Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Yaşam HT Cumartesi ‘Ve Allah kadını yarattı’

        HT CUMARTESİ/ ALİ ESAD GÖKSEL

        Yer gök, bila istisna, herkes “malum mevzuyu” konuşuyor... “Eşit miyiz, değil mi?” Beyanı duymayan kalmadı: “Kadın ve erkek eşit değildir!” Konu ile ilgili kim ne düşünür bilemem. Pek umurumda da değil. Baştan şunu söylemeliyim: “Aynı fikirdeyim”... Ben kendi adıma şundan eminim: Kadın ve erkek elbette eşit değiller, çünkü kadınlar erkeklerden daha üstün... Epey zamandır zorlandığım bir konu... Sıkıntıdan Cape Town’da kurtuldum. Aman yanlış anlaşılmasın; kadınların üstünlüğünü göreli çok zaman oldu ama bazen bildiğiniz, emin olduğunuz bir şeyi dile getirmek de zaman alır ya; işte bu da onlardan. Neden mi? Çünkü mahalle baskısı çok ama çok büyük! Haydi gelin, o hikâyeyi baştan sunalım. Şu “hakikate erme” sahnesini, dekorunu, her bir şeyini sizlerle paylaşalım. Yine kadınlardan öğrendiğim bir şey; istediğinizi çok istiyorsanız, içten istiyorsanız oluyormuş! Benim Volvo Ocean Race hikâyesi de bu hesap... Kıdemli bir yelken meraklısı olarak kafayı takmış durumdayım. Yelken yarışlarına ısınmak istiyorum. Bu nasıl olur? Okuyarak, izleyerek ve katılarak... Söylemesi ayıptır, halen ikinci aşamadayım. Ama ölçeğim öyle masum cinsten değil... Asırbaşından kalma, şiir dolu yelkenlilerin yarışlarını neredeyse içinden seyrettim. Panerai’nin muhtelif denizlerdeki kupalarının hiçbirini kaçırmadım. Ve hedefi büyüttüm: America’s Cup ve Volvo Ocean Race. Tanıdığım hatırı sayılır yelkencileri gözden geçirdim. Ve bir zaman oluyor, Rahmi Bey’e açıldım, “Volvo Ocean Race’e katılmak istiyorum” diye. Beni sever, terslemedi. Sordu, “Teknede ne yapacaksın?” Aslını isterseniz konuşmayı noktalamam icap ederdi. “Ne olursa” diye geveledim. Durdu. Ve şefkatle noktaladı: “Yarış okyanuslarda, biliyorsun çetindir!” Pes etmeyi sevmem. Tekneyemürettebata almayacaklarını anlamıştım... Ama kıyı kenar ve deniz de var. Kim tutar beni? Son iki senedir gözüme kestirdiklerimi listeledim. Ve nihayet Volvo İsveç’ten J.Reutergardh’ı yakaladım. Kendisi mühim bir makamda olup bana “Bakarız” deyiverdi... Nasılsa, haline bırakıvermişim. Epey zaman geçti. Karışık bir cuma günü Berna Ylafem aradı, “Cape Town’a gidiyoruz” dedi: “Volvo Okyanuslar Yarışı’na”... Şükür duamı yine Berna kesmesin mi,sessizliği hat kesildi sanmış. Programımda ne var ve ne yoksa temizledim

        İLK DURAK

        Johannesburg’a ilk gelişim. Rehberlerimiz uzun ve net uyarılardabulundular: “Yürümek yok. Bakın zaten yürüyen de yok. En iyisi otelden çıkmayın. Bakın zaten biz de otelde olacağız. Ayrıca alışveriş merkezi otelin altında, sağda. Lokanta otelin altında, solda. Şayet içki içmek ve geceye devam etmek istiyorsanız, işte o da otelin altında. Tam karşıda...” Velhasılı izlenimlerim şu şekildedir: En ortada, her nedense ismine “Michelangelo” denilmiş bir otel. “Mütemmim cüzleri” tesisin bodrum katında bulunmaktadır. Ferah ferah gidip geliyorsunuz... Karşımda oturan rehberimizi gözüme kestirdim, “Allah’ım bu paranoyakla nereden karşılaştım” diye. Dışarı çıkayım, iyi gelir diye davrandım. Kapıyı açan güzel kız sormasın mı; “Nereye?” “Vallahi” dedim, “Sen nereye istersen oraya!” Dışarı çıkınca, geriye döndüm, şu kıza bir bakayım diyerek. Loş bir saçak, avluyu ortalamış. Kenarda, iri kapının hemen sağında ise kuvvetli bir led işıkla parlamış, sarı-pirinç levha. Pırıl pırıl. Önemli bir hatıra olmalı? Okumaya başladım: “Bu tesisin sahibi, bu avludaki rüzgâr ve yağmurdan, ayrıca soyulmanızdan ve üstüne öldürülmenizden sorumlu olmayacaktır”. Dudaklarım kurumuş. İçeri girdim. “Paranoyak rehber”e “Haklıymışsın” dedim. Kibar ve halden anlayan birisi olmalı, gülümsedi. Koridorda kendimden fevkalade emin adımlarla ilerleyerek odama ulaştım. Kapıyı üç kere kilitledim. Ayrıca zincir taktım. Kulağım kirişte, uykuya daldım. Sabah erken Cape Town’a uçacağız.

        ÜMİTLERİM BURADA

        Dünyayı biliyor, tanıyor olmamızı kime borçluyuz? Kâşiflere ve bilim adamlarına... Kâşiflerin çoğu, neredeyse tümü denizci. Neden mi? Dünyamızın çoğu deniz de ondan... Artık biliyoruz: Hayat orada başlamış, oradan yayılmış. Bu kafa ile gidersek de “orada” bitireceğiz... Küresel ısınma, kirlilik, denizlerin tüketilmesi. Farkındasınız... Öte yandan Cape of Good Hope dedikleriyerdeyiz... Yani ümitlerimiz berdevam... Ümit Burnu, 15. yüzyılın sonunda Portekizli kâşif Bartolomeu Dias tarafından keşfedilmiş. Ve “fırtınaların burnu” olarak adlandırılmış. Sene 1488. İstanbul’un fethinden 35 yıl sonra. “Burun”, Papa tarafından yeni ümitlere atfen takdis olununca, ismi değişmiş: “İyi Ümitler Burnu”... Cape Town’un yanı başı. Arada bir milli park var. Flora ve hayvanlar özenle korunuyor. Cape Town bir ümidin şehri. Mandela, “Burası özgürlüklerin yeri olsun. Rengârenk çiçekler açsın” diye dilermiş. İklimi güzel. Ahalisi güzel. Mimarisi şöyle böyle bir liman şehri. Çok büyük zenginler var. “Oppenheimer-De Beers” ve “Rupert – Richmond”... İki aile tüm ülke gelirinin yüzde 55’ine sahipler. Başka söze gerek var mı? Ama nasıl siyah ve beyazlar arasında siyasi bir eşitlik sağlandı ise gelir dağılımındaki uçurumlar da çözülmeli... Nüfusunun çoğunluğu çok genç. Ve rengârenkler: Zulu, Hollanda, Alman, Fransız ve İngilizler var. Bunlar eski sakinler... Bir de yeni gelenler var. Çinliler, Ruslar ve diğerleri... YARIŞIN AMAZONLARI Gözüm yanaşacak yelkenlilerde. Gün o gün. Tekneler Cape Town’dan Dubai’ye yelken açacaklar. Table Bay, efsanevi Masa Dağı’nın önü. Koyun içi rengârenk. Zaten Cape Town’un alametifarikası olan koy, Volvo Ocean Race-Okyanuslar Yarışı ile dünyanın takip ettiği bir sahne haline dönüşmüş. Yelkenlileri destekleyenler arasında 24 saat uçarak gelenler var. Çinlilerle konuşuyorum. Işıl ışıl gözleri ile rıhtımdalar. Deniz böyle bir sihir. Sizi eline alıyor. O andan itibaren ona tabisiniz. Arası, şakası, belkisi, aması yok: Mutlak aşk! Denizle yaşayacaksınız, böyle... Rıhtım, şen şakrak insanlarla, onlarca dil ile dolu. Bandolar, bayraklar, flamalar, üniformalar... Bir oraya bir buraya sürüklenipbakınıyorum. Avarelik bu rıhtımın en büyük lüksü olmalı... Fakat o da ne? Karşımdaki kadın! Bronz bir yüz, kuvvetli elmacık kemikleri, gamzeler, savrulan sarı saçlar, koyu mavi gözler. Allah’ım böyle bir güzellik olabilir mi! Otuzlu yaşlarında. Spor yapıyor olmalı, gram fazla yok. Ama hatlar katiyen köşeleşmemiş... Hipnotize olmuş gibiyim. Yüzümde çocukça bir merak ve masum bir gülümseme ile oradayım, donup kalmış, öylesine... Bana bakarak yaklaşıyor. Gülüyor. Yanımdan geçerken arkasından bakakalıyorum. On metre sonra dönüp bakınca, yakalıyorum: “İçki içer miyiz, ya yemek?” Gülüyor: “Açılıyoruz”... “Nereye, ne zaman?” Kız Volvo Ocean Race’de yarışçılardanmış! Pür merakım: “Hangi tekne?” Ve büyük sürpriz: “Kızlar teknesi!” Sadece kadınlardan oluşan bir ekip. İçlerinde Amerikalısı, kuzeylisi var... Bizimki Cenevreli. Sakın ha “Adamların denizi mi var, ne yelkeni” demeyesiniz. Son on yıl içinde iki kez “America’s Cup” sahibi oldular... Tekneye gidiyoruz. Cıvıl cıvıllar. Anlatılıyor: “Yüksek teknoloji, karbon fiber tekne”... Malzemesini anlayamadığım yelkenler, NASA misali haberleşme ve yön tayin sistemleri... Zaman geçiyor. Koyun içine irili ufaklı motor ve sandallar doluşuyor. Hakemler, görevliler, yarışçıların yakınları, destekçileri, meraklılar... Havada vızır vızır uçuşan helikopterler, kameralar. Vedalaşıyoruz. Volvo Ocean Race’de bir sonraki durak Dubai! Sözleşiliyor. Görmeye değer, benzersiz bir şenlik. Nihayet çıkış veriliyor. Yanıbaşımdan geçen kızları ufka kadar takip ediyorum. Makinenin dişlileri gibi çalışıyorlar. Herkes ne yaptığını biliyor. O an şunu görüyorum. Bu teknede, okyanusun dalgaları içinde bana hayat yok. 10 dakika dayanamam. Etrafımdaki erkekleri, tüm arkadaşlarımı gözden geçiriyorum. Ve hayır. 11 dakikayı tamamlayabilecek bir babayiğit yok. Volvo Ocean Race sayesinde gerçeği kabulleniyorum. Kadınlar bizden çok daha güçlüler. Hem ruh, hem de vücut olarak! Bizimkilere tam kaybolacaklarken el sallıyorum. Volvo’nun Okyanuslar Yarışı’nı naklen yayınladığı özel bölüme geçip ekrandan seyretmeye başlıyorum. Elimde Güney Afrika’nın baştan çıkarıcı bir şarabı var. Tekneler ekranda! Rüyalar, hülyalar kafamda... “Deniz” beni çağırıyor. Aman sütliman olsun...

        Yarışın tekneleri

        Kırkıncı yılındaki Volvo Ocean Race, 2014-15 yarışına yeni bir soluk getiriyor. Yarışmacıların dokuz ay süresince en zor şartlarda test edildiği, yarışta tüm takımlar yeni tekne Volvo Ocean 65 ile yarışacak. Tasarım, ABD’deki Farr Yacht Design’da tamamlandı. Teknelerin gövde ve daggerboard’ları İtalya’daki Persico, güverte ve bileşenleri Fransa’daki Multiplast, iç yapısı ise İsviçre’deki Decision’da üretildi. Bu parçalar İngiltere’deki Green Marine’de bir araya getirildi .Üretim aşamasında 120’den fazla kişi, toplam 36 bin saat çalıştı. Volvo Ocean 65’in teknik özellikleri: Boy: 20.37 metre En: 5.60 metre Ağırlık: 11.639 kilogram Ana direk yüksekliği: 30.30 metre Yelken büyüklüğü: 716 metrekare

        Yarış 40. yılında

        Risk, cesaret ve insan dayanıklılığının yarışı, 40 yıl sonra hâlâ meraklıların ilgisini çekmeye ve hem yeni, hem de eski yelkencileri cezbetmeye devam ediyor. 201415 Volvo Ocean Race’e yedi takım katılıyor: SCA (İsveç), Abu Dabi O R (Birleşik Arap Emirlikleri), Dongfeng (Çin), Team Brunel (Hollanda), Alvimedica (ABD & Türkiye), İspanyol Takımı ve Vestas Wind (Danimarka)... Yarış, 4 Ekim 2014 tarihinde İspanya’nın Alicante kentinde başladı. Offshore ayağı 11 Ekim’de start aldı. Alicante’den yola çıkıp yaklaşık 6 bin 487 deniz mili uzaklıktaki Güney Afrika’nın Cape Town kentine ulaştılar. Rota doğuya doğru, Abu Dabi, Birleşik Arap Emirlikleri; Sanya, Çin; Auckland, Yeni Zelanda; Itajai, Brezilya; Newport Rhode Island, ABD; Lizbon, Portekiz ve Lorient, Fransa şeklinde devam ediyor; Yarış, Volvo’nun evi, İsveç’in Göteborg kentinde sona erecek.

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ