Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Yaşam HT Cumartesi Berlin'de iki farklı gün Levent özçelik, Berlin şehir turu, Berlin gezi rehberi, Berlin'de ne yenir, Berlin'de nerede kalınır, Berlin'de gezilecek yerler, Berlin'de görülecek yerler, Berlin'de tatil seçenekleri

        LEVENT ÖZÇELİK / HT CUMARTESİ

        Berlin’de iki güneşli ağustos gününde, ilk gün David Bowie sergisiyle 70’li yıllara kadar geri gittim. Hatta Bowie’nin 1977 yılında yaptığı “Yassasin” adlı şarkıyı Berlin’deki Türk komşularından duyduğu kelime üzerine yazdığı dedikodularına şahit oldum... İkinci gün ise Bentley’in yeni modelleriyle günümüze dönüp 200 küsur kilometre süratle geleceğe dümen kırdım. Arada birkaç yerde durdum, şehrin ünlü restoranlarından Adnan’a uğradım, Berlin’de en sevdiğim barlardan biri olan King Size’da bir perşembe gecesini daha sonlandırdım.

        Berlin’e gitmek için hep bir mazeretim vardır. Yoksa da kolayca uydurabilirim. “Hava güzel” diye gidebilirim, “Hava kötü” diye birkaç gün daha kalabilirim. Berlin’in mevsimi yoktur, hafta sonu hafta içi de. Ancak bu kez gitmek için iki güçlü sebebim var. Londra’da geçen yıl kaçırdığım David Bowie sergisi ve 500 küsur beygirlik Bentley’lerle Berlin sokaklarında cirit atmak, sonra da Berlin’in etrafında küçük kasabalarda çayırlar çimenlerle çevrili otobanlarda ve kıvrımlı yollarda turlamak. Dediğim gibi; mevsim ne, günlerden hangisi önemli değil, Berlin, Berlin’dir.

        BERLİN AYNI BERLİN

        David Bowie sergisini gezerken Bowie’nin Berlin ile ilgili kurduğu cümlelere takılıyorum. 1976-1978 yılları arasında 3 yıl aralıksız Berlin’de yaşayan sanatçı, “Berlin’de insan ya kendini kaybeder ya da kendini bulur, ben kendimi buldum” diyor. Aslında Berlin mevzusunu şahane özetlemiş Bowie. Aradan neredeyse 40 yıl geçmiş, duvarlar yıkılmış, şehir kimlik değiştirmiş olsa da yine David Bowie’nin dediği gibi bu şehirde ya kaybolur ya da kendinizi bulursunuz.

        BERLİN YÜRÜYÜŞLERİ

        Şansıma, güneşli bir Berlin günü yine... Çantamı otele atıp Fredrich Strasse’de ünlü markaların vitrinlerinin önünden yürümeye başlıyorum. Cadde bir ağustos sakinliği yaşıyor, daha önce hiç bu kadar boş görmemiştim şehrin bu ünlü caddesini. Tüm Berlin tatilde olmalı. Önce bir Alman birası içiyorum, sonra yine yürüyüş, ardından bir kahve molası. Günü David Bowie sergisi ile bitirmeden, Mitte’de turlayıp Berlin yürüyüşlerimin en önemli, en klasik rotalarını yapmam lazım. Mitte tarafında değişen bir şey yok. Kafelere oturmuş insanlar, sanatçıları değişen sanat galerileri... Mitte sokaklarında şehrin diğer taraflarına göre hareketlilik var. Ardından Kastanian Strasse’ye devam edeceğim. Ve sonra Check Point Charlie noktasına doğru yürüyüp eski Doğu Alman gizli örgütü Stasi binasının hemen karşısındaki Martin-Gropius-Bau’da açılan sergiye geliyorum. Serginin önünde içeri girmek için bekleyen yaklaşık 100 kişilik bir grup var. Zaten internet sitesinde online biletlerin bittiği ve kapıdan bilet almak için bekleme süresinin yaklaşık bir buçuk saat olduğu belirtiliyor. İmdadıma Berlin’de yaşayan arkadaşım Özlem yetişiyor. Bir şekilde önceden ayarladığı girişi hızla yapıyor ve az sonra deneyimleyeceğimiz o eşsiz sergiye giriyoruz.

        DAVID BOWIE SERGİSİ

        Sergiyle ilgili bir iyi bir kötü haberim var. İyi haber son zamanlarda yaşadığım en güzel deneyimlerden biri olması, kötü haber ise serginin bu ağustos ayında sona ermesi. Yaklaşık 300 parçalık koleksiyondan oluşan video klipler, konser görüntüleri, şarkı sözü notları, Alexander Mc Queen, Kansai Yamamoto gibi tasarımcılarla geliştirdiği kıyafetler. Serginin girişinde Bowie’nin müzik kariyerinin ilk yıllarından bir televizyon programındaki söyleşi var. Beyaz bir gömlek, siyah bir takım, ince siyah bir kravat ve sarı küt kesilmiş uzun saçlarıyla Bowie, Beatles grubu üyesi gibi görünüyor. Sanki içinde görsel ve işitsel deha çıkacak bir müzisyen o değil. Sonra diğer enstalasyonlara geçiyoruz.

        Bu arada bu sergide müthiş bir bluetooth deneyimi yaşadığımı da belirtmeliyim. Hangi fotoğraf ya da ekranın önüne gelirseniz, o görselle ilgili müzik ya da konuşma otomatik olarak kulaklığınıza yansıyor. Acayip iyi çözmüşler olayı anlayacağınız. Sevgisiz, mutsuz bir çocukluk geçiren Bowie, müziğe bir kaçış yolu olarak başlamış. Başarı dolu 70’li yıllar ona alkol, uyuşturucu, depresyon, aşırı kilo kaybı, paranoya ve megalomani de getirmiş ve hayatı çekilmez hale gelmiş. Dönemin önemli şarkıcılarından Luther Vandross, Bowie için “Hayatımda gördüğüm en beyaz adam” yorumunu yapmış.

        1963 yılında “I am tired of my life” şarkısı ile problemler gün ışığına çıkmaya başlamış. Bir çıkış noktası bulmanın kaçınılmaz olduğunu anlayan Bowie 1976 yılında kadim dostu Iggy Pop ile Berlin´e gitmiş. Schöneberg semtine yerleşip, Hansa kayıt stüdyosunda “Low”, “Heroes” ve “Lodger” adlı albümlerini hazırlamış. Bowie bu albümler için “Benim DNA’m” diyor.

        Berlin için ise “Yıllar sonra ilk kez yaşam sevinci, inanılmaz bir özgürlük ve iyileşme duygusu hissettim. Bu şehirde kendini kolaylıkla kaybedebilirsin ama kendini bulabilirsin de.” Berlin’de yaşayan Alman ressam Erich Heckel, David Bowie’nin resim yapmaya başlamasına ilham kaynağı olmuş. Bowie “Heroes” albümünün kapağını bu ilhamla hazırlamış. Toplamda 3 yıl Berlin’de yaşayan David Bowie için yazar Victoria Broackes; “David, Berlin’de cinlerini yok etmeyi başardı” diyor. “Yassasin” adlı şarkısının ilham kaynağı ise Berlin’deki evinin Türk komşuları olduğu söyleniyor.

        Yollar, otomobil ve Bowie şarkıları

        Westin Grand otelin önünde beşi bir yerde, farklı renk ve modellerdeki Bentley’lerden GT Coupe modelini seçtim. Rota önceden belirlenmiş, Friedrich Caddesi’nden Mitte’ye, ardından Alexandrer Platz’a, oradan eski Doğu Berlin tarafını kat ederek Bradenburg yönüne süreceğiz. Bradenburg eyaletinin küçük bir şehri olan Rathenow’da öğle yemeği için bir mola verip arabalarımızı değiştirerek Avrupa’nın en sevdiğim havalimanlarının başında gelen Tegel’de turumuzu sonlandıracağız. Yol müziğim belli, bir gün önce Dawid Bowie sergisinden aldığım albümler. “Lets dance” ile başlayacak play list, Bowie’nin Almanca şarkılarından biri olan “Helden” ile devam edecek. Fame, Ziggy Stardust, Space Oditty, China Girl, Freddie Mercury ile söyledikleri Under Pressure, Mick Jagger ile seslendirdikleri Dancing in the Street, Pat Metheny Group ile söyledikleri This is not America ve son albümden Stars ve Valentine Days şarkıları yol boyunca dönüp duracak. Bentley’in konforundan bahsetmeme gerek yok, daha doğrusu otomobilde yok yok! Ancak sürüş deneyimi ve keyfine dair birkaç kelime etmek lazım. 500 küsur beygirlik yüksek torklu motorların gücünü kalkışta hissediyorsunuz doğal olarak. Gerçi bu durum hemen her spor ve süper spor otomobillerde kolayca anlaşılır bir durum. Ancak saatte 180 km ile giderken gaza yüklenip sırtınızı aynı hızla koltuğa yapıştırdığınızda duyduğunuz his başkalarına pek benzemiyor.

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ