Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Yaşam HT Pazar Gülenay Börekçi'nin Arzum Uzun ile röportajı: "Kelimelerle uğraşan herkes biraz delidir"

        GÜLENAY BÖREKÇİ / HABERTÜRK PAZAR

        Arzum Uzun, yeni romanında bizi “99 Yazı”na, artık çok iyi tanıdığımız ünlü karakteri Bilun Yılmaz’ın 15 yaşına götürüyor. Açıkçası okurken kendimi yakın bir arkadaşımın çocukluğunu, gençliğini kimi zaman komik kimi zaman epeyce hüzünlü bir videoda seyrediyormuşum gibi hissettim. Birçok bakımdan kahramanına fazlasıyla benzeyen Uzun’la aşkları, düş kırıklıkları ve “deprem”iyle “99 Yazı”nı konuştuk

        Arzum Uzun’u yıllardır takip ediyorum. “Aşkın Sekiz Kusuru” adlı öykü kitabını değil ama “Süper Zeki Bir Kadının Über Salak Hikâyesi”, “Nerdesin Aşkım” ve “Bitli Pileyboy” adlı romanlarını okudum. Bu romanların hepsinin kahramanı sarışın, süper zeki ve başını belaya sokmadan duramayan Bilun Yılmaz’dı ve ben Bilun’un komik, eğlenceli, bir yandan da hüzün hareleri taşıyan kılçıklı sesini sevdim. Şimdi bir devam romanı geldi... Daha doğrusu bir başlangıç romanı. Arzum bizi “99 Yazı”na, Bilun’un 15 yaşında olduğu zamana götürmüştü. Destek Yayınları’ndan çıkan kitabı okurken kendimi adeta bir home video seyreder gibi hissettim. Hani sevdiğiniz bir arkadaşınız hayatının çeşitli evrelerini size kimi zaman komik kimi zaman da hüzünlü görüntülerle seyrettirir ya, öyle. Arzum’la röportajımıza buradan başladık..

        Arzum Uzun’un yeni romanı “99 Yazı” yeni yayınevi Destek’ten çıktı

        “99 Yazı”nda arkadaşım Bilun’un 15 yaşındaki haliyle karşılaştım. Bilun’u arkadaşı gibi hisseden başka okurların da var mı?

        Herkes böyle hissediyor. Herkes böyle hissetsin diye bir yıl boyunca günde 16 saat çalışıyorum. Bazen günlerce kimseyi görmüyorum. Tek derdim nefes alan, kalbi atan, ete kemiğe bürünmüşçesine canlı karakterleri iyi bir matematikle kurguya yerleştirmek.

        Bilun hayali bir karakter ama seni andırıyor. O sen olabilir misin gerçekten?

        Benden çıkan bir şey bana benzeyecek elbette. Sen annene benzemiyor musun?

        Bilmiyorum, benzeşmediğimiz yanlarımız çok...

        Şöyle anlatayım o zaman: “Oğullar ve Rencide Ruhlar”ın Alper Kamu’su ne kadar Alper Canıgüz’se Bilun da o kadar benim. Alper’le geçen gün konuştuk bunu. “Alper Kamu senin olmak istediğin çocuk, değil mi?” diye sordum. “Olmak istediğim adam” dedi. Konu bu kadar basit! Bilun Yılmaz benim olmak istediğim kadın.

        ‘TÜM ROMANLARIMIN BELKEMİĞİ MELANKOLİ’

        “99 Yazı”nda ilginç bir teknik kullanmışsın. Bilun hem hikâyesini anlatıyor hem de 15 yaşındayken tuttuğu günlükleri bizimle paylaşıyor. Bu tercih, kitabını öncekilerden farklı hale getirmiş. Onlar daha çok aşk ve mizah üzerine kuruluydu, bunda az önce dediğim gibi hüzün de var...

        Bunu sorman iyi oldu. İşin aslında, onlar da tamamen aşk ve mizah üzerine kurulu değiller. “Süper Über”, medya dünyasının ikiyüzlülüğü, “Nerdesin Aşkım” zengin koca bulma hayalinin patlak çıkması, “Bitli Pileyboy” ise “biri” olmaya çalışanların dünyasında dönen kirli çarkları anlatıyor. Ben insan duyguları, düşünceleri, motivasyonları üzerine çıkarımları, eğlencesi ve duygusu yüksek romanlar yazıyorum. Ama melankoli tüm romanlarımın belkemiğidir, insanın kendini kalabalıkta yalnız hissetme hali ise çıkış noktamdır... Bakış açımın, üslubumun mizaha çalan bir tadı var, bunu dramı yumuşatmak için kullanıyorum. “99 Yazı”, dördüncü romanım. Ve bana sorarsan o benim değil, hepimizin romanı. Ortak duyguları, kırıklıkları, travmaları... Hepimizin gençliği bu roman. İçinde herkes kendi kahkahalarını ve gözyaşlarını bulabilir. Dili ve kurgusunda daha iyiye gidebilmişsem, kendime has bir tarz yaratabilmişsem ne mutlu bana. Bambaşka bir samimiyeti olduğunun farkındayım. Çünkü bu romanı yazarken kendimi duygusal olarak çırılçıplak bıraktım. Sadeleştim. Küçüldüm. Kendimi buldum. İyi de oldu. Günün sonunda edebiyatta her şeyi taklit edebilirsiniz. Bütün kitaplarımın benden sonra yayınlanmış benzerleri var zaten. Ancak bir yazarın samimiyetini zorlamanız, imkânsızdır.

        “99 Yazı”nın okuduktan sonra devamını daha önce yazdığın üç romandan getirmek mümkün. Neden üç romanın karakterlerini tek romanda topladın?

        Çünkü herkesin bugününün bir hikâyesi var. Geçmişinde yatan, kalbine batan, bugününü yerle bir eden. “Süper Zeki Bir Kadının Über Salak Hikâyesi”nden tanıdığınız Bilun’un gözünden anlatıyor “99 Yazı” o günleri. Ancak hikâyede Cenda ve Cenk, “Bitli Pileyboy”un kahramanları Ayda ve Luna da var. Böylece ortaya bir Arzum Uzun başlangıç romanı çıkmış oluyor. Okur isterse “Bitli Pileyboy”u okuyup Ayda ve Luna’nın büyümüş halini, isterse “Süper Über” serisinden Bilun, Cenda ve Cenk’in hikâyesini okuyabilir. Beni hiç okumamış olan ama hikâyenin devamını merak edenler için büyük kolaylık... Okumuş olanlar içinse üç romanda olan bitenin esas nedenini çözme aracı bu.

        ‘BİZ BU DÜNYANIN SON HAYALPERESTLERİYDİK’

        Yazsa yaz, aşksa aşk, siyasi kaossa kaos; sen ve arkadaşlarının şimdinin 15’liklerinden farkınız neydi?

        Instagram yoktu! Şaka bir yana, biz okuyan ve sokakta sosyalleşen bir nesildik. İnternet çağına ucundan uyumlandık. Hiçbir şey ulaşılabilir değildi bizim için, ne aşk, ne cinsellik, ne hayaller... Belki de bu yüzden biz hayallere inandık; gerçek bozmadı bizi. Şimdi çocuklar duvar gibi suni bir gerçeklikle yüz yüze. Hem çok şanslı hem hayalden yoksunlar. Oysa hayaller olmazsa insan yaşayacak neden bulamaz. Biz son hayalperestlerdik. Çabalamamız, emek vermemiz gerektiğini hayat kafamıza vura vura öğretti. Farkımız varsa, budur. Yoksa gençlik hep aynı gençlik. Ergenlik hep aynı ergenlik. Şartlar değişir, gelişir, esner; ilk gençliğin bünyede yarattığı hisler ise ortaktır. O yüzden bu kitabı, bir kez genç olmuş herkes okusun. Benim jenerasyonumun gençliğinin değil bu; genç olmanın romanı...

        Kitabın sonlarına doğru gözlerimden akan yaşları tutamadım. Bilun’un babasıyla ilişkisinin değiştiği anlar bence aslında onun büyümeye başladığı anlar. Nereden geldi aklına böyle bir kurgu?

        İtiraf edeyim, ben de yazarken çok ağladım. Hepimiz ailelerimiz, çevremiz ve hayatla benzer travmaları yaşayarak tanıştık, büyüdük, sanırım o son bizi bu yüzden ağlatıyor. Kitabın sonuyla ilgili editörüm Devrim Bey de beni arayıp “Hâlâ aklıma gelince boğazım düğümleniyor, gözlerim doluyor, ellerinize sağlık” dedi. O an herkeste aynı gözyaşlarını akıtacağını anladım o sonun. Kalbimden kopmuştu çünkü. Mutlu sonlar beni hep ağlatır. Neyin nereden geldiğini kim bilebilir? Kelimelerle uğraşan herkes biraz delidir...

        "Kitabın sonunda ağlayacaklar, evet. Mutluluktan..."

        Adı “99 Yazı” olunca, haliyle her 17 Ağustos’ta yüreğimizi ağzımıza getiren deprem de giriyor hikâyene...

        Bu kadar umutla dolup bu kadar sakata gelmeyi hak etmek için ne gibi bir günah işlediğimizi çok düşündüm yıllarca. O günden sonra bir daha hiçbir şey eskisi gibi olmadı. Dünya değişti, ülke iyice acayipleşti. Kendimizi koyacak yer bulamadık. Ama ben inanırım... Şerdeki hayra inanırım. Mutlu sonlara inanırım. Umuda inanırım. Başımıza gelen, memleketin başına gelen, dünyanın başına gelen tüm felaketlerde bu umut ayakta tuttu beni. Günün sonunda o felaketten bir mutlu son yaratmalıydım. Bunu kendime, hayata, en çok da gidenlere borçluydum. Kitabın sonunda ağlayacaklar evet. Ama mutluluktan.

        ‘Basit bir hayat süren disiplinli bir edebiyat işçisiyim’

        Nerede konumlandırıyorsun kendini, edebiyat dünyasının bir parçası mısın, oraya dışarıdan mı bakıyorsun?

        Herhangi bir dünyanın parçası olmak için çabalamıyorum. Kendime has bir evrenim var. Teşvikiye-Beşiktaş hattında oyuncular, yönetmenler, yazarlar, müzisyenler ve sıradan işlerle uğraşan komşularım var. Ben burada iyiyim. Seven sever, kabul eden eder, etmeyenin canı sağ olsun. Anlayacağın basit bir hayat süren, kendine göre rutini olan disiplinli bir edebiyat işçisiyim.

        Dorothy Parker, Anne Sexton gibi sevdiğin yazar ve şairlerden bahsetsene. Kimseye çaktırmadığın bir karanlık ruh mu gizli içinde?

        Parker, Plath, Sexton, Atwood; bayıldığım kadınlardan bazıları. İçimdeki karanlığı “Bitli Pileyboy”da fazlasıyla yansıttım diye düşünüyorum. Kendi üslubum ve formum üzerinde kafa patlatırken karanlığa da batırıyorum kendimi, aydınlığa da. Sevdiğim şairlerin şiirlerini keyif için çeviriyorum. Kelimelerin matematiği kafamı dağıtıyor.

        Sen şiir yazıyor musun?

        Evet. Romanlarımda da kullanıyorum fark ettiysen. Okuyucu da alıştı artık. İngilizce yazdıklarım online yayınlanıyor.

        ‘Bu hikâyenin sonunda en iyiler değil, vazgeçmeyenler kazanır’

        “Yazar olmak isteyen genç arkadaşlarınız için yapabileceğiniz iki şey var. İkincisi, onlara bir edebiyat biçimleri dergisi hediye edin. İlki ve en önemlisiyse henüz mutlularken onları kafalarından vurun. Bari mutlu ölsünler.” Dorothy Parker’ın yazar adaylarına tavsiyesi bu. Senin tavsiyen ne olurdu?

        Yazmak yüzde yüz disiplin işi, insanın tüm zamanını çalan bir sevgili. Aynı zamanda matematik işi, ruh işi... Biri eksikse iyi yazamazsınız. yazar olmak isteyenler, maddi manevi zor günler geçirecekler. Mesela emeklerinin karşılığını alamayacak, çok kötü eleştirilecek, yanlış anlaşılacaklar. Görünüşleri, yaşam tarzları yüzünden yargılanacaklar. Dünya, yeteneklerinin önüne set çekiyormuş gibi hissedecekler. Ve yine de yazmaktan vazgeçmiyorlarsa başaracaklar. Bu bir sabır ve inanç işi. Her yıkımdan, düş kırıklığından sonra kalkıp daha güçlü, daha cesur savaşma işi. Kırılıp dökülmekle vakit kaybedemezsiniz. Bu iş aşk işi. Ve bu hikâyenin sonunda en iyiler değil, vazgeçmeyenler kazanır. Hayatta olduğu gibi.

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ