyecan vermediyse istediğim gibi olmadıysa devam etmedim.

        İbrahim Tatlıses projesinin bende başka bir hikâyesi vardır. 2000’li yıllarda Özbekistan Operası ve Balesi’ni yönetiyordum. Operanın baş tenoru bir provadan sonra taksisi ile karşıma çıktı. Önce anlayamadım ne olduğunu. Ama o gayet doğal bir şekilde “Maestro gel nereye gideceksen götüreyim” dedi. Bindim arabaya ve sohbet ederken; taksicilik yapmaya mecbur olduğunu, aksi takdirde ailesine bakamayacağını, maaşların çok düştüğünü ve hayatın çok pahalı olduğunu anlattı. Sonra da söz Tatlıses’e, onu tanıyıp tanımadığıma geldi. Onun hayranı olduğunu ve öyle bir kulak-ses-yeteneğin ancak 100 yılda bir geleceğini, onun gibi bir sesi olması için hayatındaki her şeyden vazgeçebileceğini söyledi. Tüm albümleri vardı taksisinde. Sonra da “Maestro benim gözlerimin içine bak ve eğer fırsatın olursa Tatlıses’le Senfoni Orkestrası projesi yapacağına söz ver” dedi. Adamın hayranlığını, saygısını, kariyerini ve samimiyetini görünce söz verdim. Oradan Çin turnesine gittim ve döndükten sonra bir organizatör aradı ve Tatlıses projesi yapar mıyım diye sordu. Tereddütsüz o tenora verdiğim söz üzerine, “Kabul” dedim.

        REKLAM

        “ÇALAN GENÇLERE TEHDİT MESAJLARI GÖNDERDİLER”

        Durum benim için bundan ibaretti. Sonra destekleyenler oldu körü körüne, yerenler de de oldu. Yerenlerin sebepleri bence biraz kendilerini önemsetme kaygısıydı.

        Yani “Hey! Biz de buradayız, Senfoni Orkestrası kutsaldır, bizden sorulur. Öyle cahil kaba-saba insanlar söyleyemez, çıkamaz aynı sahneye"gibi fetvalarla ve hatta daha da ileri giderek çalan gençlere "Çalarsanız diplomanızı unutun, alamazsınız! Okuldan atılırsınız!" gibi tehdit mesajları göndererek vazgeçirmeye çalıştılar. Sonra da baktılar ki ileri gitmişler, "Sanatsal açıdan pek bir şey ifade etmiyor, amaç para kazanmak" gibi açıklamalar yaptılar. Benim açımdan proje içime sinseydi devam ederdim ama umduğum gibi olmadı. Bıraktım başkaları yaptı sonra bir TV kanalının açılışında. Hatta işin ironik tarafı, komik tarafı da şu oldu; eleştirenlerin çoğu o projede çaldı. Sonra da kendileri öyle projeler yapmak için büyük çaba gösterdiler. Zaten hep öyle değil midir? Eleştirdiğin şeyi yaşarken bulursun kendini. Hayat böyledir işte.

        “ÇOK SESLİ KORO MÜZİĞİNDE MÜTHİŞ BİR ATILIM VAR”

        Bir müzisyen olarak, çok sesli koro müziğinin değeri ve ülkemizdeki konumu hakkında neler söylemek istersiniz?

        Son 10 yılda müthiş bir atılım var amatör çoksesli korolar süper işler yapıyorlar. Şefler harika korolar kuruyor dünyada orkestralarımızdan çok daha fazla ses getiriyorlar. Bu çok sağlıklı bir şey. Dinleyici kalitesini arttırmak için çok önemli. Zaten bu fark ediliyor. Daha da fazlalaşmalılar.

        Genç şeflere tavsiyeniz nedir?

        Çanta, bavul taşıyarak, bürokratlara veya rektör-Prof.-Dekan her kimse onlara yaranarak bir şekilde kağıt üstünde Orkestra Şefi olma yolunu seçebilirler.

        Genelde eğilim bu yönde. Bu yolu seçmesinler derim. Herkes her şeyin farkında. Orkestra, çoluk-cocuk, dinleyici farkında. Hatta ve hatta Gülhane parkındaki ceviz ağacı bile farkında. Kendi vicdanları da -ne kadar bastırmaya çalışsalar da- farkında. Ghandi'nin bir sözü vardır ya, "Hayatta tek bastıramayacağın ses vicdanının cılız sesidir." O en büyük otoritedir.

        REKLAM

        KARİYERİNE GÜÇLÜ BİR BAŞLANGIÇ YAPAN GENÇ ŞEF: CEYDA AYANOĞLU

        Sevgili Ceyda Ayanoğlu, piyanistlik ve şeflik hayatına emin adımlarla başlamış bir müzisyen. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi İstanbul Devlet Konservatuarı’ndan geçtiğimiz ay mezun oldu. Doç. İnci Yakar Birol ile çalışan Ayanoğlu, 2013 yılında İstanbul Teknik Üniversitesi Türk Musikisi Devlet Konservatuvarı Lise Devresi Çalgı Bölümü – Piyano dalında 3 yıl çalışıp, 2. yılında resital vererek İTÜ TMDK Lise Devresi’nde ‘Resital Veren En Genç Öğrenci’ unvanına sahip oldu.

        23 yaşındaki Ayanoğlu, Orphe çok sesli korosunun şefliğini yürütürken aynı zamanda verdiği birçok piyano resitaliyle başarılı kariyerini sürdürüyor. Sevgili şefimiz sorularımıza içtenlikle cevap verdi. Aynı zamanda koronun yeni sezonu için her ses renginden insanı seçmelere katılmaya, beraber müzik yapmaya davet ediyor. Herhangi bir tecrübe şartı da aramıyor.

        https://www.instagram.com/p/CQ4JQUyAsct/?utm_source=ig_web_copy_link Başvuru Linki

        Müzisyen olmaya karar vermek hem aileler hem de karar veren kişiler için ülkemizde risk görülür. Siz bunu risk olarak görüyor musunuz? Bize karar sürecini anlatır mısınız?

        Annem hep “konservatuvar piyano bölümüne girdiğinde piyanist olacağını bilmiyordum” der. :) Aslında çat diye olmadı. İlkokulda gitar çalmaya başladıktan sonra liseye geçerken tamamen içsel bir dürtüyle müzik okumak istedim. O zaman açıkçası nasıl bir şeyin içine girdiğimi, gireceğimi bilmiyordum. Ailemin de konservatuvarlar hakkında pek bir bilgisi yoktu fakat bana her zaman destek oldular.

        REKLAM

        Ailenizde sizin gibi profesyonel olarak müzisyen olan biri var mı?

        Olmasını çok isterdim ama maalesef yok. Lisede zorlandığım müzik teorisi dersleri olurdu. Ailemden yardım alabileceğim birileri olmasını o zamanlar çok isterdim.

        Çoksesli müzik tutkunuzun kaynağı nedir?

        Piyanoya ilk başladığım zamanlar piyano hocam bana çeşitli egzersizler verirdi. Çalıştığım eserlerde sağ ve sol eldeki partilerin yerlerini değiştirerek, bir eli çalıp diğerini seslendirerek pratikler yapardım. Bunun gibi egzersizler yapmaya devam ettikçe armonileri daha iyi duymaya ve böylece keyif almaya başladım. Müziğin dâhilerini öğrendikçe müziğe hayranlığım arttı ve hala da artmaya devam ediyor.

        “ŞEFLİĞE ERKEN YAŞTA BAŞLAMANIN AVANTAJLARI ÇOK FAZLA”

        23 yaşındasınız. Orphe adlı çok sesli koronun şefliğini yaptınız, yapıyorsunuz. Görece genç yaşta şef olmanın avantajları ve dezavantajları nelerdir?

        REKLAM

        Bence şefliğe erken yaşta başlamanın tecrübe edinmek açısından büyük faydası var. Sadece başka bir şefin provasını izlemek bile bana çok şey katıyor. Teknik açıdan birçok eksiği kendim prova yaparken ister istemez doldurmuş oluyorum. Pratik yapabilmek çok önemli olduğu için ne kadar erken bir koronun karşısına geçersek o kadar iyi diye düşünüyorum. Öte yandan bir koroyu, özellikle de profesyonel bir koroyu yönetmeye kalkıştığınızda yaşınız küçükse bir usta kadar ciddiyet görmeyebiliyorsunuz. Bunu bireysel olarak algılamamaya çalışıyorum. Provaların ya da konser günlerinin akışını bozmayacak şekilde otoriteyi bazen farklı yönlerden sağlamaya çalışıyorum. Bu süreç bazı topluluklarda zorlayıcı olabiliyor. Her şekilde şefliğe erken yaşta başlamanın, müziği öğrenmek ve organizasyon becerisini geliştirmek açısından avantajlarının daha fazla olduğunu düşünüyorum. Hata yapsak bile sonuçta genciz, hoş görülebiliriz bence :)

        Bize Orphe’den bahseder misiniz? Neler yapıyorsunuz?

        Orphe Çoksesli Koro, 2020 yılında pandeminin başlarında kuruldu. İlk provalarımızı Göztepe Parkı’nda açık havada yaptık. Pandemi döneminde sanal koro projelerimiz oldu. Yeni dönemde aramıza katılan yeni koristlerle birlikte mekan destekçimiz İstek Okulları’nda çalışmalarımıza başlayacağız. Repertuarımızda çok sesli klasik müzik eserleri, yerel ve yöresel şarkılar ve farklı dillerde eserler bulunduruyoruz.

        “HER KORİST ZİNCİRİN BİR HALKASI”

        Hem Orphe özelinde hem de genel olarak Türkiye’de çok sesli müziğin yaygınlaşması ve toplumun geniş kesimleri tarafından sahiplenilmesi için sizce neler yapılmalı?

        Son yıllarda Orphe dahil birçok yeni, özellikle genç şefe sahip koro ve orkestralar kuruldu, yeni müzik toplulukları da oluşmaya devam ediyor. Bir koro kurmak müziğin dışında başlı başına bir girişim. Kurulduktan sonraysa bizim “oldu bitti” yanılgısına düşmeden kendimizi geliştirmeye devam etmemiz gerektiğini düşünüyorum. Genç şefler olarak biraz daha araştırmacı olup gelişimimize eğilmeliyiz bence. Bunu yapınca otomatik olarak çalıştırdığımız koro da gelişiyor. Müziğin önüne geçmeden onu ortaya çıkarıp korumayı öğreniyoruz. Biz büyüyüp geliştikçe müzik daha kaliteli hale gelip daha hızlı yayılır diye düşünüyorum. Ayrıca şunu söylemek isterim. Bir metafor olarak koroda her korist halkanın bir noktasında var olarak o halkanın bir zincir oluşturmasını sağlıyor. Yani her ses koronun tınısına açıkça bir katkıda bulunuyor. Sahnede nasıl bunu sağlıyorsak arka planda da bunu yapmak çok değerli. Koro birlikte müzik yapılan bir mecra olmanın dışında küçük bir toplum da olduğu için müzik dışı iş bölümü önemli bir ayrıntı. Böylece birlikte yaşamayı daha iyi öğreniyoruz. Orphe ile de koroyu her açıdan insanlara yaymak için elimizden geleni yapıyoruz. İlerleyen dönemlerde de farklı projeler planlıyoruz.

        Koro şefi olduğunuz gibi aynı zamanda piyanistsiniz. Gelecekteki profesyonel kariyerinizde birinden birini tercih etmek zorunda kalacağınızı düşünüyor musunuz?

        Ben ikisinin iç içe olduğunu düşünüyorum. Belki birine ağırlık verebilirim ama çalışmalarımın hepsi beni daha iyi bir müzisyen haline getiriyor. Müzik asla bitmeyen bir yolculuk benim için. Düzenli çalışmaya devam ederek bu yolda her zaman var olmak isterim :)

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ