Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Yaşam HT Pazar ‘Taraf olmayı seviyoruz’

        Pınar ERBAŞ / HT PAZAR

        Müzisyenlerle röportaj yapmak zordur. Sohbet her ne kadar ilerlese de bir yerden sonra her cümle "İşte albüm yaptık, isteyen alıp dinleyebilir"e bağlanmaya başlar. Ama bu sefer öyle olmadı. Gece grubunun, ürettiğinin üzerine hakikaten kafa yoran, söyleyecek sözü olan üyeleri varmış. Tanıştığıma memnun oldum. Hem konuşacak konu da boldu: Bir kere, FIFA U-20 dünya kupasının resmi şarkısını hazırladılar. Bu vesilemiz oldu, turnuvadan plastik poşetlere kadar uzanan geniş bir skalada sohbet ettik.

        FIFA U20 gibi dünya çapında bir turnuvanın müziğini yapmak bir grup için başına talih konması gibi bir şey mi?

        Gökçe Balaban: Futbolla ilgili yaptğınız herhangi bir şeyin ses getirme olasılığı çok yüksek. Çünkü farklı yapıdaki pek çok insanın ortak buluşma noktası. Şimdiye kadar müziğimizle ulaşamadığımız başka kitlelere kendimizi tanıtma fırsatı doğmuş olacak.

        Teklif nasıl geldi?

        Can Baydar: Plak şirketimiz üzerinden bize ulaştılar.

        Peki neden siz?

        G.B.: O detaylara hakim değiliz.

        Sormadınız mı?

        C.B.: Güzel bir kız gelip seninle tanışmak istediğinde neden beni seçtin diye sormazsın. Bizim için de bu öyle bir şey oldu. Bir de hepimiz futbolla acayip ilgiliyiz.

        Onu da soracaktım.

        C.B.: Özellikle Gökçe'yle ben fanatik düzeyde.

        Hangi takım?

        C.B: Beşiktaş. Bir tek Eren Fenerbahçeli.

        'HÖÖÖ SESİYLE KORO PARÇALAR...'

        Futbolla ilgili şarkı yapmak nasıl bir şey, diğer şarkılardan farkı oluyor mu?

        C.B.: Futbolla ilgili şarkı dendiğinde insanların aklına hep beraber "hööö" sesiyle söylenen koro parçalar gelir. Mesela bu tarz bir şey istemediğimiz konusunda baştan beri hemfikirdik. Bir de sipariş üzerine yapıldığı için de bu tarz işlerde samimiyetsizleşme ihtimali var. Bu bir tehditti, bundan kaçınmaya çalıştık. Hani açılış törenlerinin bir coşkusu ya da sporcunun o başardığı anki kutlama heyecanı vardır ya... Sözler olmasa dahi bunları hissettirecek pozitif, umut veren bir melodik yapı olsun istedik.

        Aslında tüm şarkılarınız çok enerjik ama sözlerle beraber göçüyor insan...

        C.B.: Şarkı söylerken, Allah'ım hayat ne kadar güzel, sonsuza kadar hep beraber mutlu yaşayalım gibi şeylerde bahsetmek bana çok şapşalca geliyor. Ve evet sözlerle müziğin ironisini kullanıyoruz. Daha çok bizi yalnızlaştıran, hayatın problemli taraflarını anlatıyoruz.

        Mesela ölüm lafını da çok sık kullanıyorsunuz...

        C.B.: Bunu ben de düşündüm. Geçenlerde sanatın temel amaçlarından birinin insanı ölüme hazırlaması olduğuna dair bir şey okumuştum. İlle bu yüzden diye demiyorum ama belki bizimki de buna benzer bir dürtüdür. Sonuçta ölüm çok güçlü bir duygu ve bana çok da korkunç gelmiyor. Doğdunuz anda hayatınızda yüzde yüz olacağını bildiğiniz tek şey. Sanatta hayatla ilgili her şeyden bahsediyorsak döngünün değişmez bir parçasını görmezden gelmek hoş olmaz sanırım.

        'KALICI, LAFINI KULLANANLAR KOMİK GELİYOR'

        Ama eseri kalıcıdır, sanatçısını da ölümsüzleştirir denir... Ölüme hazırlamak nasıl oluyor?

        C.B.: Ona da hiç inanmıyorum. Kalıcı lafını kullanan insanlar bana hep komik geliyor. Öldükten sonra kalıcı olmak kimin umrunda olur ki. İsterse tüm dünya şarkılarını dinlesin.

        Eren Çilalioğlu: Zaten ölümsüz olayım dürtüsüyle sanat yapılmaz ki.

        G.B.: Sanata gereğinden fazla rol biçmekle de alâkalı bir şey bu. Bir deterjan paketini yapan işçi ölse bile o paket kalıyor. Sadece onun ismi yok, sanatçılarınkini biliyoruz ama. Yani aslında devam eden ürün, ruh değil.

        C.B.: Plastik poşetler çok uzun süre doğada kalabiliyor mesela.

        'VARLIKTAN DEĞİL YOKLUKTAN...'

        Ankara'dan bir sürü grup çıktı. O şehirde ne var da bu kadar çok insan müzikle uğraşıyor?

        Erdem Başer: Aslında hiçbir şey yok.

        C.B.: Belki o yüzden daha fazla odaklanmış, daha çok çalışmışızdır.

        E.B.: Prova olacağımız zaman buluşup stüdyoya zamanında gitmek daha kolaydı mesela. Bir de sanırım sanatçılar varlıktan değil yokluktan daha çok besleniyorlar.

        İstanbul'a geldikten sonra yaptığınız şarkılarda bahsettiğiniz kavramlar bile değişmiş.

        C.B.: Bunda yaşın da etkisi var. İlk şarkıları 18-20'li yaşlarda yazmıştım. Ama burada, ortaya çıkan işler yapmak istediklerimize hep daha yakındı. Gerçi son yaptığınız iş sizin şu anki durumunuzu en iyi yansıtan olur her zaman. Bir de ben hiç Ankaralı bir grupmuşuz gibi hissetmiyorum. Mesela Seattle'dan çıkan grupları belli bir potada toplayabilirsiniz. Ama Ankara'da "new metal"den tutun da arabeske kadar geniş bir skala var. Şehrin bir sound'u olduğundan ya da müzik endüstrisine şöyle bir şey katmıştır gibi bir durumdan da söz edemeyiz.

        'GECE'NİN İSİMLERİMİZLE UYUMU TESADÜF'

        "Gece" bir rock grubu için ne kadar güzel bir isim diye düşünmüştüm. Ama meğer isimlerinizin baş harfleriymiş.

        E.B.: Gece diye bir şarkımız vardı, grubun ismi de bu olsun dedik. Yoksa öyle baş harflerimizi daire içine alıp ne çıkacak diye bakmadık. O, sonradan bir arkadaşımızın fark ettiği bir tesadüftü.

        C.B.: Aramızdan biri daha önce fark edip böyle bir fikir ortaya atsaydı muhtemelen diğerleri senin gibi biraz hayal kırıklığına uğrayıp "Hayır, yapmayalım" derdi. Öte yandan baş harflerimizin ortaya Gece gibi anlamlı bir kelime çıkarması da bir kenara atılmayacak kadar kozmik bir durum.

        Müzik piyasasına dair bir siteminiz, bir sıkıntınız var mı?

        C.B.: Ne kadar çok alternatif sesin yer aldığı bir piyasada olursanız, yaptığınız işleri insanlarla paylaşmak için o kadar çok alan yaratıyor. Farklı türden pek çok müzik olsaydı yaptığımız bu kadar avangard tınlamazdı. Sonuçta ana akım medyada karşınıza çıkan müziğin yüzde 90'ı belli bir formda. Ki bence bizim yaptığımız dünya standartlarında çok da avangard olmayan, alternatif pop rock gibi bir şey. Ama bu Türkiye'de çok farklıymış gibi algılanabiliyor.

        Şaşırttı mı bu sizi?

        E.B.: Başlarda evet. Toz pembe, kendi müzik dünyamızın içinde yaşarken sanki herkes bizimle aynı müzikleri dinliyormuş gibi düşünüyorduk.

        C.B.: Bir yandan da biz bu işi dünyadaki her şeyden çok seviyoruz. Onun dışında değişkenlik gösteren o kadar parametre var ki, bunlara göre hareket etmeye çalışırsanız darmadağın olma ihtimaliniz yüksek. Elimizde olan tek şey yapabildiğimiz en iyi şarkıyı yapmak, en iyi konseri vermek ve en samimi şekilde kendimizi anlatmaya çalışmak. Gerisi gelir veya gelmez, o pek bize bağlı bir durum değil.

        'Şarkı sözlerinde anlattığımız...'

        Futbol deyince...

        C.B.: Herkes futbolla ilgileniyor gibi gözükse de aslında sadece kendi takımını seviyor. Ve taraf olmaya acayip şekilde saplanmış durumdayız. Sanırım Türkiye'deki en büyük problem bu.

        G.B.: Politikada da öyleyiz mesela.

        C.B.: Ve bu yüzden turnuvanın bir parçası olduğumuz için çok gururluyuz. Şarkının sözlerinde de anlattığımız şey; "Bu bir oyun ve bunu seviyoruz"du. İki sene önce, Kolombiya'da yapılan turnuvayı 25 bin kişi izlemiş. Eğer Türkiye'de futbola gerçekten söz edildiği kadar bir ilgi varsa bu sayının daha çok olması gerekiyor.

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ