Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Gündem Anayasa Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Prof.Hasan Nuri Yaşar: Parlamenter sistem Türkiye’yi darbe mekaniğine soktu

        Cumhurbaşkanı Erdoğan, başkanlık sistemini içeren Anayasa değişikliğini onayladı. Türkiye, 16 Nisan’da referanduma gidiyor. Yaşanan “Evet”-“Hayır” tartışmalarını yüzeysel polemiklerin ötesine taşımak ve Türkiye’nin geleceğine nasıl şekil verebileceğini anlamak için bugün karşıt görüşteki iki önemli hocayı ağırlıyoruz.

        Birinci röportajımız, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın hukuk alanındaki başdanışmanlarından Prof. Dr. Hasan Nuri Yaşar ile... Akademik hayatına İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Anayasa Kürsüsü’nde başlayıp uzun yıllar Fransa’da araştırma yaparak Batı’nın anayasal tecrübeleri üzerine ciddi bir birikime sahip olan Prof. Yaşar ile Cumhurbaşkanlığı sisteminin detaylarını konuştuk. Yaşar Hoca, parlamenter sistemin devlet yapısını illegal sızıntılara açık bıraktığına ve darbelere yol açtığına inanıyor...

        Cumhurbaşkanlığı sisteminin Türkiye için iyi olmayacağını savunan Prof. Binnaz Toprak ile röportajımızı da bugün Habertürk’te okuyabilirsiniz...

        Habertürk TV’deki yayınınızda “Geçen 1 yıla kadar parlamenter sistemi savunuyordum” dediniz. Son 1 yılda ne oldu da fikrinizi değiştirdiniz?

        Akademik hayata, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde Anayasa Kürsüsü’nde asistan olarak başladım. Başkanlık tartışma­ları bizim kürsüde hep yapılırdı. Ben de yakın zamana kadar parlamenter sistemin ıslah edi­lebilir, rasyonelleştirilebilir olduğunu düşü­nürdüm. Fakat, özellikle 17-25 Aralık’tan sonra yargı ile ilgili bölüm deşifre olunca, 2010 Ana-yasa değişikliğinin yargıda ortaya çıkardığı durum göz önüne serilince, birden paniğe kapıl­dım. “Bu nasıl ortaya çıktı?” diye düşündüm. Fark ettim ki parlamenter rejim çok cepli bir kargo pantolonu gibi. Her cebine biri bir şey koymuş. Küçük mayınlar, bıçaklar... Sürekli boşluklarından bir şeyler sızıyor. Bir terör örgütü olduğu anlaşılan bir cemaat, bu parla­menter rejim içinde partilerin küçüklüğünden ve koalisyonların yarattığı sıkıntılardan istifade ederek insanları etkileyebilmiş. Mesela Necmet­tin Erbakan Fethullah’tan hiç hoşlanmıyorken, Ecevit’i ona mecbur bırakan nedir? Ecevit yaş­lanmış ve yıpranmıştı, koalisyon içinde ayakta kalmak istiyordu. O durumda Fethullah Gülen gibi bir isimle işbirliği yaptı, ona kefil oldu.

        Başkanlık sisteminde ne değişecek de bu tür suiistimaller olmayacak?

        Parlamenter sistemde herkesin bir koruyucusu var. Bu, parlamentonun parçalı yapısının yol açtığı koalisyonlardan kaynaklanan bir sızma hareketi. Başka bir tür Güneş Motel olayı anlayacağınız...

        Herkesin bir koruyucusu olması, parlamenter sistemin çoğulcu demokrasiye açık olmasından kaynaklanmıyor mu?

        Dünyadaki yönetim sistemleri, Anglosak­son sistem üzerine kurulmuş. ABD’de başkanlık sistemi benimsenmiş. Fransa’ya yarı başkan­lık olarak gelmiş. Sistemin özü, kuvvet­ler ayrılığı. Biz bunu 1961 Anayasası ile almışız. Yani bizim sistemi­mizde esas olan parlamenter sis­tem değil, Meclis’in kendisidir. 1876’dan beri Meclis’imiz var.

        Parlamenter sistemin başlangıcını neden 1961 olarak gösteriyorsunuz?

        Parlamenter sistem 1961 dar­besiyle geldi. Ondan önceki dönem, bakanların tek tek milletvekilleri tara­fından seçildiği Meclis hükümeti sistemi­dir. 1960’ta darbe olunca “Anayasa Mahkemesi olsaydı darbe olmazdı” diyenler oldu. Bunun üzerine AYM kuruldu ve yeterince rasyonel­leştirilmemiş bir parlamenter sisteme geçildi. Ayrıca askerler vesayetlerini güçlendirmek için kendilerine uygun cepler bulup oralara yerleş­tiler ve sistem işlememeye başladı. 9 Mart’ta sol bir grup darbe yapmak istedi, olmadı. 12 Mart’ta onlara karşı bir darbe yapıldı. Yani bakın, 1961 Anayasası bizi öyle bir darbe mekaniğine soktu ki artık içinden çıkamıyoruz. 6 darbe görmüş bir ülkenin hâlâ parlamenter sistemden bir şey beklemesi ancak bir kocakarı inancı olabilir.

        Başkanlık gelince ne değişecek de darbeler bitecek?

        Koalisyonlarda ortak akıl oluşmuyor. Sorum­lulukların belirsizleştiği, köşelerin yavaş yavaş koyulaştığı bir durum oluşuyor. Cumhurbaş­kanlığı sisteminde sorumluluğun kimde olduğu gösterilmiş olacak. Milletvekillerinin oluştur­duğu bir hükümette, milletvekillerinin yerini kaybetme korkusu var. 90’lı yıllarda olduğu gibi baskı altında kaldıklarında kamusal sorumluluk­ları zayıflıyor. 28 Şubat’ta gördük; Tansu Çiller’in elinden kocaman bir milletvekili grubu uçtu gitti, hükümet düştü. Yeni sistem ile vesayet odaklarının baskı altına aldığı milletvekillerinin hükümeti düşürmesi mümkün olmayacak.

        DAR BÖLGE SİSTEMİ KÜÇÜK PARTİLERİ YUTMAZ. BU YORUMLAR, MHP’Yİ KORKUTMAK İÇİN YAPILIYOR’

        Türkiye’de şu anda 4 partili bir yapı var ve parlamenter sistemde her birinin en azından koalisyon ortağı olarak iktidara gelme ihtimali bulunuyor. Bu, seçmenlerini motive ediyor. Oysa başkanlık gelirse şu anki tabloya göre büyük ihtimalle AK Parti’nin, zayıf ihtimalle de CHP’nin başkan çıkaracağı, seçimi kaybeden partilerin sistem dışı kalacağı bir tablo ortaya çıkacak. Bu, kutuplaşmayı artırmaz mı?

        Tek bir partinin çoğunluk olmadığı zamanlarda, koalisyonlar kapalı kapı­lar altında gerçekleşiyor. Bunun arkasın­dan sürekli olarak iktidar ve muhalefet arasında köşe kapmaca oluyor. AK Parti döneminde bunun olmaması, geriye bakınca bir istisnadır. 7 Haziran’da da benzer bir durum oldu. Hep birlikte bir çık­mazda kalındığını gördük. Parlamenter sis­temin değişmesi bunun için gerekli. Ayrıca yeni sistemde muhtemelen seçim barajı çok düşürülecek ve dar bölge seçim sistemine geçilecek. O durumda çok daha fazla sayıda parti Meclis’e girecek ve milletvekilleri aldıkları oy oranınca değerli olacak.

        Ama “Dar bölge sistemi küçük partileri yutar, 2 ya da 3 partili bir sistem oluşur” deniliyor.

        Hayır, ülke barajı uygulanmazsa öyle bir şey söz konusu olamaz. Ben A bölgesinde kazanmış olurum, siz de C bölgesinde...

        Dar bölge sistemine MHP de karşı çıkıyor...

        Bu, MHP ile ilgili bir mesele değil. Baraj olmazsa böyle bir sorun olmaz. Bu yorumlar, MHP’yi korkutmak için yapılıyor.

        Dar bölge Güneydoğu’da sadece HDP’nin kazanmasına neden olur” yorumu da var.

        İstanbul’un idari haritasına baktınız mı hiç? Ayazağa, kilometrelerce uzakta olmasına rağmen Şişli’nin bir parçasıydı. Bu sizin söylediğiniz mantıkla oluşturul­muştu. Ama siyasetin böyle küçük oyun­larla yürütülebilmesi mümkün değil. MHP şu anda da Güneydoğu’da çok az oy alıyor. AK Parti bile zor oy alıyor. Dar bölge ve 2 dereceli seçim olsa daha da iyi olur. İkinci tur gruplaşmalara ve yakınlaşmalara yol açar, uzlaşma yaratır.

        CUMHURBAŞKANI DURUMUN FARKINDA VE MESELENİN HAKKINI VERECEKTİR’

        Bu sistem Meclis’i zayıflatır” eleştirisine ne diyorsunuz?

        ABD’deki sistemin adı gerçekte baş­kanlık sistemi değil, kongre hükü­metidir. Yani Amerikalılar bunu kurgularken meclisi öne çıkarabil­mek için adına kongre hükümeti demişler. Amerikalılar bu sistemi kurarken parlamentoları yoktu. Onun için ona ehemmiyet ver­diler. Bizimse zaten bir Meclis’i­miz var. Bu sistemde de Meclis’in önemi azalmayacak. Bunu bir türlü anlatamıyoruz. Susamış olduğumuz şey; güçlü, istikrarlı ve etkin bir yürütme. Dolayısıyla yürütmeyi öne çıkarıyoruz.

        Yürütmeyi güçlendiriyoruz” diyorsunuz ama “Bir adama bu kadar çok yetki verir ve denetleme mekanizmalarını zayıf tutarsanız bu sistem otoriterliğe evrilir, hatta diktatörlüğe dönüşür” kaygısı dile getiriliyor...

        İki sebepten dolayı bunun mümkün olma­yacağını düşünüyorum. Birincisi, bizde darbeciler bile uzun süre iktidarda kalamadılar. 3 yıl sonra gitmek zorunda kaldılar. Türkiye’nin, kültürel kodlarının oluştur­duğu, 150 yıllık tarihsel tecrü­beyi de içeren bir algısı var. Bu algı, bir kimsenin ülkeye ebe­diyen tahakküm etmesine izin vermiyor. Diğer taraftan, Cum­hurbaşkanı’na yönelik benzer tar­tışmalar parlamenter sistem içinde de yapıldı. “Sen diktatörsün” dediler. “Değilsen de olacaksın” dediler. Bu tartışma bitmek tükenmek bilmedi. Bir yanda Cumhuri­yet mitingleri, diğer yanda partiye kapatma davası, tehdit, şantaj, her şey vardı... Sayın Cumhurbaşka­nı’nın devlet adamı kişiliği, o koşullarda şekillendi. Olağanüstü koşullarda yaşadı, devletin işleyişi­nin sekteye uğratılmasının ne anlama geldiğini çok iyi biliyor. Bu “Otoriter” eleştirisi, dışarıya yansıyan sözünü sakınmaz kişiliğinden hareketle yapılıyor. Açık konuşmayı seviyor ve insanlar bundan sonuç çıkarıyor. Sistem üzerinde bir gücü olduğu kesin. O gücün farkında ve bunu hak ederek elde ettiği için de istismara yeltenmiyor. Cumhurbaşkanlığı sistemini bunun üzerinden tartışmamız doğru değil.

        Peki ya Erdoğan sonrası? “İleride bu yetkiler başka birinin eline geçtiğinde Türkiye için tehlike yaratır mı?” sorusunu AK Partililer de dillendiriyor...

        Bu eleştiriyi dile getirenler, dünyanın bütün bilgisine vakıf gibi takılmayı bırakmalı. Sayın Cumhurbaşkanı’mız sistemi kendisi için değil, gelecek kuşaklar için istiyor. Nitekim muhalefet bile bu konuda kişisel bir eleştiri getiremiyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan, duru­mun farkında ve meselenin hakkını verecektir.

        ABD’DE DE YÜCE DIVAN IÇIN 3’TE 2 ARANIYOR’

        Yeni sistemde Meclis Cumhurbaşkanı’nı nasıl denetleyecek?

        Meclis ilk defa Cumhurbaşka­nı’nı her türlü suçtan yargılama yetkisine sahip olacak. 3’te 2 çoğunlukla tamamlanan bir süreç var. Bence bu kararın referanduma gitmesi gerekiyordu. Halk onaylarsa Yüce Divan’a git­meli ve beraat etse bile geri gelme­meliydi. Ama halk onaylamazsa Meclis seçimleri yenilenmeliydi.

        3’te 2 oranı çok yüksek değil mi?

        Bir siyasal rejimdeki erdem, zayıf noktanın üzerinde bir boksör gibi çalışmak değildir. Öyle olursa bu sistem işlemez. ABD’de başkanlık sistemine geçildiğinden beri yüce divan mekanizması kaç kere işle­tilmiş? Yalnızca bir defa... Demek ki gerekmemiş. Clinton’ı yargıla­yamadılar çünkü senatoda 3’te 2 kabul oyu gerekli. Yani bizdeki gibi. Peki ABD’de neredeyse hiç uygu­lanmıyor olması ve 3’te 2 aranması insanlarda derin bir endişe yaratmı­yor da neden bizde yaratıyor?

        Bizde 2 seçimin aynı anda yapılacak olması başka­nın Meclis’i kontrol altında tutmasına neden olmaz mı?

        Başkanın halk tarafından seçil­diği sistemlerde, artık öncelik baş­kanın seçimidir. Meclis seçimi onu takip eder. Çünkü başkan halka taahhütte bulunmuştur. Onun için aynı anda olmasa bile yakın tarihli olması zorunludur. Ben 6 aylık arayla yapılmasını bir bilim adamı olarak uygun görüyordum. Hatta Meclis’in yarısının 30 ayda bir yeni­lenmesini de... Fakat şunu da düşü­nün. Başkan seçildikten sonra, Meclis’in ikinci yarısı seçilecek. Orada seçilen başkan güçlüyse o seçimleri etkiler. Önümüzdeki ilk seçim bir tecrübe de olacak.

        Meclis’in seçim kararı alabilmesi için 5’te 3 çoğunluk aranacak. Oysa başkan istediği her an seçim kararı alabilecek. Burada bir hakkaniyetsizlik yok mu?

        Başkanı bölüp 5 parçaya ayı­ramayız ki! (Gülüyor) Olsa olsa Meclis’teki oranı salt çoğunluğa düşürebilirdik ama o da koalisyon­lardaki sorunu karşımıza çıkarırdı. Az sayıdaki insanın sürekli yürüt­meyi tehdit etmesine yol açardı. Amacımız, yürütmenin düşürülme tehdidi altında kalmadan kendi işine odaklanmasını sağlamak.

        MİLLETVEKİLLERİ TEMEL HAKLARLA İLGİLİ YASA ÇIKARABİLİR’

        Cumhurbaşkanı’nın yasa­ları veto yetkisi de tartışılıyor.

        Veto ederse Meclis salt çoğunlukla yani 301 oyla tekrar geçirebilecek. Bu, ABD’ye göre çok düşük bir oran. Zaten dar bölge ve daraltılmış bölge gelirse Meclis’te farklı bir tablo oluşa­bilir. Başkanın partisi her zaman yüzde 50 oy alacak diye bir şey yok. Ayrıca mühim olan, kanunla­rın Meclis’te uzlaşma sağlanarak çıkarılması. Bunun için komis­yonları çalıştırmak lazım. Bakın, yeni sistemde milletvekilleri isterse temel hak ve özgürlük­lerle ilgili inanılmaz güzel şey­ler yapabilirler. Milletvekilleri ilk kez serbest bırakılmış olacaklar. Muhalefet, buna odaklanacağı yerde sürekli birilerinin kendile­rine çelme takacağına inanıyor.

        Kübra PAR / GAZETE HABERTÜRK

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ