Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        GEÇENLERDE kalabalık bir grup arkadaş sohbet ederken yeni tanıştığım bir ‘genç’ bir anısını anlatıp ardından da “Oha o kadar olmuş mu ya” dedi. Bir diğeri atıldı: “Yaşlandık oğlum!” “Vay anasını” diye hayretler içinde kaldıkları ‘geçmiş’ topu topu 6-7 yıl öncesi, 2010’ların başı!

        Geçmişin’ uzaklığı hepimize göre değişiyor... Onlara ‘tarih’ öncesi gibi gelen 2010 benim için daha dün... Benim anılarım 70’lere, 80’lere, 90’lara kadar uzanıyor. Babama sorsan “Sanki 5 dakika öncesi” benim için yerkabuğunun soğumadığı yıllar...

        ***********

        ÜLKÜ TAMER-YUSUF SURURİ

        Mesela 70’lerde Gaziantep’te dedemlerin evin damından yandaki yazlık sinemada izlediğim Kılıç Aslan’ın afişi silik bir şekilde sallanıp duruyor karşımda. 80’lerde Çemberlitaş Şafak ve İpek sinemalarında 11 matinesinde girip izlediğim ‘2 film birden’ler bölük pörçük atlaya atlaya oynayıp duruyor zihnimin içinde...

        Oyuncular filmden filme geçip duruyor. Şimdi o filmleri hatırlamaya çalıştığımda bazılarınının adlarını, bazılarının sonlarını uyduruyorum kendi kendime...

        90’larda bir yandan AKM’nin önünde kızlar yüzünden ağaç olurken, bir yandan da içeride büyük oyuncuların, büyük oyunlarını izlediğimi hatırlıyorum hayal meyal. ‘Abdülcanbaz’, ‘Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz’, şimdi adını hatırlamadığım daha nice oyun...

        Önceki gün Tuhaf Dergi’de Ülkü Tamer, “Ünlü İstanbul Tiyatrosu’nun beyni” diye tanıttığı Yusuf Sururi’den ‘dinlediği’ anıları okurken dudağımın kenarına bir gülümseme gelip oturdu. Tam da yeni AKM için “Belli elit bir grubun gelip programları izlediği bir yer olmayacak” açıklamasının üstüne Tamer’in muhtemelen 50’ler ya da 60’lara ait ‘anısı’nda Sururi’nin 1930’ları anlattığı bir nevi ‘anıception’ tadındaki yazıyı ve anlatılan ‘öyküleri’ çok sevdim.

        2010’ları “O kadar olmuş mu ya” diye uzaklara koyan gençler ya da 70’leri ‘yerkabuğunun soğumadığı yıllar’ diye hatırlayan benim aklımın hayalimin alamayacağı kadar uzak taa 1930’larda Türkiye’de ‘tiyatro’ ve ‘seyirci’ ilişkisine dair bu nefis ‘anılar’dan mahrum kalmayın istediğim için birkaçını paylaşıyorum. Belki ‘binlerce yıl sonra’ anlatacağınız güzel bir ‘anı’ olur...

        ***********

        MALATYA’DA BAR YASAK!

        “Yazdığım Emir Opereti’ni 1933’te Atatürk seyretti. Çok beğendi. Anadolu’da oynamamız için emir verdi.

        Malatya’ya gittik. ‘Emir’i oynayacağız. Salon tıklım tıklım. İlk bölüm alkışlarla sona erdi. Kısa bir aradan sonra perde yine açıldı. İkinci bölüm bir barda geçiyor. Ama perde açılır açılmaz polis başkomiseri sahneye fırladı. “Tamam” diye bağırdı. “Oyun devam edemez! Herkes evine!”

        “Neden?” diye sorduk.

        “Neden olacak?” dedi.

        Malatya’da bar açmak yasaktır!”

        ************

        TİYATRODA TIRNAK KONTROLÜ

        “Devir Atatürk devri. Anadolu’daki devlet memurları Atatürk’ün sanata ilgisini biliyor, bize saygı gösteriyorlar. Biz de zaten nereye gitsek önce oranın ‘mülki amirini’ ziyaret ediyoruz Atatürk’ten aldığımız tebrik mektubunu gösteriyoruz.

        Neresi olduğunu unuttum, ya Sivas, ya Kayseri olacak, bir şehre geldik. Oyun ilanları asılmış, bütün biletler satılmış. Ama başlama saatinde bir de baktık salonun yarısı boş. Dışarıda bir gürültüdür, bir koşuşturmacadır gidiyor. Salonun sahibi soluk soluğa sahne arkasına geldi. “On beş dakika daha bekleyelim” dedi “Salon birazdan dolar.”

        Bütün biletler satılmamış mıydı?” diye sorduk. “Satılmıştı ama seyircilerin bir kısmı evlerine gidip gelecek!”

        “Neden?”

        “Vali Bey kapıda” dedi adam, “Herkesi tek tek kontrol ediyor. Ceketsiz gelenleri evlerine yolluyor. Doğru dürüst giyinmeleri için.”

        Sonra ekledi: “Tırnak muayenesi bile yapıyor.”

        Diğer Yazılar