Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Ramazan Sarayın müneccimleri!

        Yıldızların hareketinden geleceği öğrenme merakına eskiler “ilm-i nücum” derlerdi, biz şimdi “astroloji”diyoruz. Bu işe geçmişte sadece sıradan halk değil,devletin en tepesindekiler bile oldukça meraklıydı. Yıldızlara bakan müneccimlerin görevi ise oldukça zordu, zira gelecek tahminleri yapmanın yanısıra gök haritalarını hazırlamak, takvim çıkartmak, namaz ve iftar vakitlerini belirlemek de onların vazifesiydi.

        GELECEĞİ önceden bilebilme merakı her ne kadar boş ve gereksiz bir iş olsa da, insanoğlu varolmasından bu yana herzaman bir “yarın” endişesi ve merakı ile yaşamış ve gelecekte kendisini nelerin beklediğini önceden öğrenebilmek için çeşit çeşit yollar denemişti. Medet umulan yollardan biri de, yıldızların ve gezegenlerin hareketlerinden mânâ çıkarmaya çalışmaktı. Gelecek tahminleri yıldızların hareketine göre yapılır, hattâ önemli bir iş için yıldızların “eşref saatinin”, yani “uğurlu”zamanının gelmesi beklenirdi.

        17. yüzyılda kayan yıldızı gözleyen bir saray müneccimi

        KADROLU MÜNECCİMLER

        Şimdilerde “astroloji” dediğimiz yıldızların hareketinden geleceği öğrenme işine eskiler“ilm-i nücum” derlerdi ve sadece sıradan halk değil, devletin en tepesindekiler de ilm-i nücuma oldukça meraklıydılar. Sadrazamlar, vezirler ve paşalar önemli işlerin arefesinde yıldızların vaziyetini sorar, hareketlerini gökyüzündeki hareketlere göre ayarlarlardı. Üstelik aynı işi bazı padişahlar da yapar ve sarayda kadrolu“müneccim”ler, yani yıldız falcıları bulundururlardı. Yıldız uzmanlarının en kıdemlisinin unvanı, “müneccimbaşı” idi. Müneccimlerin görevi, sadece hükümdarın yıldızlara göre falına bakıp gününün iyi yahut kötü olacağını tahmin etmek değildi. Devlet için hayati önem taşıyan olayları da değerlendirirlerdi. Tahta çıkan padişahın hangi gün kılıç kuşanması gerektiğinden yeni sadrazam tayinine, inşa edilmiş bir kalyonun denize indirilmesinden Moskof’a karşı savaş ilânına kadar hemen her işin ne zaman yapılması gerektiğini söyler, yani yıldızların“uğurlu” oldukları zamanları ararlardı.

        Eski bir gök haritasında insan şeklinde resmedilmiş takımyıldız.

        ASLINDA ASTRONOM İDİLER

        Eşref saati bulmak için gökyüzüharitaları açılır ve yıldızlara bakılırdı.Gök cisimlerinin hareketiyle insanın tabiatıarasında bir bağlantı bulunduğu yolundabinlerce sene boyunca varolan inançlardoğrultusunda herşey gözden geçirilir,gökyüzünün hükümdarın doğumu sırasındakidurumu yıldızların o andaki vaziyetiylekarşılaştırılır ve eşref saat işte böyle büyükçabalardan sonra belirlenirdi. Hükümdar eğer yıldız falına hakikaten meraklıysa, verdiği önemlikararın dualarla tam o saatte tatbikini emrederdi.Müneccim aslında astronomdu ve fal dışındagörevi de vardı: “Zîc” denen gök haritalarının hazırlanması,takvim çıkartılması ve namaz saatleriyleiftar vaktinin belirlenmesi gibisinden astronomi ilealâkalı işlere de bakardı. Ünvanları, bu akademiktarafları sayesinde sonraki devirlerde “vakithesaplayıcı” demek olan “muvakkıt”a çevrildi.

        EŞREF SAATİ DEĞİLMİŞ!

        İşte, müneccimlerle ilgili olarak tarihlere geçmiş öykülerden biri: Üçüncü Selim, 18. yüzyılın sonlarında Ratib Efendi’yi “reisülküttab”lık makamına getirmeye, yani dışişleri bakanı yapmaya karar verir ve kararını Ratib Efendi’ye bizzat tebliğ eder.Efendi peşpeşe teşekkürler sıralayıp hükümdarın ömrünün uzun olması için dualar ettikten sonrapadişahtan garip bir talepte bulunur:“Aman hünkârım” der, “Bugün eşref saatimde değilim. Yarın benim için çok daha hayırlı olacak. Tayinimi resmen yarın emir buyursanız...”

        BAKANLIK ELDEN GİTTİ

        Padişah “Peki, öyle olsun” der veRatib Efendi’ye ertesi sabah erkenden saraya gelmesini söyler. Ama o gün öğleden sonra vazgeçer ve aynı göreve bir başkasını tayin eder. Adamlarını çağırır, “Ratib Efendi, haklı çıktı”der. “Bugün, hakikaten iyi gününde değilmiş; baksanıza, reisülküttablık nasıl da gitti elinden. Ama falına kim baktıysa işinin erbabıymış. Şimdi,o müneccimin kim olduğunu öğrenip huzuruma getirin, bir de benim yıldızıma baksın...”El yazması kitaplıklarımız, özellikle de Kandilli Rasathanesi’nin kütüphanesi, saray müneccimlerine ait yüzlerce cild elyazması eserle doludur. Merak edenler, Prof. Dr. Günay Kut’un hazırladığı iki cildlik “Kandilli Rasathanesi Elyazmaları Kataloğu”nu bulup okuyabilirler.

        HATTIN ÜSTADLARI: Sultan Üçüncü Ahmed

        ÜÇÜNCÜ Ahmed, 1703 ile 1730 yılları arasında hüküm sürdü.Sülüs ve celi sülüs yazılarını devrinin büyük ustası Hafız Osman Efendi’den, talik yazıyı da Veliyüddin Efendi’den öğrendi. Üçüncü Ahmed’in Hafız Osman’ın vefatından sonra zamanının Mehmed Bursevi, Mustafa bin Süleyman, Beşir Ağa ve Yahya Fahri gibi meşhur hattatlarından da istifade ettiği söylenir. Hükümdarın, Topkapı SarayıKütüphanesi’ndeki yazılarının dışında İstanbul’daki bazı camilerde de levhaları vardır.Topkapı Sarayı’nda Arz Odası’nın kapısının üzerindeki besmele de onun tarafından yazılmıştır ve en büyük celi sülüs yazılarından biri Ayasofya’nın arkasında, bir diğeri de Üsküdar Meydanı’nda bulunan ve kendisi tarafından yaptırılan çeşmelerin üzerinde bulunmaktadır.Üçüncü Ahmed’in hat sanatındaki en önemli yeri, bize Türk celi sülüs yazısının seyrini takip etmemize yarayacak eserler bırakmış olmasıdır. Hükümdarın kendi eseri olan bu tuğrası, Topkapı Sarayı’ndadır.

        Günay Hoca’nın Kandilli Rasathanesi’ndeki müneccimlere ait elyazmalarının bir ekiple beraber yayınladığı kataloğunun ilk cildi.

        HATTIN ÜSTADLARI

        Sultan Üçüncü Ahmed

        ÜÇÜNCÜ Ahmed, 1703 ile 1730 yılları arasında hüküm sürdü. Sülüs ve celi sülüs yazılarını devrinin büyük ustası Hafız Osman Efendi’den, talik yazıyı da Veliyüddin Efendi’den öğrendi. Üçüncü Ahmed’in Hafız Osman’ın vefatından sonra zamanının Mehmed Bursevi, Mustafa bin Süleyman, Beşir Ağa ve Yahya Fahri gibi meşhur hattatlarından da istifade ettiği söylenir. Hükümdarın, Topkapı Sarayı Kütüphanesi’ndeki yazılarının dışında İstanbul’daki bazı camilerde de levhaları vardır. Topkapı Sarayı’nda Arz Odası’nın kapısının üzerindeki besmele de onun tarafından yazılmıştır ve en büyük celi sülüs yazılarından biri Ayasofya’nın arkasında, bir diğeri de Üsküdar Meydanı’nda bulunan ve kendisi tarafından yaptırılan çeşmelerin üzerinde bulunmaktadır. Üçüncü Ahmed’in hat sanatındaki en önemli yeri, bize Türk celi sülüs yazısının seyrini takip etmemize yarayacak eserler bırakmış olmasıdır. Hükümdarın kendi eseri olan bu tuğrası, Topkapı Sarayı’ndadır.

        SARAYLIK İFTARİYELER

        Kuzu ciğeri çorbası

        KUZU ciğeri bulunmazsa, koyun ciğeriyle de yapılabilir. Yeteri kadar ciğer suda haşlanır. Et suyu yoksa bir baş soğan ve bir kaşık yağ ile kavrulup üzerine yeniden su konur ve gereği gibi pişirildikten sonra, iki-üç yumurta sarısı karıştırılır. Yumurtanın kokusu gidene kadar yeniden pişirilir; sirke, maydanoz ve nane ilâve edilir. Taslara konulduktan sonra üzerine biber ve tarçın konur. Ekşi olması arzu ediliyorsa, limon veya sirke katılır (N.Sefercioğlu’nun “TürkYemekleri. 18. Yüzyıla Ait Bir Yemek Risalesi”nden).

        MALZEME

        * Kuzu veya koyun ciğeri

        * Soğan, yağn Yumurta sarısı

        * Sirke, nane, maydanoz

        * Biber, tarçın, limon

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ