Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Önceleri senaryo yazarı ve oyuncu olarak tanıdığımız; geçtiğimiz yıllarda öykü kitaplarıyla da adından söz ettiren Ercan Kesal’ın yazıp yönettiği ilk konulu uzun film ‘Nasipse Adayız’, Türkiye prömiyerini İstanbul Film Festivali’nde yaptı.

        İstanbul’da Ulusal Yarışma’da en iyi yönetmen ve en iyi kurgu (Ali Aga) ödüllerini kazanan ‘Nasipse Adayız’, Adana‘da en iyi film ve senaryo dahil 5 ödül birden aldı.

        ‘Nasipse Adayız’, estetik olarak filmin bütününden ayrı duran bir düş sahnesiyle açılıyor. Metin Erksan filmlerini hatırlatan bir sahne bu… Kulağımıza su seslerinin geldiği kafkaesk bir mekândayız. Takım elbiseli Ercan Kesal, elinde iki içki şişesiyle yürüyor ve Mehter Marşı çalınırken asık suratlı erkeklerin oturduğu büyük masanın tam karşısında duruyor. Mülakata girmiş sıkıntılı bir hali var. Filmin ilerleyen bölümlerinde Kemal Güner ‘Hamama girer terler’ dediğinde ve partinin ‘1 numara’sı ile üst düzey yetkilisi, aday adaylarının getirdiği viskilerden söz ederken bu tuhaf açılış sahnesini hatırlıyoruz.

        ‘Nasipse Adayız’, Kesal’ın ‘Üç Maymun’da oynadığı ‘seçim kaybeden’ iş adamı karakterini de getiriyor akla. O filmde karakteri, başarısızlığın hemen ertesinde tanıyorduk. Burada ise umudunu son ana kadar koruyan tedirgin biri var karşımızda…

        REKLAM

        Kemal Güner’in bir gününü seyrediyoruz filmde. Bütün aklı, parti liderinin de katılacağı akşamki düğün salonu toplantısında… Adının partinin belediye başkan adayı olarak açıklanmasını bekliyor. Açılış sahnesindeki ifadesiz suratlı erkekler topluluğunun karşısındaki hali, içinde bulunduğu durumu yansıtıyor aslında. Sonuçta, ‘siyaset dünyasındaki geleceği’ tümüyle başkalarına bağlı bir adam o… Tam da burada, Kesal’ın bir politik sistem eleştirisi getirdiği belli. Adayların parti lideri tarafından belirlenmesinin çok demokratik bir yöntem olduğunu öne sürmek zor. Ama ‘Nasipse Adayız’ın tek derdi, otokrasi eleştirisi ya da politik taşlama değil... Ercan Kesal, ana karakter Kemal Güner’in psikolojisi üzerinden ilerlemeyi tercih ediyor.

        Partinin Beyoğlu İlçe Belediyesi Başkan adayı olarak, kazanıp kazanamayacağı belli olmayan bir seçime girmesinin Kemal Güner’in hayatına maddi manevi olarak ne katacağına dair hiçbir şey konuşulmuyor filmde. Daha doğrusu, bizim hayal gücümüze bırakılıyor. Kesin olan tek şey, bunu her şeyden çok istediği; hatta takıntı haline getirdiği… Peki, ama neden? Onun gibi hastane sahibi prestijli bir doktorun bu kadar sıkıntıyı niçin göze aldığını anlamak kolay değil. Cebinden harcadığı ve harcayacağı onca para bir yana, onun için belki de en zor olanı, hedefine ulaşmaya çalışırken ‘yoldaş’lık etmesi gereken bir sürü çıkarcı insana katlanabilmesi… Sözgelimi, desteğini alması gereken bir esnaf (Vedat Erincin), sofrada yemek yerken ağzından çıkardığı protez dişi ‘Kalıbı artık sende, bana bunun yenisini yaptır’ diye verebiliyor kendisine… O dişleri alıp iç cebine koyduğu anda, aday olmayı ne kadar çok istediği bir kez daha netleşiyor zihnimizde. Yine aynı kişinin ‘Bu partinin aday olman için senin kapının önünde yatması gerekir’ demesi, Kemal Güner’in asıl çıkışsızlığını özetliyor. Kuşkusuz, partinin aday olmak için teklif götürdüğü kişiler var ama Kemal Güner onlardan biri değil.

        ‘Bir numara’nın (Serhat Midyat) mimar mı, doktor mu olduğunu bile tam olarak hatırlamadığı Kemal Güner belli ki parti tarafından pek istenmiyor. Öyle olsaydı işlerin en başından daha farklı gelişmiş olacağını hissediyoruz. Belli ki Kemal Güner parti ve siyaset üzerinden nemalanmak isteyenlerden biri… Güç, prestij ya da maddi çıkar peşinde. Daha acı olan, partilerdeki aday belirleme sisteminin yarattığı tüm o çıkar ağları… Sonuçta, Kemal Güner gibi kişiler üzerinden nemalananlar da var.

        REKLAM

        Filmin ilk gösteriminden bu yana asansör sahnesinin sıkça konuşulması bir tesadüf değil. Ercan Kesal, o sahnede Kemal Güner’in parti içindeki iktidara yakın olma çabasını görsel anlamda çok iyi yansıtıyor… O asansöre girebilse, açılış sahnesinde masada oturan erkeklere yakın olabilse, o zaman alt kademedeki insanlara gereksinimi kalmayacak. Kaldı ki, bir noktadan sonra öfkelenerek ‘kendi işini kendin yapacaksın’ diyerek harekete geçiyor…

        Ercan Kesal, ayrıldığı eşi Figen’le (Nazan Kesal) olan birkaç sahnesi dışında Kemal Güner’in geçmiş öyküsüne pek girmiyor. Ama tek günde yaşadıkları üzerinden derinlemesine bir psikolojik portre çıkarabiliyor. Yüz göz olmak zorunda olduğu insanlardan, cebinden çıkan paraların miktarından hoşnut olmadığı belli ama aday olmak için daha fazlasını göze aldığını anlıyoruz. Özellikle ‘1 numara’yı tuvaletten gizlice dinlediği anlarda ve peşinden gelen sahnelerde içindeki hırs ve karanlık daha belirgin hale geliyor.

        Genelde sakin, serinkanlı görünüyor ama yaşadığı gerilimi hissediyoruz. Konumu gereği birçok duygusunu bastırması gerekiyor, aklına geleni söyleyemiyor. Özellikle parti ileri gelenleriyle karşı karşıya kaldığı anlarda sınav stresi yaşayan, kendini büyüklerine beğendirmeye çalışan bir genci andırıyor. Yok edemediği saklayamadığı tek şey, gün boyu üstünden hiç atamadığı tedirginliği…

        Öte yandan, nerede nasıl davranması gerektiğini de biliyor. Örneğin, tanıtım ve propaganda toplantısı sırasında ekibiyle pozitif iletişim kurabiliyor, ortamın gerilimini düşürebiliyor. Macron’un tanıtım filmlerine özenmesi nedeniyle kendisine açıkça ‘laf çakan’ kişiye bile sakin davranıyor. Birçok anda duygularını sakladığı belli. O yüzden, gerçek Kemal Güner’i eşi Figen, şoförü Naci (İnanç Konukçu) ve ekibinde çalıştığı genç kızlardan biriyle (Aslıhan Kapanşahin) yaşadıkları sırasında tanıyoruz. Sadece dişini geçirebildiği insanlara öfkelenmesi bizi hiç şaşırtmıyor.

        REKLAM

        Ercan Kesal ilk uzun filminde kamerasını tek kişiye, yani Kemal Güner’e odaklı bir şekilde kullanıyor. Gözlemci ve hikâye anlatıcısı olmaktan ziyade tek kişinin peşine düşen bir kamera bu… O yüzden bazı sahnelerde diğer karakterler ya netlik dışında ya da uzakta kalıyorlar. Uzun çekimleri tercih ediyor. Ayrıca açı - karşı açı yerine kamera hareketlerini kullandığı birçok sahne var.

        Romen görüntü yönetmeni Barbu Balasoiu, özellikle aydınlatma ve netlik dışı alanı kullanma açısından çok başarılı bir iş koyuyor ortaya. Netlik dışı alan, kadrajlarda bazen geniş yer kaplıyor ama film Kemal Güner’e ve onun algılarına odaklanıyor. Özellikle son 40 dakikada Kemal Güner’in iç dünyasındaki sıkıntıyla insanların içip eğlendiği dış dünya arasındaki çelişki, kadrajlara etkin şekilde yansıyor. Bu arada, giderek daha da karanlık ve koyu tonlara doğru ilerleyen bir film seyrediyoruz. Görüntüler sanki ana karakterin ruh halinin bir aynası haline geliyor. Dahası, filmin tonu giderek açılıştaki rüya sahnesine yaklaşıyor.

        ‘Nasipse Adayız’ın en sevdiğim yanı, yer yer harika bir durum komedisi yakalayan ince mizah duygusu oldu… Hayatın içindeki kara mizahı yakalayan böyle filmleri daha çok seviyorum. Sözgelimi, hediye edilen check-up paketindeki prostat muayenesi veya akşam yemeğinde sıcakların servis edileceği en doğru anın belirlenmesi gibi konularda ekibin lideri Arzu’yla (Selin Yeninci) düştüğü fikir ayrılıkları çok eğlenceli… İnsanların gerilimli ve sorunlu anları, bazen olaya tümüyle dışardan bakanlar için çok eğlenceli olabilir. ‘Nasipse Adayız’ bunun örnekleriyle dolu.

        Ercan Kesal önceki filmlerinden alıştığımız doğal ve sade oyunculuğuyla geliyor karşımıza. Selin Yeninci, İnanç Konukçu, Nazan Kesal, Vedat Erincin ve radyocu Nuri’de Muttalip Müjdeci dahil tekmil kadro üstüne düşeni fazlasıyla yapıyor…

        ‘Nasipse Adayız’, pandemi nedeniyle pek de parlak geçmeyen bir yılın en iyi yerli filmlerinden biri.

        7/10

        Diğer Yazılar