Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Abdurrahman Dilipak’ın kafasının nasıl çalıştığını hep merak ettim. Çünkü bana hep kafası doğuştan iyi bir ağabeyimizmiş gibi gelirdi. Şimdi kafa sözcüğünden yola çıkarak bir sürü kelime oyunu yapabilirim, ama belki de ilk kez zorlama kaçmaz. Çünkü bugünlerde Dilipak’ın kafası kafa yapanlar ve kafa bulanlarla meşgul.

        Takipçileri bir süredir ısrarla kenevirin faydalarını yazdığını görmüştür. Ancak yüz yüze konuşana kadar bu işin ciddi bir planlaması olduğunu, Türkiye’de bir kenevir lobisi kurulduğunu ve sözcülüğünü de Dilipak’ın yaptığını bilmiyordum.

        Kendimi Küçükçekmece’de bu kenevir toplantısında buldum bir anda.

        Önce buraya nasıl geldiğimi anlatayım.

        Dilipak benimle Florya’daki Atatürk Köşkü’nde görüşmek istediğinde şaşırdım. Eski ANAP milletvekili Yalçın Koçak’la buluşacakmış o gün; beni de araya sıkıştıracağın düşürdüm ve pek de üzerinde durmadım. (Koçak’ın adı daha önce köşkte bedava konakladığı iddialarıyla gündeme gelmiş, polis zoruyla çıkartılmış ama mahkeme kararıyla geri dönmüştü.)

        Bilmediğim, Dilipak ve Koçak’ın benden sonra Küçükçekmece’deki Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi’ne gidecekleriydi. Florya’da vakit yetmediği için ben de onların peşine takıldım.

        Önce milliyetçi çizgisiyle yıldızı parlayan bir düşünce kuruluşu olan ASAM sonradan AK Parti iktidarının dış politikasını belirlemekle nam saldı. Bir dönem Ahmet Davutoğlu’nun yolu da buradan geçti, hatta Murat Ülker de uzun yıllar finansal destek sağladı. Sonradan, özellikle SETA’nın ortaya çıkışıyla ASAM’ın yıldızı biraz söndü.

        ASAM’DA KENEVİR TOPLANTISI

        O gün ise Florya’dan Koçak’ın kullandığı otomobille ASAM’a gitme nedenimiz siyaset değil, kenevirdi. Türkiye’nin kenevir lobisi ilk toplantısı ASAM’da yapıyor ve öncülerinden biri dağa taşa kenevir ekeceğini söyleyen Koçak. Sözcü ise Dilipak.

        Toplantıya ben girmedim; o sırada yan odada Yalçın Koçak’ın -önsözünü Dilipak’ın yazdığı- kenevir kitabını okuyordum. Bu arada yeri gelmişken kitaptan öğrendiğimi de aktarayım: Keneverin iki etken maddesi var. Biri Tetrahydrocannabinol (THC); sokak dilinde ‘kafa yapmak’ olarak adlandırılan bir tür sarhoşluk hani, yani esrar kısmı buradan geliyor. Kenevirin etken maddesiyse Cannabidiol (CBD) ve bugünlerde tüm dünyada zihni bulanıklandırmayan bu kısmının insan sağlığına olumlu katkıları tartışılıyor, araştırılıyor.

        Buraya kadar anlattıklarım sürreel geliyorsa, konuştuklarımızı tahmin edersiniz herhalde. Dışarıdan bakan biri ikimizin de kafalarımızın iyi olduğunu, uçtuğumuz bile düşünebilir hatta. Ama bizimki sadece entelektüel bir yükseklikti.

        (Bu arada, Küçükçekmece’den dönüşte ilk kez Marmaray’ı kullandım ilk kez ve karşıya geçtim. Mükemmeldi. Teşekkürler Ekrem İmamoğlu! Bu da yandaş kafası işte.)

        “TEK BİR ZARARI VAR DİYE KENEVİRİN BÜTÜN FAYDALARINI GÖRMEZDEN Mİ GELELİM”

        Dünyada ‘mindfulness’ denen farkındalık akımı Türkiye’de de çok yayıldı. Alternatif arayışlar var. Birey olarak var olmak giderek zorlaşıyor, bir sürü insan yoga, meditasyona başlıyor. Bu arayışı nasıl buluyorsunuz?

        Kişinin kendini kandırmak için bir sürü bahaneleri var, insanlar kaçacak yer arıyorlar.

        Ama bir sürü insan da huzur buluyor, en azından fiziksel aktiviteyle.

        Ben çok iyi hipnoz yaparım. Çok bilinmez ama çok iyi bir semazendim de. Bunların hepsini görmek, denemek, anlamak için yaptım. Sonra hipnozun doğru ve yanlış olarak kullanılacağını gördüm. Doğru olarak kullanılanın profesyonel bir iş olduğunu, doktorlar veya psikanalizler tarafından yapılması gerektiğine karar verdim ve bıraktım.

        Bu konuda sınırlı bir bilgim var, o yüzden cehaletimi mazur görün ama 22 kere bir duayı okumanın dilin damağa değmesinden doğan fiziksel bir etkisi olduğunu söyleyenler var.

        Ben onları biliyorum, insanların bunu niye yaptığını, ona yükledikleri epistemolojik bakışın, anlamın farkındayım. Ama benim kendi kurallarım kendim için geçerlidir.

        Benzer şekilde namaz da yoga gibi bir fiziksel aktive olarak görülebilir.

        Namaz kılmaz çok sağlıklı bir şeydir. Kemiklerinizi hareket ettiriyorsunuz, secdeye vardığınız zaman beyne kan daha fazla gidiyor. Bu sizi daha zinde, daha sağlıklı yapar.

        Namaz kılınca insan beyninin verdiği tepki uyuşturucu aldığındakiyle aynıymış; MRI’da görünüyor.

        Aynı değil de aynı mekanizmalar… Orada placebo etkiyle reel etki uzaktan bakınca aynı görünebilir. Ama uzaktan bakınca bütün sakallılar babana, dedene de benzeyebilir. Ama öyle değil. Çok temel bir farklılık var. Ama mekanizma aynıdır.

        “AYRIK OUT ANADOLU ÇİMİDİR, OLAĞANÜSTÜ BİR ŞEY”

        Bireyin var olması meselesinde kenevir de var. Siz ısrarla kenevirin faydalarını yazıyorsunuz, zaten Batı’da birçok yerde marijuana hem CBD hem de THC olarak yasal. Sizin merakınız nereden çıktı?

        Kenevir Anadolu’da yetişebilecek, çok özel, güzel bir ürün. Tek bir riski var: THC kısmı. Ama o THC kısmı da birçok ilaçta kullanılabilecek doğru bir madde, ama aynı zamanda uyuşturucu olarak da kullanılıyor. Ama uyuşturucular arasında da kriminaldüzeyi en altta. Bir eroin, bir bonzai değil.

        İnsan biyolojisini tahrip etmiyor. Ama aklı zail etmesi açısından kullanımı yasak. Kullanmayacağınız herhangi bir sektör yok. Tek bir zararı var diye binlerce avantajı yok sayılıyor. Benim THC kullanmamı gerektiren bir durum yok, Ama CBD kullanıyorum. Evet, rahatlatıcı. Krem olarak da kullanıyorum. THC’leri, CBD’yi bizler şu anda üniversite laboratuvarlarında üretiyoruz, yasa da AR-GE çalışması olarak buna izin veriyor. Şu anda gramı 100 TL falan. THC’de bağımlı olduğunu doktor raporuyla tescil edenlere doktor reçetesiyle SGK tarafından ücretsiz verilmesini tavsiye ediyorum hatta. Bakkaldan almaya gerek yok; eczaneden gidecek kendi haftalık ihtiyacı olan ürünü, lokumla mı sigara olarak mı, artık ona kalmış, alacak. Önce mafyanın elinden kurtarmamız gerekiyor bunu, birinci adım bu. İkinci adım da kontrollü olarak tedavi.

        Siz bunları rahat rahat yazıyorsunuz, konuşuyorsunuz ama sokakta da kenevir yaprağı desenli kıyafet giydiği için insanlar gözaltına alınıyor, bu kıyafetler yasaklanıyor.

        İşte benim haberim olursa hemen ben de t-shirt giyer, onun mahkemesine gidebilirim. Beni de gözaltına alsınlar diyebilirim. Mesela fırsat bulduğumda devletimizin mücadele ettiği ayrık otunun da savunmasını yapacağım. Türkiye’de yetiştirilmesi gereken bazı bitkiler var, ayrık otuyla mücadele dair yönetmelikleri ve ilaçlarıvar. Anadolu çimidir, olağanüstü bir şey. Onu nasıl koruruz diye lobisini yapacağım.

        ‘KOOPERATİFLE BİRLİKTE BUNU YAPABİLİRİZ’

        Kenevir üretimiyle şahsi bir bağınız var mı? Mesela Dilipak marka CBD yağları mı piyasaya çıkacak?

        Sözcülüğünü yapıyorum ama hiçbir ilgim yoktu. Arkadaşlar bir kooperatif kurdular, orada benim de olmamı istiyorlar. Bugün de ilk toplantısına katıldım. Benim gelinim konfeksiyon imalatı yapan bir ailenin kızı, ona da dedim. Sermaye gücümüz yok, ama kooperatifte herkesle birlikte bunu yapabiliriz. Milli Emlak’tan yer kiralayalım, üretim yapmak isteyen herkese biz dağıtalım. Kim ekim yapacaksa bizden alacak. Benim damadım da ziraat mühendisi aynı zamanda; kooperatif üzerinden herkesle birlikte bir şey yapabilir miyiz diye konuşuyoruz.

        Cumhurbaşkanı Erdoğan’la konuştunuz mu bu konuyu?

        Danışman gönderdi, onunla konuştum. Dolaylı bir temas noktası var. Tayyip Bey’in de açılışını yapacağı bir çalıştay gibi, kenevir ortak arama toplantısı olabilir, böyle bir proje hazırlayacağız.

        *

        Bu okuyacaklarınız ‘Black Mirror’ dizisi değil, Dilipak’ın gelecek öngörüleri

        Yuval Harari otomasyonla birlikte ciddi bir işsiz sınıfının doğacağını, bu insanların da dinle oyalanabileceğini öneriyordu bir makalesinde. Siz ne düşünüyorsunuz?

        Ondan çok önce ben bunları konuşmaya başladım. Dünya nüfusunun beş milyarı geçmesinden beri bunu konuşuyorum. Davos’ta da bu konuyu tartıştılar. Cüneyd Zapsu da bana bunları aktardı. Ben o tartışmanın çok ötesindeyim. Artık avatarlarinsanların yaptığı birçok şeyi gerçekleştirecekler. Yeni gelen humanoid’ler var, avukat doktor ya da mühendis veya herhangi bir işçiden çok daha başarılı; sendika yok, grev yok, sosyal güvenliği yok. Seabird’ler geliyor; beyin ve bilgisayarın karşılıklı etkileşimi ve giyebilir bilgisayar donanımıyla çok daha hızlı karar verebilen insanlar. İnsanın karar vermesi gerektiği yerde programlamazsanız bilgisayar o kararı veremez. Benim beynimi de kullanabilir ama ben mi onun beynini kullanıyorum, o benim belli değil.

        Meditasyonla birlikte Batı’da kimyasal ilaç ve uyuşturucuların yasallaşması da konuşuluyor. Zaten bir kısmı Nixon’a kadar ABD’de serbestti. Şimdi kimi uyuşturucuların hammaddesinin kimi tedavilerde de kullanılabileceği de tartışılıyor. Ne düşünüyorsunuz bu konuda?

        1800’lerden sonra ilk defa patent verildi Türkiye’de. Kakaoya ilk kez verildi; uyuşturucu, keyif verici madde olarak. Beni ona verilen isim değil, aklı zail edip etmemesi ilgilendiriyor. Ya da fıtrata mugayir olup olmaması. Domuz yememe gibi… Esrar adı Kur’an’da geçmez ama şarap geçer. Ama esrar illetinden dolayı, aklı baskıladığı için haram. Yoksa esrar içen adama da faydası var. Kur’an şarabı haram kılarken zararı faydasından büyük diyor, faydasız demiyor. Sirke onun bütün faydalarını sağlıyor. Yemekten sonra yerseniz tatlı ve meyveyi, şarabın sarhoş edici etkileri dışındaki mideye tüm zararları gerçekleşiyor.

        “SPOR VE KIYAFETLE KADINLARIN DÜŞÜK YAPMALARI SAĞLANIYOR”

        Kimyasalların yasallaştırılması kapitalizmin nüfus planlaması değil mi bir yandan da? Kaynaklar giderek daha sınırlı olacak, insan sayısı artıyor ve bunun önüne geçmek istenecek.

        Dünya nüfusu 2050’de savaş, terör ve darbelerle bugünkünün yarısına düşecek. Kısırlaştırma operasyonları, ailenin yok edilmesi ve LGBT gibi şeyler de bu komplonun parçası. Kozmetiklerle, ilaçla, kıyafetlerle… Mesela kadınların giydiği dar giyecekler bel bölgesinde kan dolaşımını minimuma indiriyor, bu da çocukların gelişimini engelliyor. Zaten kolay doğum, birtakım sporlarla belli kaslar güçlendiriliyor, bu da rahimde çocuk tutmalarına engel olacak. Dolayısıyla düşük olma riski yüksek.

        Beslenme alışkanlıklarımız daha genetik risk taşıyan çocuklar doğmasına neden olabilir. Zaten hamilelikten üç ay sonra çocuğunuzun doğup doğmadığına doktor karar verecek. Eğer doğuracaksanız sizin de çocuğunuzun da sigortası kabul edilmeyecek, engelli doğurduğunuz bir çocuğa devlet ya da kamu bakmak zorunda değil diyecekler.

        Bu yapı içerisinde ayrıca ötenazi hakkını getirecekler. Aynı ailede üç hırsız, ya da üç kere hırsızlık yapan biri, ya da tedavi olmayı reddeden bir uyuşturucu bağımlısı varsa bunların yasal olarak kısırlaştırılması yönünde karar verilecek.

        Alrogitma belirleyecek.

        İstatistiki olarak bakacak. Böyle gidemeyecek dünya nüfusu. Çin ve Hindistan’da kitlesel ölümlere yol açacak bir nükleer savaş ihtimali var. Keşmir özellikle çok ilginç, çünkü Çin, Hindistan, Pakistan ve Özbekistan’ı etkiliyor. Rüzgarın esiş yönüne göre çok büyük bir katliama sebep olabilir. Suudi Arabistan ve İran arasında bir füze savaşı çıkabilir.

        Netflix izliyor musunuz, “Black Mirror” dizisi gibi anlattıklarınız.

        Hayır izlemem. Ben gelecek 10 yıldaki muhtemel teknolojiler üzerinde fikir üretiyorum. Dolayısıyla bugün bana anlatılan şeylerin pek değeri yok.

        Ama sinemadan hoşlanıyorsunuz.

        Ama onların benim beynimi kompartmantalize etmesinden endişe ederim. Hiçbir gerçek hayal kadar güzel değildir.

        Büyük ilaç firmaları HIV ilacını Afrika’ya vermiyorlar, çok pahalıya satıyorlar hala.

        Buna benzer bir sürü operasyon var. Gıda yoluyla Afrika’yı kısırlaştırıyorlar zaten.

        Türkiye’de kısırlaştırma operasyonu yüzde 70’lerde.

        Çözüm nedir peki? Hadi ben tek başıma bir insanım, sizin çocuklarınız, aileniz var daha fazla endişe ediyor olmanız gerekir.

        Birilerinin evdeki hesapları çarşıya uymayacak. Bunların hepsinin hüküm sahibi Allah’tır. Batılılar bu serveti elde etmek için kızıl derilileri öldürdüler, kara derilileri köleleştirdiler, sarı derilileri sömürdüler. Tarih böyle bir travma yaşadı. Şu anda yeni teknolojilerle 80 katlı sera yapabilirsiniz. Dağların içine tünel kazarsanız mantar yetiştirebiliyorsunuz, yılda 365 gün üretim yapabileceğiniz. Onlar yönetebilecekleri bir dünya istiyorlar, yönetmeyecekler.

        “McKINSEY BİLGİ VERİRKEN BİLGİ ÇALIYOR”

        Bütün bunları siz söyleyince Batı karşıtı, Amerikan karşıtı olarak etiketlendirilmeniz de çok normal.

        Onu cahiller yapıyorlar. Doğduğum ana babayı, toprağı, cinsiyetimi, rengimi ben mi seçtim? Benim İsrail’de dostlarım var. Amerika’da da dostlarım var.

        Gittiniz mi hiç Amerika’ya?

        Amerika’ya, Kanada’ya gittim. Avrupa’nın hemen hemen tamamını en küçük şehirlere kadar dolaştım. Avustralya’ya da gittim. Malezya’ya, Hindistan’a gittim.

        McKinsey’e de global düzenin parçası olduğu için mi karşı çıktınız?

        McKinsey uluslararası sistemin taşeronu bir mali danışmanlık sistemi. Bir yandan FETÖ’ye danışmanlık yapıyorlar, bir yandan Suudi Arabistan’a, bir yandan Sisi’ye, bir yandan da bize. Oportünizmin dik alası bir durum, ilkesel değil. Bilgi verirken bilgi çalıyorlar, bütün verileri ele geçiriyorlar ve akıl veriyorlar.Akılları da uluslararası sistemin çözümleri. Ona uygun davranırsanız IMF’den, Dünya Bankası’ndan para alabilirsiniz. FED sizi daha anlayışla karşılar…

        Tek başınıza çok şiddetli karşı çıkıp sonuç aldınız.

        Sonuç benim için önemli değil.

        *

        Dilipak tarzı sağlıklı yaşam

        Semazen olduğunuzda bir iç huzura kavuştunuz mu?

        Ben onların hepsini okudum; hadi döneyim diye değil, anlamı nedir diye tarihini, bugününü gelecek tasavvurunu bilerek yaptım. Ben kendi iç dünyamda huzuru kendi yöntemlerimle de bulabilirim, ona ihtiyacım yok. O da bir normdur. Birileri bu tür normlara kapılıp gidiyorlar.

        Nefes terapisi yapıyor musunuz?

        Hayır, benim kendime göre yöntemlerim var. Beslenme alışkanlıklarım farklı. İki hayvansal gıdayı aynı anda yememeye çalışırım. Tatlı ve meyveyi yemekten önce yemeye çalışırım. Üç litre su içmeye çalışırım. Tek tip beslenmeye, glikoz, karbonhidrat ve proteini bir araya getirmemeye çalışırım. Yatsı namazından sonra siniri uyaran çay kahve içmemeye çalışırım. Kendime göre kurallar.

        Batı’da çok moda olan yaşam tarzı önerileri bunlar.

        72 yaşıma gidiyorum, kendim gibi yapıyorum. ‘Ben ne yapayım,’ diyenlere ‘Kendin gibi yap,’ derim. Benim gibi yapması doğru olmaz. İnsan kendine göre bir yöntem bulmalı, doğru olan bu. Benim ihtiyaç duyduğum proteinle başkasınınki aynı değil.

        *

        Kızı ‘Vatikan İlahiyatı’ okumak istiyordu

        “Kızım Fatima Zehra mühendisliğe kaydolmuştu Viyana’da, sonra sosyal bölümlere geçeyim dedi, ilahiyat okumak istedi. Ben bir yandan da Vatikan İlahiyatı okumasını istedim,

        ‘Müsteşrikten şikayet ediyoruz, sen de müstağrip ol’ diye. Ama tabii bir girdi ki Almanca zaten bilmesi gerekiyor Viyana’da okuduğu için, akademik kariyer için İngilizce bilmesi gerekiyor, İslam İlahiyatı için Arapça bilmesi gerekiyor, Hıristiyanlık için Latince bilmesi gerekiyor, o ilahiyatta bir de İbranice bilmesi gerekiyor. En az beş dil bilmesi gerekiyordu, o da biraz zor geldi. Türkiye’den mühendislik için gittiğinden daha sonra bölüm değiştirmesi için yeniden sınava girmesi gerekecekti, o gerçekleşmedi. O kızım şimdi YÖK’ün kabul etmediği bir davranış bilimleri okudu, sonra turizm okudu, şimdi sanırım ilahiyat okuyor.”

        Diğer Yazılar