Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Yaşam HT Cumartesi Metin Solmaz imzalı “100 Büyük Yanılgı” ve Ahmet Büke imzalı “100 Tuhaf Kitap” çıktı

        Gülenay BÖREKÇİ / HABERTÜRK CUMARTESİ

        Ahmet Büke’nin “100 Tuhaf Kitap”ı bana İngiltere’de çıkan kitap dergisi The Bookseller’ın geleneksel ödülünü hatırlattı. The Bookseller, 1978’den beri her yıl en tuhaf isimli kitaba ödül veriyor. Hikâyesi matrak: Derginin editörlerinden Bruce Robertson, 78’de Frankfurt Kitap Fuarı’nı gezerken dişe dokunur hiçbir şey olmamasından ötürü öyle sıkılmış ki her yıl katılmaya mecbur olduğu bu fuar turlarını eğlenceli hale getirmenin yolunu, standlarda saçma isimli kitaplar aramakta bulmuş. Sonra da bu iş gelenekselleşmiş. Eh, anladığım kadarıyla oralarda “Goblinproofing One’s Chicken Coop” gibi nadide eserlere rastlanabiliyormuş. Türkçesi, kümesteki cinleri kovmak...

        Sayfalar ilerledikçe cinlerin yanı sıra periler ve gulyabaniler de işin içine karışıyormuş, siz de kümesinizi bu türden tabiatüstü mahluklardan nasıl sonsuza dek arındıracağınızı öğreniyormuşsunuz. Kesinlikle elzem! Tabii çatlaklar için... Bizdeyse, açık konuşalım, “Örnek Garsonun El Kitabı”nı aşabilecek çapta bir esere şahsen rastlamadım.

        Tabii ben yine de inatla yolumun üstündeki her sahafa uğruyor ve haftada bir Kabalcı’nın üst katındaki Kelepir standına yeni hazineler gelmiş mi diye bakıyorum. (Yayıncılar ellerinde kalan “talihsiz” kitapları 365 gün boyunca bu standda çok ucuza satıyorlar. Düşünün; 1 veya 2 TL’ye kitap aldığım bile oldu oradan. Hem sadece saçma olanlar değil, gayet güzel kitaplar da bulabildim.) Ama konumuz bu değil; The Bookseller’ın En Tuhaf İsimli Kitap Ödülü... Geçmişlerinde neler var neler. Mesela “Greek Rural Postman and and Their Cancellation Numbers”, yani taşralı Yunan postacılar ve iptal numaraları... Pul koleksiyonculuğuyla ilgili küçük bir broşürken, 79’da ödül aldıktan sonra bir kült başyapıt sayılmaya başladı. En yakın rakiplerinden biri, “People Who Don’t Know They’re Dead”, yani öldüğünden bihaber insanlar... Kitapçıların “paranormal” raflarında rastlayabileceğiniz bu kitabı unutulmaz kılan içeriği değil, ismi. Bundan pek kanlı ve dehşetengiz bir sinema filmi çekerlerse hiç şaşmam.

        Tuhaf, enteresan, ilgi çekici yahut manasız isimli diğer bazı kitaplara gelince... “The Anger of Aubergines” (patlıcanların öfkesi), “Coyotes I Have Known” (tanıdığım çakallar), “Fancy Coffins” (şık tabutlar), “The Aestetics of Japanese Lunchbox” (Japon sefertası estetiği), “Reading Toes” (ayakparmağı falı), “Reusing Old Graves” (eski mezarları yeniden kullanmak), “Rats: For Those Who Care” (fareler: aldırış edenlere)... İki tanesine bilhassa dikkatinizi çekmek isterim... “How to Shit in the Woods” (korulukta büyük tuvaletinizi nasıl yaparsınız)... Kabul edelim, çok acayip. “Yitip gitmiş bir sanata çevreci yaklaşım” altbaşlığını taşıyor. Nutkum tutulduğu için daha fazla yorum yapamıyorum.

        “Knitting with Dog Hair” (köpek tüyüyle örgü örmek) ise gene tuhaf ama bir yandan da çok şeker. Köpeğinizin evdeki halıya, mindere, koltuğa yapışan tüylerini biriktirip onunla nasıl atkı bere falan öreceğinizi anlatıyor. Altbaşlıksa müthiş: “Hiç tanışmayacağınız bir koyundansa, tanıyıp sevdiğiniz bir köpeğin tüylerinden öreceğiniz kazak yeğdir.” Bilmem ki! Bir düşüneyim... Hem benim fikrimin ne önemi var! Ben şahsen “turta” ve “biyografi” kelimelerini birleştirerek “Pie-ography” (turtagrafi) diye bir kitap yazan Jo Packam’a rastlasam yakasına yapışıp “Söyle bana, neden yaptın bunu?” demek isterdim.

        Uzatmayalım, mevzu anlaşıldı bence. Ama şurası anlaşılmamış olabilir, o yüzden The Bookseller ekibinden Horace Bent’e kulak verelim: “37 yıldır verilen bir ödülle ilgili bir noktayı titizlikle düzeltmek isterim. En saçma salak kitap yarışması falan değil bu. Biz sadece en tuhaf isimli kitabı seçiyoruz. Bazılarının içeriği ismi gibi saçma ama emin olun nadir sayılabilecek bazıları gerçekten çok iyi.”

        "DELİ SAÇMASI KİTAPLAR AMA EĞLENCELİ..."

        Ahmet Büke, Ağaçkakan Yayınları için hazırladığı “100 Tuhaf Kitap”ı anlattı...

        -Kitabının konusu nedir?

        1920’lerden itibaren Türkiye’de basılmış absürd kitaplar. Mesela okurlara örneklerle aşk mektubu yazmayı öğreten “Sevgiliye Aşk Mektubu Örnekleri”...

        -Biliyorum, Fenerbahçeli kızdan Beşiktaşlı erkeğe mektup vardı. Genç işçi kızın, fabrika sahibi erkeğe mektubunu da hatırlıyorum. “Aramızdaki ilişki yürümez bayım” yazmıştı. Başka hangi tuhaf kitaplardan söz ettin?

        Türkiye’nin ilk veganı “Tevrat’ta Yamyamlık” diye bir kitap yazmış ve uzun uzun yamyamlığın kökenini araştırarak et yiyenlerin sonunda yamyam olup çıkacağı sonucuna varmış. Mizah olarak okuyorsun. “Vantrolok Olunuz” diye bir kitap var sonra. Komik değil mi; yol yordam göstermiyor, doğrudan “olunuz” emriyle girişiyor. “Suzy’e Mektuplar” diye garip bir şiir kitabı var. Adam her yıl İzmir Fuarı’na gelen sirkte çalıştırılan maymunlardan birine âşık olup şiirler yazmış.

        -Fenaymış! Ben de bir keresinde sahaflarda Michael Jackson’a aşkını ilân eden bir genç kızın kitabını bulmuştum.

        Deli saçması kitaplar işte hepsi ama hazırlarken eğlendim. “Allah Olmasaydı Kadına Tapardım” diye bir şiir kitabı var mesela. Çağ açmaya geldiğini söyleyenler ve daha neler neler... “Büyükbaba Olma Sanatı” da çok enteresan. Adam Victor Hugo’ya mektup yazmış ama konuyu “Dinle kardeşim, şiir öyle yazılmaz, böyle yazılır”la bağlamış. O kadar saçma ki! Niçin Hugo’yla didişiyor, onunla alıp veremediği ne? Sonra niçin kitabının adı “Büyükbaba Olma Sanatı”?

        -Belki sandığımızdan daha çok deli var...

        Eskiden vardı. Bizdeki deli zenginliği 1980’lerde tükendi, yani delilikte de vasatlaşmaya başladık. Bakıyorum, 80’lerden sonra da berbat kitaplar yazılmış ama orijinal değiller. 80’lerden önce, hele 1940-70 arası benzersiz işler çıkmış. Foucault’nun 1900’lerin Avrupa’sı için söylediği şeyi biz yeni yaşıyoruz; deliliği hapsediyoruz. Ben çocukken deliler de dışarıda, sokaktaydı ve bilhassa taşrada insanların tek eğlencesiydi. İstismardan söz etmiyorum; onlara sahip çıkılırdı, korunur, kollanırlardı. Hatırlıyorum bizim eve her gün ayrı deli gelirdi ve soframızda otururlardı. Biri mesela sadece pazartesileri gelirken, bir diğeri yılda tek gün gelirdi. Atıyorum, her yıl 3 Mayıs’ta gelip babamdan beş lira alan bir adam vardı, sonra çekip giderdi. Bu insanlar toplumun zenginliğiydi. Şimdi sokakta deli falan göremezsin, hepsi evlere, hastanelere kapatılmış durumda.

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ