Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Ekonomi Teknoloji Bilişim Dünyanın sonu mu geldi? - Teknoloji Haberleri

        Neva ÇİFTÇİOĞLU BANES / HT GAZETE

        “DİKKAT! Bu bir uyarıdır! ABD Uzay ve Havacılık Dairesi (NASA) yöneticisi Charles Bolden, 21 Aralık’tan itibaren dünyanın yarısının yaklaşık 3 gün süreyle karanlığa gömüleceğini açıkladı. Güneş fırtınalarının sebep olacağı bu olayı atlatabilmek için ailelerin evlerinde mum, gaz lambası, ekstra yiyecek ve içecek depolamaları önerildi.”

        Geçen hafta bazı yayın organlarında yer alan bu anonsu duydunuz mu bilmiyorum. Haberi okuyan halkın bir bölümü korku ve paniğe kapılırken, gülüp geçenler, yorum bile yapmayanlar çoğunluğu oluşturdu. Bu farklı tepkiler hakkındaki fikirlerimi belirtmeden önce isterseniz yukardaki haberin aslı hakkında kısa bir açıklama yapayım:

        Dikkat ettiyseniz 2012 yılından itibaren her aralık ayı yaklaşırken “Dünya kararacak”, “Sonumuz geldi” veya “İnsanlık için yeni bir dönem başlıyor” benzeri haberler gündeme gelir. Ne tür kaynaklar kullanılarak hangi sebeplerle böylesi girişimlerde bulunuluyor bilmiyorum. Tek bildiğim gerçek NASA’nın bu konuda hiçbir resmi anonsta bulunmadığıdır. Haberde referans olarak kullanılan NASA yöneticisinin videoya alınmış konuşması ise sadece “ailelerin global değişikliklerden dolayı meydana gelebilecek her türlü doğa afete karşı hazırlıklı olması, nasıl bir korunma planı oluşturmaları gerektiği”yle ilgili. Eğer gün gelir de dünyayı ve insanların hayatını tehdit edecek bir durum tespit edilecek olursa, hiç merak etmeyin bunun anonsu “yüzleri maskeli” kişiler tarafından (fiskos tarzında) değil, saygın bilim insanları tarafından (engellemeye kalkışılsa bile) yüksek sesle duyurulacaktır.

        Bu tür sansasyonel haberler duyulduğunda paniğe kapılmak yerine başka haber kaynaklarına da bir göz atmakta yarar var her zaman. Dünyanın 3-4 gün karanlığa boğulma ihtimali 2-3 satır yazıyla sadece 1-2 gazete ya da dergide verilecek önemsizlikte değil mutlaka. Serinkanlı olmak, haberin gerçekliğini araştırmak gerek. Fakat diğer yandan gelebilecek felaketlere büyük bir inançsızlıkla ve de kayıtsızlıkla tepkisiz kalmak da bir o kadar gözden geçirilmesi gereken toplumsal bir “rahatsızlık”.

        Charles Bolden’in dediği gibi “Dışarıda güneş parlarken, kuşlar şakırken, elinizde çayınızı yudumlarken aklınızın köşesinden geçmeyen bir doğal afet o gece ya da yarın sabah kapınızı çalabilir. Hazır mısınız?” Gelebilecek her türlü afete karşı hazırlıklı olmak paranoyaklık değil toplumsal bilinçliliktir. Yaşadığım için biliyorum. Yıllardır çok büyük fırtınalarla zarar gören Houston/Teksas’ta herkesin evinde, olabilecek felaketlere karşı gerekirse hemen kapıp yola çıkılabilecek, hazırlanmış bir önlem çantası bulunur. İçinde sivil savunma görevlilerince halka liste halinde tavsiye edilmiş, havlu kâğıttan battaniyeye, el fenerine, pile, konserve yiyeceklere, ilaca kadar hayatta kalmamızı sağlayacak her tür ihtiyaç paketlenmiştir. Bütün kimlik bilgileri, banka ve sigorta numaraları da ayrıca ulaşılabilecek bir dosyada hazır tutulur. Okullarda ise güvenlik derslerinde çocuklar yapma senaryolar hazırlanarak konu üzerinde eğitilir. Örneğin bir yangın çıkarsa bina dışında herkesin hangi noktada buluşacağı öğretilir.

        Gelelim bize, ülkemize. Türkiye’miz yavaş yavaş küresel hava değişimlerinden payını alarak bir 10 yıl önce sadece filmlerde gördüğümüz hortumlarla tanışmaya başladı bile. Artık tek korkulu rüyamız deprem değil besbelli. Bir gün çocuğumuz okulda, eşimiz başka bir şehirdeyken ansızın oluşacak bir doğal afetle veya yangınla ya da bir düşman taarruzuyla her yer kararabilir, birbirimizle bağlantımız kesilebilir. Gözlerinizi bir 10 saniyeliğine kapatın ve olabilecekleri düşünün. O elimizden düşürmediğimiz telefonumuz çalışmadığı an aile bireylerinin birbirini yeniden bulabilmesi için neler yapılması gerektiği önceden (aile içerisinde) planlanması gereken bir sivil savunma sorumluluğudur. Siz önemseyecek, siz talep edeceksiniz ki gereken adımlar devlet tarafindan da acilen atılabilsin. Huzurlu ve her şeyin işler durumda olduğu günlerde devletimiz ve bireylerimiz felaketlere karşı (özellikle eğitim bazlı) önlem almaya başladıkları an güvenli ve çağdaş bir ülke sınıfına girmişiz demektir.

        Kanadalılar stresten ve psikolojik travmalardan kurtulmak için ne yapıyorlar?

        NEDEN Kanadalılar? Çünkü yapılan istatistiklere göre Kanada halkı diğer ülke halklarına oranla yaşanılan stres ve travmaları çok daha kolay aşıyor. 15 yaş üzerindeki tam 40 bin kişi üzerinde yapılan araştırmaya göre çocukluklarından itibaren yetiştirilme tarzlarından dolayı Kanadalılar gerek doğal afetler, gerek bireysel psikolojik travmalarla yüz yüze kaldıklarında alkol ve sigaraya sarılmayı tercih etmiyor. Takip ettikleri yol özetle şöyle: “Yaşadığın problemi etraflıca düşün, getirebileceğin çözümleri düşünebilmek için panik olma, telkinle rahatla, kendini suçlamaktan vazgeç, başkalarıyla konuş.” Bütün bunları yapabilmek içinse sadece tek bir yol var: Her gün düzenli olarak spor yap.

        “Ne alakası var?” dediniz değil mi? Spor yapan kişilerde beynin “amygdala” kısmı daha iyi çalışıyor. Felaket ve üzüntülerde sağlıklı, sakin ve mantıklı kararlar verebilmemiz, paniğe kapılamamız için “amygdala”nın düzgün çalışmasına gerek olduğu gösterilmiş. Spor+eğitim, yaşamın getireceği problemlerin üstesinden gelmek için en etkin yol gibi görünüyor.

        Daha detaylı bilgi almak isterseniz araştırma geçen hafta “Journal of Physical Activity and Health” adlı dergide yayımlandı.

        Gazze savaşının Filistinli gençler üzerindeki etkisi incelendi

        HER insan savaşların ülkelere ve insanlara verdiği fiziksel zararın farkında. Elbette psikolojik etkisi hakkında da bir fikri var. Bütün yaşananlara rağmen “savaş bittiği an yıkılanlar yeniden inşa edilir, yaralar sarılır ve hayata kaldığı yerden devam edilir” sanılır. Oysa Leicester Üniversitesi psikologları bu yaklaşımın sadece yaşlılar ve hatta çocuklar için kısmen geçerli olabileceğini söylüyor. Yapılan araştırmaya göre özellikle adolesan çağdaki, yani 15-18 yaş grubuna dahil olanların ruhunda savaşlarla açılan yaralar sarılacak cinsten olmuyor maalesef. 158 erkek, 200 kız çocuğu üzerinde yapılan araştırmaya göre gençlerde çok ciddi ruhsal travma var. Çoğunda intihara meyil, umutsuzluk, gece uykusuzlukları, konsantrasyon bozuklukları, ikili ilişkilerde saldırganlık, yalan söyleme, iftira atma görüldüğü; bu psikolojik rahatsızlıkları tedavi etmek için yaklaşıldığında ise hekimlerle işbirliği içerisine girmedikleri saptanmış.

        Araştırmayı yürüten ekibin başkanı Prof. Dr. Panos Vostanis yaptığı basın toplantısında, Filistin’in geleceğini oluşturacak bu gençlerin kuracakları yuvalarında, yetiştirecekleri çocukların doğru eğitilmesinde ve hayatlarını kazanmak için çalışacakları işlerde başarılı olacakları konusunda ciddi endişeleri olduğunu belirtti.

        Araştırmanın detaylarını Arab Journal of Psychiatry Dergisi’nde bulabilirsiniz.

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ