Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Yaşam HT Pazar Meksika’da huzur/ Mehmet Açar'ın yazısı

        Mehmet AÇAR/ GAZETE HABERTÜRK-PAZAR

        Bu yıl Türkiye sinemasına özel bir bölüm ayıran 18. Guanajuato Film Festivali’nin davetlisi olarak 17-26 Temmuz tarihleri arasında Meksika’daydım. San Miguel de Allende ve Guanajuato’da gerçekleşen festivalin benim için en güzel yanlarından biri, Meksika’nın bu iki güzel kentini gezip görme fırsatı oldu. Yolculuğun başlangıç noktası sabaha karşı 4.00’te indiğimiz Mexico City Havaalanı’ydı. Karanlık bir Meksika sabahında, Mexico City’nin tenha caddeleri hepimize Adana’nın dış mahallelerini hatırlattı.

        Üç buçuk saat süren San Miguel de Allende yolculuğundan ilk izlenimlerim peş peşe gelen paralı yollar ve bitmek bilmeyen hız kesicilerdi. Sonra karanlığın ve sabah sisinin dağılmasıyla Meksika, yağmur mevsimine has o yemyeşil yüzünü gösterdi; manzara güzelleşti. Verimli tarlalar ve çayırlar yol boyu bize eşlik etmeye başladı. San Miguel’in dağ köylerine benzeyen dış mahallerine geldiğimizde yazı İstanbul’da bırakmış, ilkbahara dönmüştük.

        MEKSİKA’NIN VENEDİK’İ: SAN MIGUEL DE ALLENDE

        Yol yorgunluğumu tümüyle unutturan ise şehir merkezi oldu. Birçoğu 250 yıldır ayakta duran binaları, daracık taş sokakları ve kendine özgü barok ve kolonyal mimari dokusuyla San Miguel, adeta Meksika’nın Venedik’iydi. Şimdilerde UNESCO koruması altında olan kentin mimari güzelliği, ilk olarak 1920’li yıllarda şehre yerleşen sanatçılar tarafından keşfedilmiş ve günümüze kadar adeta bir müze gibi korunmuş. Yerel mimarinin vazgeçilmez özelliği, büyük kapılar ve kapıların ardındaki avlular... İşte o kapıların ardında butik oteller, restoranlar, şık barlar, sanat galerileri ve antikacılar sizi bekliyor. Şehrin otantik özellikleri, yıl boyu süren ılıman iklimi ve düşük emlak fiyatları sadece sanatçıları değil, huzurlu emeklilik hayalleri kuran birçok ABD ve Kanada vatandaşını da çekmiş kendine.

        Kentte her şey ağır ve sakin. San Miguel’in daracık taş sokakları “trafiğin bir erkeklik gösterisi değil öncelikle bir paylaşım” olduğu gerçeğini hatırlatıyor hepimize. Üstelik Avrupa’da değil, nüfüsunun yüzde 52’sinin yoksulluk sınırının altında yaşadığı bir ülkedeyiz. Ama şehirde gerginlik yok. Çoğunluk güleryüzlü, medeni, samimi ve mütevazı. Sanata ve kültüre karşı saygıları var. Eğlenmeyi, şarkı söyleyip dans etmeyi çok seviyorlar. Cuma akşam saatlerine doğru şehrin meydanına çıkan sokakları görünce “Ne o bayram mı var?” diye sorduk. “Yo, burası hep böyle” dediler. Sonra anladık ki cuma, cumartesi saat 17.00’den sonra şehir tam bir fiesta alanına dönüşüyor.

        San Miguel’de mutlaka yapılması gerekenlerden biri Meksika’ya özgü antika otobüslerle çıkacağınız şehir turu. Otobüsünüz taşlar üzerinde tangur tungur giderken Meksikalı rehberin binalar, sokaklar ve şehir üzerine anlattıklarını dinlemek hoş. Tarihi ayrıntılar bir yana, şehirde çekilen Hollywood filmleriyle ilgili popüler bilgiler de alıyorsunuz. Hazır buraya gelmişken, şehre yaklaşık bir saat uzaklıktaki dağların ortasındaki Canada de la Virgen arkeolojik alanını ziyaret etmenizi, bir çeşit takvim işlevi gören gizemli piramidleri görmenizi ve rehberlerin anlattığı hikâyeleri dinlemenizi tavsiye ederim. 2011’de ziyaretçilere açılan tapınak, sizi Meksika’nın İspanyollardan çok önceki tarihine ve mitolojisine götürecek.

        BİR DAĞ VE TÜNELLER ŞEHRİ: GUANAJUATO

        Festivalin ikinci durağı Guanajuato, daha büyük, kalabalık bir kent ama onun da tarihi dokunun, otantik mimarinin korunması konusunda San Miguel’den eksiği yok. Hatta daha geniş alana yayılması itibarıyla fazlası olduğu söylenebilir. 2 bin metrenin üstündeki yüksekliği, serin geceleri ve biz oradayken her akşam yağan yağmurlarıyla tam bir dağ kenti Guanajuato. Hayatımda daha önce başka hiçbir yerde görmediğim bambaşka ve son derece kendine özgü bir atmosferi var. Dağların arasındaki çanak benzeri bir alanda kurulan kentte nereye baksanız dağ görüyorsunuz. Kentin uçlarına doğru yaptığınız yolculuk daracık çıkmaz yokuşlar ve dağlara sırtını vermiş evlerle sona eriyor. Kentin kendine özgü topografik yapısının mimarları da son derece yaratıcı çözümler bulmaya ittiği görülüyor. Sözgelimi kaldığımız Şairler Oteli (Meson de Los Poetas) sokaktan iki katlı, küçük şirin bir binaya benziyor. Ama içeri girdikten sonra otel her yöne doğru uzanan gizemli bir yere dönüşüyor. Lobiden 20 metre yukarıda toprağın içinden dağa doğru uzanan bir ağaç dahi var. Meksikalı ünlü ressam Diego Rivera’nın doğup büyüdüğü, şimdi bir müzeye dönüştürülmüş evi gezerken de mimarideki serbest düzeni hissetmeniz mümkün.

        Şehri dış dünyaya tüneller bağlıyor. Şehrin içinde de birçok tünel var. Bunlar bizim son mühendislik teknolojileriyle inşa ettiğimiz tünellere benzemiyorlar. Bunların bir bölümü Meksika’yı işgal eden İspanyolların başını döndüren altın ve gümüş madenleri nedeniyle kazılmış geniş tüneller.

        Guanajuato Üniversitesi’ne ev sahipliği yapan şehir; müzeleri, sanat galerileri, birbirinden güzel tiyatro salonlarıyla Avrupa şehirlerine meydan okuyor. Akşam yemeğine kadar kent meydanına çıkan sokaklarda dolaşmak bile insanın “Guanajuato kafası”na girmesine yetiyor. Şehirden ayrıldığımız gece gerçekleştirilen Tünel Festivali’nin herhalde dünyada bir benzeri daha yok. Gece yarısından itibaren tünellerden gelen tekno müzik ritmi şehrin kalp atışlarını andırıyordu.

        Meksika bağımsızlık savaşının başladığı bölgede yer alan bu iki şehir, turistlerle dolup taşan, güvenli şehirler olarak zihnimizdeki tekinsiz, macera dolu Meksika imajına kuşkusuz hiç uygun değillerdi. Ama her şeyleriyle insanda gerçek Meksika’ya dokunma ve onun içinde yaşama hissini veriyorlardı. Bir gün oralara yolunuz düşerse, mutlaka gezip görmenizi öneririm. Guanajuato, yakındaki Leon şehrinin havaalanından 25 dakika uzaklıkta. San Miguel ise bir buçuk saat... Üstelik internet üzerinden vize almanız da çok kolay

        YEMEK ACI, HESAP TATLI

        Acılı Meksika mutfağını seviyorsanız iki şehirde de çok güzel anlar geçireceğiniz kesin. Acıdan uzak durmayı tercih edenlere ise et yemelerini tavsiye ederim. Tatlılardan çok şey beklemeyin. Onun yerine tropikal meyveleri deneyin. Meksika’da yemek yemenin en hoş yanı, şehrin en güzel restoranında krallar gibi karnınızı doyurduktan sonra son derece makul bir hesap ödeyip çıkmanız.

        GUANAJUATO'NUN SİMGESİ DON KİŞOT

        Guanajuato’ya ilk geldiğim gün şehir merkezindeki küçük meydanlardan birinde Don Kişot ve Sanço Panço’nun heykellerini gördüğümde şaşırmıştım. Biraz daha yürüyünce kapısında “Museo Iconográfico del Quijote” yazan bir Don Kişot Müzesi duruyordu karşımda. Don Kişot’a evinden hayli uzaklarda gösterilen bu ilgi Cervantes’in romanının büyük bir hayranı olarak beni mutlu etmişti. Don Kişot’un şehrin simgelerinden biri olduğunu anladığımda ve burada her yıl Uluslararası Cervantes Festivali düzenlendiğini öğrendiğimde Guanajuato’yu daha da çok sevdim. 18. yüzyıldan kalma bir binada kurulan Don Kişot Müzesi, sadece edebiyat tutkunlarına hitap etmeyen eğlenceli bir mekân. Müzede Don Kişot’la ilgili birçok resim ve heykel sergileniyor. Ayrıca kitaplar, satranç setleri, bozuk paralar, posta pulları, saatler ve benzeri şeyler de var. Özetle sizi görülmesi gereken son derece iddialı bir Don Kişot koleksiyonu bekliyor.

        EN KORKUNÇ MÜZELERDEN BİRİ

        Guanajuato’ya gelen turistlerin en çok görmek istediği yerlerin başında Mumya Müzesi (El Museo De Las Momias) geliyor. Müzede 1833’de Meksika’daki kolera salgını sırasında ölenlerin mumyalanmış bedenleri sergileniyor. Cesetler 1863’te bölgedeki bir mezardan çıkarılmış. Doğal mumyaları 1900’lerde mezarlık işçileri birkaç pezo karşılığında halka gösterirlermiş. 1958’de ise ziyarete açılmış. Kapalı olduğu için gezemediğim Mumya Müzesi’ni görme fırsatı bulamadım. Açıkçası istekli de değildim. Gerçek bir mezarlık olması itibarıyla müzenin ahlaki konumunun Meksika dışında da tartışıldığını belirteyim

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ