Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Gündem "Türkiye bir yargıçlar devleti değildir"

        Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun (HSYK); hukuk, adalet ve millet adına karar alan yargı mensuplarının bağımsızlığını düşünerek bir karar almadığını belirterek, ''Dün, demokrasi ve hukuku zaafa uğratacak, adaletin haysiyetini ve onurunu teslim ettiğimiz hakim ve savcıları baskı altına alacak bir kararın altına düşünülmeden imza atılmıştır'' dedi.

        Bülent Arınç, AK Parti Grup Başkanvekili Bekir Bozdağ ve AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Haluk İpek ile birlikte düzenlediği basın toplantısında, Türk demokrasisinin sancılı günlerden geçtiğini söyledi. Dün, demokrasi ve hukuk tarihinde derin izler bırakacak, ülkenin geleceğini etkileyecek olaylar yaşandığını belirten Arınç, ''Bugüne kadar demokratik hayata farklı aktör ve yöntemlerle müdahale edilmesine şahit olan milletimiz, bu kez yeni bir müdahale biçimiyle karşı karşıyadır'' diye konuştu.

        Demokrasiye, millet iradesine, anayasal sisteme yargı bürokrasi tarafından ağır bir darbe vurulduğunu ifade eden Arınç, sözlerini şöyle sürdürdü:

        ''Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK); yetkisini aşarak hukuk ve demokrasi yaşamımızı altüst edecek bir karar almıştır. Bunu kabul edilemez bir hukuksuzluk, özgürlük ve adalet anlayışımıza vurulmuş bir darbe olarak görüyoruz. Türkiye çetelerle, mafyayla, hukuk dışı karanlık odaklarla büyük bir mücadele içindeyken, demokrasi adına tarihin en büyük hukuk mücadelesini yürütürken alınan bu karar, hukuk mücadelesini engellemeye çalışanlara adeta destek vermiştir.

        HSYK; hukuk, adalet ve millet adına karar alan yargı mensuplarının bağımsızlığını düşünerek bir karar almamıştır. Dün, demokrasi ve hukuku zaafa uğratacak, adaletin haysiyetini ve onurunu teslim ettiğimiz hakim ve savcıları baskı altına alacak bir kararın altına düşünülmeden imza atılmıştır. Şemdinli davasının iddianamesini hazırlayan Cumhuriyet savcısının başına gelenleri hatırlayınız. Türk hukuk dünyası, bu kararın yaşattığı çelişkiyi, acıyı ve tahribatı henüz üzerinden atamamışken, şimdi yeni bir hukuk faciasıyla karşı karşıyadır. Bugünden sonra hangi savcımız, özgürce, yargı bağımsızlığına müdahale edileceğini düşünmeden, korkusuzca olayların üzerine gidebilecektir.

        Yargı bürokrasisi aldığı bu kararla kendi içinde büyük yara açarken, aynı zamanda bunun demokrasimize ve çocuklarımıza bırakacağımız adalet mirasına bir darbe olduğunun bilince değildir. Sorumsuz ve düşüncesizce alınan bu karar ülkemizin geleceğini etkileyecek bir demokrasi ayıbıdır.''

        ''Sorumsuz ve düşüncesizce alınan bu karar, ülkemizin geleceğini etkileyecek bir demokrasi ayıbıdır'' diyen Arınç, şöyle konuştu: ''HSYK, hangi hakla ve hangi yetkiyle yargılama faaliyetlerine müdahale edebiliyor?

        AB müzakerelerini sürdüren, dünyanın en büyük ekonomilerinden birine sahip olan, dış dünyada saygın ve itibarlı bir yeri olan Türkiye, nasıl olur da birkaç kişinin aldığı yetkisiz ve sorumsuz bir kararla tökezletilmeye çalışılır?

        72 milyon insanın geleceğini etkileyecek bir karar, nasıl olur da bu kadar kolay, düşünmeden, hesapsızca alınabilir? Tüm dünyada dikkatlice izlenen ekonomimiz, dış politikamız, demokrasimiz, uluslararası kurumlardaki saygın konumumuz bu kararla birlikte zedelenirse bunun hesabını kim verecek?

        Siyasi krizlerle millete ödetilen ekonomik bedellere, şimdi de yargı bürokrasisinin sorumsuz davranışlarıyla yeni bedeller mi ödetilecek? Hayır buna izin veremeyiz. 2010 yılında, çağdaş dünyada, bu iletişim çağında bu denli geri kalmış bir Türkiye görüntüsü vermek milletimize hakarettir. Gerçek Türkiye bu değildir. Milletimiz bunu hak etmiyor.''

        Türkiye'nin itibarını, saygınlığını, istikrarını ve demokrasiye olan bağlılığını gözetmenin herkesten çok yargı mensuplarının görevi olduğunu kaydeden Arınç, ''Kimse, bu milletin ve bu ülkenin saygınlığına gölge düşürecek karar alma lüksüne sahip değildir. Millet iradesine, milletin temsil makamına yönelik hazımsızlık ve tahammülsüzlük hiç bu kadar kendini belli etmemiştir'' dedi.

        Arınç, milletin kendi kaderini belirleme hakkını sadece kendisini temsil eden Meclise verdiğini kaydederek, konuşmasını şöyle sürdürdü:

        ''Biz ülkenin yönetim hakkını ve yetkisini milletten alan siyasetçiler olarak her seçimde gidip milletimize hesap veririz. Yanlış yaptığımızda milletimiz bize hesap sorar. Peki Anayasadan aldığı yetkiyi suiistimal edip, milletin ve ülkenin geleceğine müdahale edenler kime hesap verirler? Siyaset, siyasetçilerin işidir. Siyaset yapmak isteyen yargı mensupları varsa, önce tarafsız ve adil olduklarını temsil eden cübbelerini çıkarmak zorundadırlar. Hem taraf tutup, hem adil olmayan karar alıp, hem de siyaset yaparken o cübbe giyilemez.

        Dün HSYK, tüm hukuk normlarını alt üst ederek siyaset kokan kararlardan birini alırken, Yargıtay Birinci Başkanlar Kurulu ve Danıştay Başkanı'nın buna destek veren açıklamaları ayrıca vicdanları sızlattı. Bu acelecilik, bu ortak tavır hissi veren beyanatlarla adeta siyaset yapan yargı kurumları kendi saygınlıklarını zedelemiştir. Siyasi beyanlarda bulunmak, taraf tutmak, ihsası reyde bulunmak hukukçular için kırmızı çizgilerdir. Maalesef dün bu kırmızı çizgiler aşılmış, Anayasa ve yasalar açıkça ihlal edilmiştir. HSYK aldığı kararla yürütülmekte olan soruşturmaya müdahale etmiş, doğrudan taraf olmuş, yetkisini aşmış, bağımsız yargının işleyişine engel olmuş, soruşturmanın sağlıklı bir şekilde yürütülmesi ve sonuçlandırılmasını tehlikeye sokmuştur. Yargıya, yine yargı çevreleri tarafından darbe vurulmuştur. Keyfilik ve kanun tanımazlık, hukuk devletini ve yargı bağımsızlığını yok sayan tehlikeli bir davranıştır.''

        Soruşturmayı yürüten Cumhuriyet savcılıkları ve tedbir kararlarını veren mahkemelerin HSYK'nın ağır baskısı altına alındığını ifade eden Arınç, ''Bu şartlar altında bağımsız ve tarafsız bir yargılama yapmak son derece zorlaşmıştır'' diye konuştu.

        ''HİÇBİR KURUM 'BEN YAPTIM, OLDU' DAYATMASINA GİDEMEZ''

        Arınç, TBMM'de Habur süreciyle ilgili gensoru önergesi verilmiş iken, bu süreçle ilgili aynı gün Yargıtay Başsavcısı tarafından ''gensoru önergesini destekler mahiyette açıklama yapılmasının, yargının tarafsızlığına gölge düşürdüğünü, bu kurumlara duyulan güveni sarstığını'' kaydetti.

        Yargı bağımsızlığını ve tarafsızlığını, hukuk devleti ilkesini ve yargıya duyulan güveni zedeleyecek eylem ve söylemlerden kaçınmanın herkesten önce HSYK ve yüksek yargının görevi olduğuna işaret eden Arınç, şöyle devam etti:

        ''Hiçbir kurum kendisini Anayasa ve yasaların üzerinde göremeyeceği gibi, keyfiliğe ve ben yaptım oldu dayatmasına gidemez. Yargının kendi içinde yaşadığı sıkıntıları bahane ederek, Hükümeti yıpratmaya yönelik açıklamalarda bulunulması ayrı bir hedef saptırmadır. Dünyanın acil ekonomik krizlerle uğraştığı, ülkelerin iflasın eşiğine geldiği bir dönemde, hükümetimiz milletimizden aldığı yönetme yetkisini büyük bir dikkatle kullanmaktadır. Böyle hassas bir dönemde bütün kurumların ülkemizin yakaladığı istikrarı anlamsız tartışmalarla bozarak milletimize ağır bedeller ödetecek girişimlerde bulunmaları, hiçbir biçimde sorumlu devlet anlayışıyla bağdaşmaz. Milletin seçilmiş temsilcileriyle ve milli iradenin tecellisiyle iktidara gelen bir Hükümetin bakanlarıyla istihza etmek, had bildirmeye kalkmak hiçbir bürokratın hakkı ve haddi değildir.''

        ''BU ÜLKENİN KUTLU YÜRÜYÜŞÜ ASLA VE ASLA DURDURULAMAZ''

        Hiçkimsenin kendisini Anayasanın, yasaların üzerinde göremeyeceğini kaydeden Arınç, sözlerini şöyle sürdürdü:

        ''Anayasa ve yasaların üzerine basarak siyasi polemik yapmak, taraf olmak, yargının bağımsızlığını zedelemek hiçbir hukukçunun vasfı olamaz. Böyle yapanlar hakiki anlamda hukukçu da olamaz. Kimse bu ülkenin vatandaşlarını ikinci sınıf, üçüncü sınıf demokrasilere layık göremez. Kimse bu ülkenin insanlarını yokluğa, yoksulluğa, geri kalmışlığa mahkum edemez. Kimse bu ülkenin insanlarının umutlarını yeniden karartamaz.

        Bu ülkenin kutlu yürüyüşü asla ve asla durdurulamaz. Vesayetçi anlayışlar, statükocu yaklaşımlar, değişime direnen tutucular, bürokratik oligarşi ve Orta Çağ zihniyetleri elinde bu ülkenin şahlanışı artık daha fazla ertelenemez.

        Acilen yargı eliyle yargının bağımsızlığını zedeleyen ve milletimizin yargının işleyişine yönelik zihinlerini bulandıran bu karmaşaya son verilmeli; her kurum Anayasa ve yasalarda tanımlanan yetki çerçevesine dönerek, sorumlu tarzda hareket etmelidir.

        Millet adına yetki kullanması gerekenler, öncelikle hukuka ve milli iradeye uygun hareket etmelidir. Milli egemenliği anlamsız hale getirecek, demokrasiyi ve hukuk sistemini zafiyete uğratacak her eylem ve söylem, Türkiye'ye kötülük yapmaktır, milletimizin selametine, devletimizin bekasına halel getirmektir.

        Buradan tüm milletlimize bir kez daha ifade etmek istiyoruz: Türkiye bir yargıçlar devleti değil, demokratik bir hukuk devletidir, öyle de kalacaktır.''

        Dönemin Adalet Bakanı Cemil Çiçek'in, yürüttüğü soruşturmayla ilgili Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı'nı telefonla aradığına ilişkin haberlerin anımsatılması üzerine Arınç, ''Bir Adalet Bakanının, bir savcıyı ne amaçla aradığı, bu telefon görüşmesinde ne konuşulduğu konusunda, sadece yazılanlar dışında bir bilginiz olduğunu zannetmiyorum. Ben de bir Adalet Bakanı, bir savcıyla konuşurken ne söylemiştir, yanında olmadığım için bilmiyorum'' diye konuştu.

        Arınç, bir Adalet Bakanının, Türkiye'nin bütün cumhuriyet başsavcıları, savcıları ile görüşebileceğini ifade ederek, önemli olanın; savcının yaptığı bir yargısal göreve müdahale edip etmediği, talimat verip vermediği, ''şöyle yapma'', ''böyle yap'' diye bir telkinde bulunup bulunmadığı olduğunu söyledi.

        ''ELBETTE GEREĞİNİ YAPARIZ''

        Bir gazetecinin, Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı'nın, telkinde bulunduğunu söylediğine ilişkin hatırlatması üzerine Arınç, şunları kaydetti:

        ''Başsavcı bunu söyledi ve elinde bir tutanak olduğundan da bahsetti. Siz şimdi, benim buradaki konuşmama ilişkin bir tutanak tutmak isteseniz, buna kendinizden başka, bir-iki imza koyma ihtiyacı duymaz mısınız? Tutanak dediğiniz şey; farklı kişiler tarafından imza altına alınmış bir belge sayılmaz mı? Yoksa kendi ifadenizi, altına imza koyduğunuzda, tutanak diye, delil şekline sokabilir misiniz?

        Bizim de bildiğimiz, duyduğumuz; daha sonra, bu konuşmadan belki birkaç ay sonra, Sayın Savcı'nın, belki bazı şeyler düşünerek; 'bana şu tarihte telefon etmişti, ben de bunu duymuştum' şeklinde, bunu tutanakla ifade etmesidir. Dolayısıyla eğer bu delil olacaksa, soruşturmanın içerisinde vardır. Eğer bir savunma yapılmış, bunun içerisine konulmuşsa, bu soruşturmayı yapan çevreler de bunu bilmektedir. Hükümetimiz adına şunu rahatlıkla söyleyebilirim; elbette yargıya müdahale sayılabilecek hiçbir eylemi hiçbir bakanımız da yapmaz, hiçbir milletvekilimizden de bunu beklemeyiz.''

        ''BEN DE GÖRÜŞÜYORUM''

        ''Bir Adalet Bakanı, bir savcıyla görüşür mü derseniz; ben de görüşüyorum'' diyen Bülent Arınç, 1 ay önce Manisa Cumhuriyet Başsavcısı'nı arayarak, '''Sayın Başsavcı hayırlı olsun, Bolu'dan Manisa'ya geldiniz, atamanız yapıldı, eminim mutlu olacaksınız, çalışmalarınızda başarılar diliyorum'' dediğini aktardı.

        Arınç, ''Şimdi, birisi, 'Manisa Başsavcısı'nı aradı, ona şöyle şöyle bir şey söyledi' diye ortaya koysa, benim bu sözlerim ile ortaya konulacak farklı şeylerin nasıl doğrudan bir ilgisi olabilir?'' diye sordu.

        Başbakan Yardımcısı Arınç, ''Elbette konuşacağız, niye konuşulmasın? Ama iddia edildiği gibi, Sayın Savcı'nın, 'bana şunu şöyle yap' veya 'bana bunu böyle yapma' dedi şeklinde bir gerçek çıkarsa, bundan dolayı elbette gereğini yaparız, bundan endişeniz olmasın'' görüşünü dile getirdi.

        Arınç, ''AK Parti ve Fethullah Gülen'i bitirme planı ortaya çıktı, bu belge ile Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı'nın yaptığı soruşturması arasında bir bağ var mı?'' yönündeki soru üzerine, Kafes planı diye ortaya atılan iddia ile Erzincan'daki soruşturma arasında bir bağlantı olup olmadığını bilmediğini kaydetti.

        ''MÜSTEŞARIN YAPTIĞI DOĞRUDUR''

        Adalet Bakanı Müsteşarı'nın, HSYK'nın dünkü toplantısına katılmasaydı, nasıl bir sonuç alınacağına ilişkin soruyu yanıtlarken Arınç, ''Biz birbirimize hasım değiliz. Ne yargı kurumlarının hasmıyız ne onlar bizim hasmımız'' dedi.

        Arınç, her kurumun, kendi anayasal yetkileri içerisinde görevini yapacağını, bu görevi engellemek şeklinde bir düşüncenin hiçbirinde olamayacağını, bürokratların da böyle bir düşünceyi taşımadığını belirtti.

        Bu toplantılara katılmanın, Müsteşar için görevse, toplantılara katılacağına işaret eden Arınç, bunun için öncelikle Müşteşar'ın gündemi bilmesi gerektiğini vurguladı.

        Arınç, Müsteşar'ın, gündemde böyle bir konu yokken, bir HSYK üyesinin, aniden, konuşmaların sonuna doğru önerge vererek, konuyu gündeme getirdiğinde, ''Hayır bu konuyu burada görüşemeyiz, bizim yetkimiz dışında'' diyerek itiraz ettiğini belirtti. Arınç, ancak Müsteşar'ın toplantı başladığı için ayrılmasının veya muhalefet şerhi koymasının, kararın alınmasını engelleyemediğini dile getirerek, ''Müsteşarın yaptığı doğrudur. Adalet Bakanımız da elbette bu konuda, kendisine bakan olarak düşen görevleri yerine getirecektir. Bu kararı alan heyetle ilgili, kendilerine görev ve yetkilerini hatırlatmak gibi bir görevimiz olabilir'' diye konuştu.

        Soruların devam etmesi üzerine Arınç, ''Saat 13.00'e geliyor, ben Baykal kadar çok uzatamam'' dedi.

        ''ERKEN SEÇİM YOK''

        Başbakan Yardımcısı Arınç, yargı ile yürütme arasındaki krizi çözmek için neler yapılabileceği, erken seçimin gündeme gelip gelmeyeceğine yönelik soru üzerine, ortada krizin olup olmadığı, sancılı günler yaşanıp yaşanmadığı kararını, halkın vereceğini söyledi.

        Şu anda güçlü bir Hükümet bulunduğunu ve ülkeyi yönettiğini dile getiren Arınç, ülkeyi yönetmenin, sivil iradenin işi, hükümetlerin ve yürütmenin görevi olduğunu kaydetti. Arınç, bu konuda bir eksikliklerinin olduğunun söylenemeyeceğini vurgulayarak, ''Muhalefetin doğru eleştirilerinden yararlanırız ama yıkıcı muhalefete dönüşür, aka kara deme ciddiyetsizliğini gösterirse, bu konuda söyleyecek başka bir sözümüz yok'' dedi.

        Arınç, milletten aldıkları yetkiyi son güne kadar kullanmayı prensip olarak düşündüklerini, bunu 2002-2007 yılları arasında yaptıklarını, 2007 ile 2011 arasında da gerçekleştireceklerini vurguladı.

        ''Türkiye'de erken seçimin şartları yoktur'' diyen Arınç, Hükümetin iradesini, her konuda ciddiyetle ortaya koyduğunu ifade etti.

        ''SULAR BULANMADAN, DURULMAZ''

        Arınç, muhalefetin de ciddi biçimde erken seçim istediğini düşünmediğini belirterek, sözlerini şöyle tamamladı:

        ''Sadece yerel muhalefeti güçlendirmek adına, bir takım olaylardan da istifade ederek, ellerindeki birkaç yalan yanlış anketteki verilere dayanarak, zaman zaman seçim sözcüğünden bahsediyorlar. Günün birinde seçim var denildiğinde, emin olun ki bunların pek çoğu sözlerinden vazgeçebilirler. Erken seçim yok, hiçbir zaman gündemimizde de olmadı. Son gününe kadar bu yetkimizi, bu emaneti kullanacağız. Kimsenin bundan kuşkusu olmasın.

        Bütün bu olayların yorumlanması gerekirse, Türkiye'de bir iktidar mücadelesi var. İktidar, anayasada yazılı olduğu, demokrasilerde ve hukuk devleti sayılan ülkelerde olduğu gibi, yasama organı içinden çıkmış hükümetlere, seçimle gelmiş, emaneti yüklenmiş yürütme organına düşer. Geçmişte bu yürütme organının gücü ve imkanları üzerinde vesayet noktasında olan kurumlar vardı. Geçmişte yürütme organlarına yön veren, ona müdahalelerde bulunan, kendilerini pek çok üst noktada gören kurumlar vardı. Şimdi normalleşiyoruz. Artık iktidar yetkisi, sivil iktidarın ve yürütmenin eline geçiyor. Ortada gürültü kopuyorsa, birtakım çevreler kriz var, öldük, bittik diyorsa, kendi ellerindeki anayasadan almadıkları yetki ve imkanları kaybettikleri içindir.

        Türkiye'de artık demokrasi ve hukuk standardımız yükseldi. Sivil irade üzerinde hiçbir vesayeti kabul etmiyoruz. Egemenlik sadece milletindir. Bu milletin, bu yetkisine sonuna kadar sahip çıkacağız. Her kurum da anayasa ve kanunların kendisine verdiği yetki, görevleri bundan sonra yapacak, hiç başkasının işine müdahale etmeyecek. Bizim düşüncemiz budur. Ortada bir kriz yok, ortada birilerinin kriz geçirdiği doğru. Ama bu Hükümetimiz değil. Sular bulanmadan, durulmaz. Her şey yerli yerini bulacak, su mecrasında akmaya devam edecek. Türkiye'nin demokrasisi, özlediğimiz, bütün çağdaş demokrasilerde olduğu gibi standardını yükseltecek. Buna, dayanaklı, güçlü, sabırlı, kararlı iktidarlar ancak yön verebilir. AK Parti de böyle bir iktidar.''

        Anayasanın 60'tan fazla maddesinin değiştirildiğini ve bazı maddelerinin de kaldırıldığını anımsatan Arınç, şöyle konuştu:

        ''Hukuk ve mantık açısından, Anayasa değişiklikleri yapılabilir. Nitelikli çoğunluk ve buna bağlı referandum yolu her zaman için geçerli olabilir. Biz, Türkiye'de bir yargı reformunun mutlaka gerçekleştirilmesini düşünen bir siyasi düşünceye sahibiz. Zaten yüksek yargının her birisi de kendi içerisinde bazı ihtiyaçlar gözetiyor ama bazen birbirleriyle çelişen düşünceler ifade ediyorlar. Dolayısıyla çağdaş, batı ülkelerinde olduğu gibi, AB'nin hukuk ve demokrasi standartlarıyla uyuşabilecek bir Anayasa değişikliği, bunun içerisinde bir yargı reformu elbette olabilir. Bunun için parlamentomuzdan 184 milletvekilinin teklifiyle ve nitelikli çoğunluğa ulaşmak suretiyle bir değişiklik matematik olarak da mantık olarak da mümkündür.''

        Arınç, Parlamentodaki siyasi parti temsilcilerinin veya grup başkanvekillerinin bir araya gelerek, gelişmeler karşısında neler yapılabileceğini kararlaştırmaları ve ''Bu, hem yasamaya hem de yürütmeye, Anayasaca tanınan yetki ve görevlerinin ihlali anlamına geliyor. Meclisimiz bu duruma el koymalıdır' şeklinde bir açıklama yapmış olmaları durumunda, bundan herkesin çok mutlu olacağını söyledi.

        ''MUHALEFET İLE YARGININ AÇIKLAMALARI ÖRTÜŞÜYOR''

        Geçmişte Anayasanın 2 maddesinin değiştirilmesinin 411 oyla kabul edilmesine rağmen Anayasa Mahkemesi tarafından değişikliğin esasına girilerek düzenlemenin iptal edildiğini anımsatan Arınç, şöyle devam etti:

        ''Gönül isterdi ki demokrasimiz adına, Meclisimize sahip çıkma adına, tüm siyasi partiler ortak bir tavır gösterebilse ve Meclisin hukukunu muhafaza edebilseydi çok iyi olacaktı. Çünkü, Meclis, milli iradenin temsil edildiği yerdir, Meclis demokrasinin kalbidir. Demokrasinin kalbi yaralanıyorsa bundan bütün Türkiye çok büyük zararlar görecektir. Şimdi de aynı noktadayız. Ama üzüntü veren olay; bizden önce basın toplantısı yapan ana muhalefet parti liderinin söyledikleriyle, geçmişte buna benzer ifadeleri çokça tekrarlamış olan diğer muhalefet parti liderinin sözleri, dünkü yüksek yargının açıklamalarıyla neredeyse birebir örtüşmektedir. Bu çok talihsiz bir durumdur. Maalesef bazı cümleler, bazı düşünceler, ana muhalefet partisi ve muhalefet partisi liderlerinin söylemiyle üst üste gelebilecek şekilde örtüşüyorsa bundan Türkiye'nin demokrasisi adına sadece üzüntü duymak icabeder.''

        Anayasa değişikliği konusuna değinen Arınç, ''AK Parti olarak bize düşen görev ne ise grubumuzda, Hükümet olarak ve Parlamento içerisindeki tüm partilerle tekrar görüşmek suretiyle, uygun bir zemin ve zaman bulunabilirse tamamen demokratik ve hukuk devleti ilkeleri içerisinde bu Anayasa değişikliklerini her şart altında yapmayı düşünürüz ama bugün bu noktada verilmiş bir kararımız yok'' dedi.

        ''SUÇ, TARİKATLA DEĞİL, ERGENEKON'LA İLGİLİ''

        Arınç, bir gazetecinin ''Erzincan Cumhuriyet Başsavcısının, tarikatlar ve cemaatlerle ilgili bir soruşturma yürütürken görevinden alınmasının yargıya müdahale olup olmayacağı'' yönündeki sorusuna, ''Bu kendi kabulünüz açısından çok doğru. Çünkü, siz ve sizin televizyonunuz sürekli Erzincan Cumhuriyet Başsavcısının bir tarikata yaptığı soruşturma neticesinde böyle bir muameleye maruz kaldığını söylüyorsunuz. Oysa ki tutuklama müzekkeresinde ve buna karşı yapılan itirazı reddeden üç hakimden kurulan mahkemenin gerekçesinde, Sayın Başsavcıya izafe edilen suç, tarikatlarla ilgili yaptığı bir soruşturma değil, Ergenekon örgütü olarak isimlendiren bir örgütün üyesi olmak, tehdit ve buna benzer suçlardır'' karşılığını verdi.

        Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Arınç, sözlerini şöyle sürdürdü:

        ''Elbette her savcı, Cumhuriyetin savcısıdır, milletimiz adına soruşturma yapar, kovuşturmaya giden süreçte yer alır ama bunu masum bir şekilde göstermek varken... Elbette sebeplerini ortaya koymak gerekebilir. İşin içine biraz gözyaşı koymak bakımından da bu savcımızın çocuğunun çizgi filmlerinin bile alındığını, onun gözyaşları içinde babasını beklediği söylenmek de işin içerisine biraz mizansenler koymaktır. Sayın Başsavcının evinde veya iş yerindeki aramalarda neyin ele geçirildiğini biz bilmiyoruz. Siz biliyor musunuz? Bunu sadece hakim ve savcı biliyor. Dolayısıyla bir yargı süreci içerisinde hakim ve savcı birbiriyle uyuşmuş ve ciddi deliller olduğuna inanmış, ağır cezalık bir suç olduğuna karar vermiş, bu delilleri karartma ve yok etme endişesini de taşımış böyle bir karar vermişse, buna elbette bütün medyanın da bütün hukuk camiasının da saygı duyması gerekir.

        Hükümetin emriyle ve talimatıyla bu soruşturma yapılmıyor. Hükümetin emri ve talimatıyla bu soruşturmayı yapan insanlar gözaltına alınmıyor. Erzincan'la ilgili olarak başka soruşturma konuları da var. Bu konular da medyada her gün gündeme geliyor.''

        ''HSYK'NIN GÖREVİ DEĞİLDİR''

        HSYK'nın ''hakim ve savcıların mesleğe kabul edilmesi, atama, nakletme, geçici yetki verme, birinci sınıfa ayırma, kadro dağıtma, meslekte kalmaları uygun görülmeyenlere karar verme'' gibi görevlerinin kanunda açık bir şekilde yer aldığını kaydeden Arınç, HSYK'nın dünkü olağanüstü toplantısında ''görev ve yetki aşımının tespitine; belli savcıların yetkilerinin kaldırılmasına; aynı kişilerin yasal gereği yapılması için suç duyurusunda bulunulmasına'' karar verildiğini anımsattı.

        Arınç, HSYK'nın savcıların yetkilerini alabileceğini belirterek, ''Bu, kanunda HSYK'ya açıkça tanınmış bir yetki. Çünkü, bu savcıları zamanında 250. maddeye uygun görevlendiren de HSYK'dır. İstanbul'daki soruşturmayı yürüten, duruşma savcılığı yapan kişiler hakkında da bundan 3-4 ay önce HSYK'nın onları görevden alma konusundaki çabaları da hatırlanırsa, evet bunları görevlendirmek, bunların üzerindeki görevleri almak HSYK'nın görevidir. Ama orada yapılan soruşturmayı, o soruşturmada hakim ve savcıların ne yaptıklarını, bu yaptıklarının HSYK kararı tarafından bir suç teşkil edip etmediğini tespit etmek ve bunlar hakkında suç duyurusunda bulunmak HSYK'nın görevi değildir. İtiraz ettiğimiz konu bu konudur'' diye konuştu.

        Anayasanın, Ceza Muhakemesi Kanunu ve Türk Ceza Kanununun, 250. madde kapsamındaki suçları soruşturmak üzere Cumhuriyet savcılarını görevlendirdiğini belirten Arınç, ''Bu soruşturma neticesinde kovuşturmaya geçilirken yani dava açılıp, iddianame tanzim edilirken, eğer bir çerçeve içerisinde belli görevlerde bulunanların nerede yargılanacağı konusunda bir araştırma yapılırsa, ya ağır ceza mahkemelerinde ya da burada bir başsavcıyı ilgilendirdiği için bu davanın Yargıtayda görülmesi mümkündür. Ancak, 4 savcının üzerlerindeki görevlerinin kaldırılmasının ardında, bu yetkilerin alınmasının ardında hangi sebepler yatmaktadır? Bugün onu tartışıyoruz'' dedi.

        ''ALELACELE İŞLEM TESİS EDİLMESİNİN SEBEBİ NEDİR?''

        Arınç, HSYK'nın aldı karara ilişkin şu soruları yöneltti:

        ''Ey HSYK'nın 5 tane saygıdeğer üyesi; yetkileri kaldırılan bu Cumhuriyet başsavcıvekili ve Cumhuriyet savcıları hakkında size ulaşan bir soruşturma var mıdır? Biz biliyoruz ki yoktur. Çünkü, böyle bir soruşturma yapma yetkisi, Adalet Bakanlığı müfettişlerine aittir. Bir şikayet olmamış, bir soruşturma yapılmamış, soruşturma da sonuca bağlanmamıştır. Siz, bu kararı alırken, elinizin altında bu savcıların görevlerini kötüye kullandıkları konusunda bir soruşturma raporuna dayanıyor musunuz? Eminim dayanmıyorsunuz, varsa böyle bir rapor lütfen açıklayınız.

        Suç duyurusunda bulunan kararda adı geçenlerin, hangi tespite dayanılarak yetkileri kaldırılmıştır? Yani bu savcıların yetkilerini hangi hukuki gerekçelerle aldınız? Ne yaptılar da bu yetkiler onların üzerinden alınıyor? İnceleme ve soruşturma yapılmadan -biz yapılmadığını biliyoruz- ve sonucu da beklenmeden -yapılmadığına göre sonucu da yok- alelacele işlem tesis edilmesinin sebebi nedir?

        Hiç kimsenin suç işleme imtiyazı olamaz. Herkes kanunlar çerçevesinde soruşturulabilir, yargı önüne çıkar, beraat ederse alkışlanır, suç delilleri ciddi ise mahkumiyet alacaksa bunun neticesini de saygıyla karşılar. Peki neden alelacele işlem tesis edildi? HSYK, bu kararı alırken hangi bilgi ve belgelere dayanmıştır? Duyumlar mı vardır, telkinler mi vardır, yoksa elinizde somut veriler mi bulunmaktadır? Lütfen, Sayın Adalet Bakanımızın dünkü açıklamalarına çok nezaketsiz biçimde cevap vermek yerine, bu sorulara ciddi bir hukukçu olarak siz cevap verin. Hangi bilgi ve belgeler vardır ki elinizde, bu 4 savcının yetkisini aldınız? Soruşturmanın içeriği hakkında, HSYK'ya ulaşmış herhangi bir bilgi veya belge var mıdır?''

        ''İDARİ KURULUŞSUNUZ''

        ''Siz o noktada değilsiniz, siz yargı kurulu değilsiniz, idari bir kuruluşsunuz. İdari kurul olarak verdiğiniz kararlar da Anayasa gereğince yargı denetimi dışında. Siz, atamalara bakarsınız, nakillere bakarsınız, mazeretleri incelersiniz, Yargıtay üyelerini seçersiniz ama bir yargı kurulu gibi 'bu mahkeme nasıl çalıştı, hangi kararı verdi, karar verirken ne yaptı' bunları inceleme yetkiniz yok'' diye seslenen Arınç, şunları söyledi:

        ''Elinizde bilgi var ise gizli olarak yürütülen soruşturmanın içeriğine -Anayasamız, CMK soruşturmanın mutlaka gizli olacağı amir hükmünü taşıyor- madem ki soruşturma gizlidir, bu gizli soruşturmanın içerisindeki bilgi ve belgeler, hangi yetki ve sıfatla elinizin altında bulunmaktadır. Hangi yasal usullerle bunları temin ettiniz? Lütfen, bunlara cevap veriniz.

        Sizin içinizden bir HSYK üyesi hakkında geçmişte yapılan tartışmaları hatırlıyoruz. Bu tartışmalar henüz unutulmamışken, belleklerde çok iyi bir biçimde yaşıyorken, siz, 5 arkadaş hangi somut delillerle böyle bir karar aldınız? Hangi gerekçeyle böyle bir karar verdiniz? Böyle bir soruşturmayı yürüten savcıları görevden alırken herhangi bir yasal gerekçe gösterme zorunluluğunu neden hissetmediniz? Sadece üç cümlelik açıklamayı yeterli görmüyoruz. Bu aşamada bir itiraz yapılacak olsa, bu itirazı inceleyecek olan merciler sağlıklı bir şekilde nasıl karar verebilecek?''

        Bu tür soruların daha da uzatılabileceğini belirten Arınç, sözlerini şöyle tamamladı:

        ''HSYK, hakimler ve savcıların yetkisini verebilir, görevlendirebilir, yeterli sebepler varsa bunları da alabilir. Ama Erzurum'daki Başsavcının Erzincan'daki Cumhuriyet Başsavcısı hakkında diyelim ki kaybolan silahlarla ilgili olarak, diyelim ki bir örgütle ilişkisinin tespit edilmesine yönelik olarak, diyelim ki birilerine tehdit ve baskı yaptığı şeklindeki tanıkların beyanları doğrultusunda inceleme yapılırken, bundan rahatsızlık duyuluyor ve bu yetkilerin alınması cihetine gidiliyorsa o zaman bu sorularımın hepsinin cevabının yarın değil, bugün mutlaka verilmesi lazım. Eğer ciddi, somut, delile dayalı bilgi ve belgelerle böyle bir karar almışlarsa ki biz, böyle bir kararı alırken bunlara dayanmadıklarını düşünüyoruz, bu takdirde hem o bilgi ve belgelerin, hem de ciddi somut verilerin karşısında söylediklerimizden vazgeçmeyi biliriz.''

        AA

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ