Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Her biri bağımsız hikâyelerden oluşan Black Mirror serisinin yeni bölümü olarak yayınlanan “Bandersnatch”, Netflix abonelerine interaktif bir film seyretme deneyimi sunuyor. Kendi alanında ilk değil ama en kapsamlı ve iddialı olanlarından biri…

        “Bandersnatch”i izlerken ekranda sık sık ikili tercihler beliriyor. Filmin ana karakteri bilgisayar programcısı Stefan'ın (Fionn Whitehead) yiyeceği mısır gevreği ya da dinleyeceği şarkıya siz karar veriyorsunuz. Bunlar hafif ve eğlenceli olanlar... Akış içerisinde daha zor seçimler çıkıyor karşınıza. Cinayet ve intihara kadar uzanan kritik kararların yanı sıra ilk anda basit gibi görünen bazı seçimler uzun vadede beklenmedik sonuçlar doğuruyor.

        Farklı finaller var ama bazı seçimlerin sizi hiçbir yere götürmeyeceği kısa sürede netleşiyor ve “Geri Git” seçeneğini kullanmak zorunda kalıyorsunuz. Israr ederseniz, bir çeşit kısır döngü süreci başlıyor. Ateşli gecelerdeki kâbusları andıran bu tekrarların filme tekinsiz bir hava getirdiği kesin...

        Vaktiniz varsa, “Geri Git” seçeneğini kullanarak “Bandersnatch”in “her yanı”nda dolaşmak, yani Charlie Brooker'ın yazdığı, yönetmen David Slade'in çektiği bütün sahneleri seyretmeniz mümkün. Bu açıdan bakıldığında, “Bandersnatch”i seyretmek bir labirentte çıkış aramak ya da Arjantinli yazar Jorge Luis Borges’in ifadesiyle Yolları Çatallanan Bahçe’ye girmek gibi bir deneyim vadediyor.

        Ne var ki, sınırsız vakti olanlar için dahi seçenekler sınırlı… Evet, alternatifler, çeşitli ara yollar, farklı finaller var ama sonuçta, yeterince vakti olan hepsine ulaşabilir. Tam da bu noktada, interaktif bir deneyim olarak “Bandersnatch”in, içinde dolaşabildiğiniz bir “labirent film”e dönüştüğü söylenebilir. Sürekli başlangıç noktasına dönüp diğer seçeneklere göz atmak, “bahçedeki yolların nereye kadar çatallandığını” ya da nerede sona erdiğini keşfetmeniz mümkün.

        Öte yandan, seçeneklerin ve finallerin çoklu yapısı nedeniyle tek bir akıştan ve kesin bir finalden söz edemiyor olmamız, “Bandersnatch”i kendi içinde dönüp duran bir filme dönüştürüyor.

        Dolayısıyla, interaktif olmayan sıradan bir filme göre “Bandersnatch” eğlenceli olmaktan ziyade galiba biraz huzursuz edici... Alternatifler ve farklı finaller, filmi ferahlatmıyor, eğlenceli kılmıyor. Tam aksine, filmin kendisi karakterlerin kısır döngüye hapsolduğu hayali ve durağan bir evrene dönüşüyor.

        Ayrıca filmin 1984 yılında yaşayan ana karakteri Stefan Butler, bir noktadan sonra kararları başka birinin verdiğini anlıyor. Hatta sizinle iletişime geçiyor. “Göz göze” bile geliyorsunuz…

        Stefan'ın bir kurgunun içinde olduğu anlaması, “Bandersnatch”in hem en parlak fikri hem de en tekinsiz yanı.. Hatta bir sahnede kendisini filme çekenlerle bile karşılaşıyor. Ama hiçbir koşulda hapsolduğu bu sanal dünyanın içinden çıkamıyor. Herkes onu seyrediyor ama o, kendisini seyredenleri göremiyor. Hayatıyla ilgili kararları kendisi alamıyor. Bazen de sizin verdiğiniz kararlara meydan okuyor… Filmdeki bir başka bilgisayar programcısı Colin Ritman (Will Poulter) da Stefan'a hayatımızın hükümetin ve başka güçlerin kontrolünde olduğunu, özgür iradeye sahip olmadığımızı söylüyor... “Özgür irade” ve “bireylerin uzaktan kontrolü” Bandersnatch'in görünen temaları.... Daha görünmez katmanlarda ise izolasyon ve sanal dünyalara mahkûmiyet temaları var.

        Tüm bunlar “Bandersnatch”in ideal bir Black Mirror bölümü olduğunun göstergesi... Black Mirror, bizi Yeni Medya Çağı’nın olası tehlikelerine dair uyarır; sosyal medya ve dijital çağın karanlık yanlarını yansıtır. “Bandersnatch” de dijital çağdaki gönüllü esaretlerimizi anlatıyor… Annesini çocuk yaşta kaybetmiş Stefan, video oyunlarının yükseldiği bir çağda kendisini odasına ve bilgisayarına mahkûm etmiş bir genç... Hazırladığı bilgisayar oyunu, onun için sanal bir esaretten farksız.

        Stefan'a ilham veren “Bandersnatch” isimli kitabın yazarı Jerome F. Davies de kendi romanının içine sıkışmış bir karakter… 21. yüzyılda, yani bizim filmi seyrettiğimiz günlerde “Bandersnatch”i interaktif bir oyun haline getirmeye çalışan yazılımcıyı da aynı kaderin beklediği kesin.

        Stefan ve Jerome F. Davies sanal dünyaların içinde kaybolup gittikçe deliriyorlar. Ortak özellikleri en yakınlarındaki insanlara zarar vermeleri... Stefan’ın sevgilisi, arkadaşı yok. Annesiz büyümüş, asosyal ve uyumsuz biri... Psikiyatristi (Alice Lowe) hariç kadınların yer almadığı bir hayatı var. Sürekli odasında yaşıyor. Birlikte yaşadığı babası (Craig Parkinson) iletişime açık gibi dursa da karşımıza çıktığı ilk sahnede odasının kapısını kilitlediğini unutmayalım. Özetle, babası izolasyonun etkisini azaltmıyor. Aksine artırıyor...

        İlle de bir “kötü adam” ararsak Stefan’ın içindeki karanlığı ya da kendini mahkûm ettiği izolasyonu işaret etmemiz mümkün.

        “Bandersnatch”, Stefan ve onun gibi yaşayan gençler için bir uyarı ışığı gibi... Düşünsenize, filmde hangi yola saparsanız sapın, sizi mutlu bir sonun beklediği söylenemez…

        KENDİNİ YANSITAN FİLM

        Aslına bakarsanız, “Bandersnatch” sadece Stefan gibiler için değil, hepimiz için bir uyarı. “Ekran çağı” bizi fazlasıyla sanal dünyalara mahkûm etmiyor mu? Giderek daha az sosyalleşmiyoruz mu?

        “Bandersnatch”i tüm bunları aklıma getirdiği için beğendiğimi söyleyebilirim. Ayrıca “Bandersnatch”in kendisini yansıtan bir film olarak tasarlanmış olmasından da etkilendim.

        “Kendisini yansıtan film” ne derseniz, “bir film olduğunu seyirciye sürekli olarak hatırlatan film” diyebilirim. İnteraktif uygulamanın bir film seyrettiğinizi hatırlatması bir yana, Netflix dahi bir noktada olayın içine giriyor...

        Ayrıca film içinde “Bandersnatch” adlı bir roman, aynı isimli bir bilgisayar oyunu var. Seyrettiğimiz filmi de katarsanız üçlü bir yapı çıkıyor karşımıza. Bu üçlü yapı “aynaya tutulan aynalar” etkisi yapıyor. Dördüncü katman olarak da seyircinin interaktif deneyimi var. Tüm bunlar “Bandersnatch”i sadece kendi içinde dönüp duran değil, aynı zamanda kendini yansıtan bir film haline getiriyor... Bandersnatch'in kelime anlamını araştırmak için internete girdiğinizde de film adeta sürüp gidiyor. Orada sizi Lewis Carroll'un 1872 tarihli “Aynanın İçinden” (Through the Looking-Glass) adlı romanında karşımıza çıkan hayali bir yaratık bekliyor mesela... Colin'in evinde bir posterde adı geçen yazar Philip K. Dick'i de unutmayalım. Olayların geçtiği tarih de George Orwell'in "1984" adlı romanını akla getiriyor. Filmde adı geçen müzik gruplarını da dahil edersek “Bandersnatch” sizi başka metinlere, müziklere yönlendiriyor.

        Yakın gelecekte benzer uygulamaların artıp artmayacağını kestirmek, ileri teknolojinin interaktif deneyimleri ne yönde ve nasıl geliştireceğini tahmin etmek şimdilik kolay değil. Kendi adıma interaktif bir deneyim biçimi olarak kullanıcıların “Bandersnatch” gibi yapımlardan ziyade, kullanıcıyı sanal dünyaya dahil eden video oyunu formatlarına daha çok ilgi duyacağını düşünüyorum. Çünkü sanal gerçekliği kullanan video oyunlarında özne sizsiniz. Maceranın içindeki bir karaktersiniz… “Bandersnatch”de ise sınırlandırılmış kurmaca bir dünyada başka bir öznenin ne yapacağına karar veriyorsunuz.

        Öte yandan, başta Netflix olmak üzere yakın gelecekte birçok şirketin interaktif kurgulara daha çok yatırım yapacağını düşünenlerin sayısı az değil. Haklı olabilirler. Emin olduğum tek şey, hikâye anlattıkları sürece interaktif de olsalar hem eğlence hem sanat eseri niteliğini taşıyacakları...

        “Bandersnatch”in çok eğlenceli olduğunu iddia edemem ama interaktif bir tecrübe olarak sinema tarihi açısından kayda değer bir film olduğunu düşünüyorum.

        Filmin notu: 7

        Diğer Yazılar