Yassıada ve Ergenekon davaları
Şimdi sizlere bazı isimler yazacağım.
a- Salim Başol, Ferruh Adalı, Selman Yörük, Abdullah Üner, Hasan Gürsel, Nahit Saçlıoğlu.
Devam ediyorum...
b- Altay Ömer Egesel, Necdet Damcıoğlu, Servet Tüzün...
Bunları hatırlıyor musunuz?
Bugün 50-60 yaş arasındaki nesil de hatırlamaz. 50-60 yaş arası avukatlar da hakimler de...
Yukarıda (birinci grup) Yassıada Mahkemeleri’nde Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan’a idam cezası veren hakimler.
İkinci grup, mahkemenin başsavcı ve savcıları...
Türk hukuk tarihinin ilk yüz karası olan kararları ve imzalayan hukukçular.
Sonuç daha mahkemenin ilk celsesinde belli olmuştu.
Başkan Salim Başol sorgulama yaparken “Sizi buraya tıkan kuvvet böyle istiyor” diyerek sonucu ilan etmiştir.
İsteyen kim? İhtilalciler... O günleri yaşamış bir hukukçu olarak hatırlansın ve unutulmasın diye yazıyorum.
Şimdi siz, idam kararlarını hazırlayan soruşturma kurulu ile iddianame tanzim eden savcıları ve kararı imza eden hakimleri “hayır”la mı yad edersiniz? Yoksa beddualarınızla mı?
Bu ihtilal Türkiye’nin gelişmesine 50 yıl kaybettirmiştir.
Şunu da not düşelim:
Yassıada davaları 14 Ekim 1960 tarihinde başlamış, 11 ay sonra 15 Eylül 1961 günü sonuçlanmıştır. 600’den fazla tutuklu vardı.
Evet sadece 11 ay...
Yüzlerce milletvekili, hükümet erkanı, Başbakan, Cumhurbaşkanı, yüksek bürokratlar, hatta Genelkurmay Başkanı tutuklanan, hapse mahkum edilenler arasındadır.
O tarihte iddianameler, şimdiki gibi üç-dört bin sahife değildi. Hatırladığım kadarı ile 50-60 sahifeden ibaretti. Hatta “Bebek Davası”, “Köpek Davası” gibi trajikomik ve hukuktan yoksun davaların iddianameleri 15-20 sahife arasında idi.
ERGENEKON DAVALARI
Geçmişte hakimleri, savcıları askerler tayin etmiş, istedikleri sonuçları da aldırmışlardı. Bugün böyle bir şey yok. Ancak şu var: Adalet Bakanı ve müsteşarının HSYK’nın tabii üyesi olması demokratik hukuk devletinin yapısına ters düşmektedir.
Savcı Zekeriya Öz’ün yetkili savcı olarak görevden alınması basında büyük yankı yarattı. Asıl, hukuk açısından tartışılması gereken olaylar şunlardır: 1- Anayasa’nın 38. maddesi “suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz. Ceza sorumluluğu şahsidir.” “Kanuna aykırı olarak elde edilmiş bulgular, delil olarak kabul edilemez” demesine rağmen, bugün tutuklamalarda anayasanın bu maddesinin varlığı unutulmuştur. Tam tersine “suçluluğu sabit olmadan tüm şüpheliler ve sanıklar hüküm giymiş gibi cezalandırılmakta ve tutukluluk infaza dönüşmüştür.
2- Kuvvetli suç şüphesinin varlığı şüphe tabiri objektif değil, subjektiftir. Her savcı ve hakime göre değişmektedir.
Tutuklama için sanığın kaçma, delilleri karartma ihtimali varsa bunun somut delilleri ile kararda belirtilmesi ve kararın tartışılarak gerekçeli olması zorunludur. Oysa bugün, tüm deliller toplanmış, karartma yapılması da mümkün olmayan, kaçma şüphesi hiç bulunmayan sanıklar hapishaneleri doldurmaktadır.
Savcı Zekeriya Öz’e gelince... Gereğinden fazla basında yer almış ve gereksiz olarak meşhur edilmiştir. Oysa ‘O’ sadece bir savcıdır. Tutuklama kararı veremez. Böyle bir istemde bulunabilir. Şüphelinin ifadesini alır ve ‘tutuklama talebi’ ile mahkemeye sevk edebilir. Sonucu yargıçlar tayin eder.
Zekeriya Öz’ü meşhur eden olgu, hukuk tarihinde bugüne kadar (Yassıada Mahkemeleri dahil) hazırladığı iddianamelerin uzunluğudur. Delil olarak ifade edilen bazı belgelerin tartışmaya açık olmasıdır.
CEZA MUHAKEMESİ KANUNUMUZ
Soykırım, kasten adam öldürme, işkence, uyuşturucu, suç işlemek maksadı ile örgüt kurma, devlet güvenliğine karşı suçlar, anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlar için dahi hakime... “suçun işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama sebebi varsayilabilir” diyerek tutuklamayı hakimin takdirine bırakmış ‘tutuklama yapılır’ dememiş ‘varsayilabilir’ diyerek tutuklamanın bir infaz olamayacağını açık ve kesin bir ifade ile belirtmiştir.
Oysa tutuklama taleplerinin değerlendirilmesini ve tutuklama kararlarını savcılar değil, hakimler verir. Sonucu hakimler tayin eder.
Nedense Zekeriya Öz, şüphelilerin tutuklanması için sanki özel bir gayret göstermiş gibi yargıçlar ile savcılık makamı arasında organik bir bağ varmış gibi algılanmış ve tutuklama talepleri her defasında uygun bulunmuştur.
Görev yerinin değiştirilmesi... Savcılar mı? Yargıçlar mı?
İşte asıl mesele budur.
- 2017 gelirken7 yıl önce
- Yine İzmir Barosu7 yıl önce
- Hakimler-savcılar ve avukatlar (2)7 yıl önce
- Hakimler- savcılar ve avukatlar (1)7 yıl önce
- MHP7 yıl önce
- Kendimi ve hukuku yazdım7 yıl önce
- İnciraltı (1)7 yıl önce
- İdam kararı7 yıl önce
- Baro seçimleri (2)7 yıl önce
- Baro seçimleri (1)7 yıl önce