Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Sinemacılar, ‘yükseliş – düşüş’ veya tam aksi yönde gelişen insan öykülerini çok severler. Geçtiğimiz Cuma günü sinemalarda gösterime giren ‘Arthur Rambo’ da benzer bir öykü anlatıyor. Benzerlerinden ayrılan yanlarından biri, yükseliş ve düşüşün daha kısa süreler içinde gerçekleşmesi…

        Söz konusu süre, sosyal medya çağında yaşayan bizler için kuşkusuz çok şaşırtıcı değil. ‘Arthur Rambo’ da sosyal medya çağında geçen bir öykü anlatıyor. Fransa’da Mehdi Meklat adlı genç yazarın yaşadığı gerçek olaylardan esinlenen bir film seyrediyoruz. Meklat’ın başına gelenlerle filmi karşılaştırdığınızda, benzerlikler var. Ama belli ki Fransız yönetmen Laurent Cantet’nin hedefi, Meklat’ın yaşadıklarını temel alan biyografik bir film yapmak değil. Cantet, olayın özündeki meseleye yönelip 48 saatlik başka bir hikâye ve farklı bir karakterle ilerlemeyi tercih ediyor. Böylelikle biyografik filmin karşısına çıkaracağı tüm olası sadakat ve gerçekçilik sıkıntılarından kurtulup sadece kendi öyküsüne ve yorumuna odaklanabiliyor.

        ‘Sınıf’ (Entre les murs) filmiyle 2008 yılında Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye kazanan Laurent Cantet’nin senaryosunu Fanny Burdino ve Samuel Doux ile yazdığı ‘Arthur Rambo’, televizyon stüdyosunda yeşil renkli arka fon önünde gerçekleşen bir röportaj sahnesiyle açılıyor. Sonraki planda yayına verilen görüntüyle karşılaştığımızda, sanal bir stüdyoda olduğumuzu anlıyoruz. Cantet daha ilk sahneden gerçeklik ile sanal görüntüyü birbirinden farklı ama iç içe geçmiş iki ayrı katman olarak gösteriyor. Ana karakter Karim D.’nin (Rabah Nait Oufella) öyküsü de medyanın farklı katmanları arasında geçiyor aslında.

        Dolayısıyla, her şeyin Karim D.’nin yükseliş sürecini zirveye çıkaran canlı televizyon röportajıyla başlaması anlamlı. Karim D. röportajda ‘Çıkarma’ (Débarquement) adlı kitabı üzerine soruları yanıtlarken içten ve rahat tavırlarıyla ekranda etkileyici bir portre çiziyor. Yıllar önce Kuzey Afrika’dan gelen annesinin Fransa deneyimini, göç ve sosyal entegrasyon sorunlarını duyarlı gözlemlerle özetliyor. Annesinin hayat öyküsünü anlattığı kitabının prestijli ve büyük bir yayınevi tarafından yayımlanması ve milyonlarca insana ulaşan ulusal bir televizyon kanalında ekrana çıkması, Karim D.’nin ‘eski medya dünyası’ tarafından kabul gördüğünün açık işaretleri…

        Programdan hemen sonra ekrandaki performansıyla sosyal medyada da yükselişe geçtiğini görüyoruz. Filmin ilerleyen dakikalarında, Karim D.’nin 200 bin aboneli bir video kanalı olduğunu öğrendiğimizde, onun için her şeyin daha önceden sosyal medyada başladığını anlıyoruz. Dolayısıyla, filmin açılış sahnesi, Karim D.’nin sosyal medyadan gelerek geleneksel medyayı fethetme sürecine denk düşüyor. Program çıkışında kendisine tahsis edilen özel ve şık aracıyla kutlama partisine giderken; yayınevinin çalışanları ve arkadaşlarıyla konuşurken, Karim D.’nin hayatında artık başka bir aşamaya geçtiği belli oluyor. Özellikle kitabının sinema hakları için gelen teklifin filmin yönetmenliğini de kapsaması, Karim D. için nerdeyse rüya tadında bir başarı zirvesi oluyor.

        Yıllar önce Arthur Rambo takma adıyla yazdığı sosyal medya mesajlarını silmemesi; onların unutulacağını veya hoşgörüyle, güler yüzle karşılaşacağını düşünmesi, kuşkusuz trajik ve büyük bir hata. Ama bu; ihmalin, saflığın ötesinde, Karim D.’nin iki medya dünyası arasındaki uçurumu henüz fark etmemiş olması açısından anlamlı bir hata.

        Bir yanda, tüm insanları birbirine bağlayan moral kodlar, yani siyasi doğruculuğun egemen olduğu geleneksel medya var. Diğer yanda ise ifade ve haber alma özgürlüğüne getirdiği tüm önemli katkılara karşın ırkçılık, ayrımcılık ve faşizm gibi her tür hastalıklı, saldırgan düşüncenin kol gezdiği sosyal medya…

        Karim D.’nin yıllar önce Arthur Rambo takma adıyla yaptığı paylaşımların ortaya çıkmasını başlangıçta çok dert etmiyor olması; yayınevindeki kriz toplantısında her şeyi çözeceğini iddia etmesi, olaylara hâlâ çok dar bir açıdan baktığının açık kanıtları.

        Öte yandan, farkında olmadığı daha vahim bir sorun var. Kendini savunmaya çalıştıkça daha çok batıyor. Fransız şair Arthur Rimbaud ile aksiyon filmi kahramanı Rambo gibi birbirinden çok uzak kimlikleri akla getiren; 2018 yapımı aynı adlı bir Fransız kısa filmine de gönderme yaptığını düşündüğüm ‘Arthur Rambo’ mahlasıyla yazdıklarına inanmadığını, kendisi için sadece bir oyun olduğunu iddia ediyor önce. Ama özellikle televizyon muhabiriyle yaptığı röportajda Arthur Rambo’nun bir oyun olmadığını kendisi de fark ediyor. Daha önemlisi, Arthur Rambo’yu sonuna kadar savunan tek kişi olan ergen erkek kardeşinin agresif tavırları, bir süre sonra kendini gördüğü bir aynaya dönüşüyor.

        ‘Arthur Rambo’ tam da bu bölümlerde bir yükseliş – düşüş veya sosyal medya hikâyesi olmaktan çıkıp daha derin bir film olmaya doğru evriliyor. Cantet, Karim D. ve Arthur Rambo arasındaki bağlar ve ortak noktalar üzerine düşünmemizi istiyor. Bir yanda nefret ve saldırganlığa yönelen müthiş bir ergenlik öfkesi var; diğer yanda ise annesinin sevgisinden, sabrından ve direncinden etkilenerek öfkesini kontrol etmeyi öğrenen; kendini yazarak ifade eden bir genç… Öfke ve isyan her ikisinin de ortak noktası.

        Arthur Rambo’nun yazdığı mesajların şüphesiz savunulacak hiçbir yanı yok. Her biri nefret ve sözel şiddetle dolu. Bu paylaşımlar, perdede karşımıza geldikçe yazan kişinin varlığından ürperiyoruz. Hatta genç yazar Karim D.’nin temsil ettiği tüm değerlerin karşısında olduğunu düşünüyoruz. Filmin ikinci bölümünde annesini tanımasak, o mesajları yazan birinin Karim D. gibi bir yazara dönüşmesini anlamamız açıkçası mümkün değil.

        Aynı insanın içinde, hayatının farklı dönemlerinde yaşayan iki uç karakteri görmek çarpıcı. Yıllar önce ‘American History X’de (1998) de benzer bir hikâye seyretmiştik. Ama Hollywood yapımı o filmde neden – sonuç ilişkileri son derece netti. Burada ise karakterin yaşadığı değişim sürecinin detayları seyirciye bırakılıyor.

        Cantet, filmin başında artık başka bir dünyanın parçası olduğunu gördüğümüz Karim D.’nin Arthur Rambo’yu tümüyle geride bırakıp bırakmadığını da sorguluyor. Ayrıca parlak bir genç yazar sıfatıyla dahil olduğu seçkinlerin dünyasını da güvenilir bulmuyor. Karim D.’nin kutlama partisi sırasında karşılaştığı Clio Balan (Anaël Snoek) adlı genç yazarın etraftaki insanları göstererek ‘Tüm bunlara kapılma, hiçbirisi önemli değil. Sadece kendine ve yazdıklarına odaklan’ anlamına gelebilecek şeyler söylemesini unutmamak gerek. Ama Karim D. için bunun kolay olmadığı çok belli. Çünkü ikinci bölümde, onu tanıdıkça başarının Karim D. için aynı zamanda banliyöden çıkış bileti anlamına geldiğini görüyoruz. Tam da burada, sadece banliyöden çıkarak, sınıf atlayarak Arthur Rambo’yu ve onun nefretini unutmanın çok doğru olmadığını düşünüyoruz.

        REKLAM

        Cantet, başarıyla gelen yükseliş ve sosyal medya linci arasındaki paralelliğin altını özellikle çiziyor. Sonuçta, Karim D.’nin tek çıkış yolu ve kurtuluşu kendisiyle yüzleşmekten geçiyor. Bunun için de öncelikle medyadan uzaklaşması gerekiyor. Bir sahnede annesine ‘Sonuçta tüm bunlar unutulacak, kitap kalacak’ diyor ama bunun iyimser bir temenni olduğunu biliyoruz. Çünkü her şeyden önce içindeki Arthur Rambo ile hesaplaşması ve o nefret tweet’lerini neden yazdığının hesabını vermesi gerekiyor. Bunları yapmadan geleceğe dönük bir adım atması zor. Sosyal medya linci sürerken, krizle hiçbir şekilde başa çıkmamasının en önemli nedeni zaten ‘Neden o mesajları yazdın?’ sorusuna inandırıcı bir yanıt verememesi değil mi? Tüm mesajları daha çok takipçi kazanmak, etkileşim almak için yazdığını ve kimsenin ona dur demediğini söyleyerek kendini savunması, kuşkusuz kaçmanın bir yolu…

        Film, Karim D.’nin kendini savunurken nereye kadar samimi olup olmadığı sorusunun yanıtını bize bırakıyor. Son bölümde özellikle erkek kardeşiyle konuşurken, içindeki Arthur Rambo’yu geride bırakabileceğini ve doğru yolu bulabileceğini hissediyoruz. Yaşadığı krizden sonra ziyaret ettiği tecrübeli yazarın (Anne Alvaro) evindeki sessizlik anlarında da onun adına umutlanıyor; kurtuluşu yazmakta bulacağını seziyoruz. Ama bu hislerin dışında film keskin bir karakter değişimi veya iç aydınlanma içermiyor. Cantet, ahlaki bir mesaj vermektense yorumu bize bırakıyor.

        Cantet, önceki filmlerinde olduğu gibi öyküye odaklı bir anlatım tutturuyor. Kameranın Karim D.’nin peşinden ayrılmadığı filmini hiç tekrara düşmeden, gereksiz tek sahne çekmeden sona erdiriyor. Hissedilen süre o kadar kısa ki bittiğinde orta metrajlı bir film seyrettiğinizi düşünüyorsunuz. Ama sonuçta bir buçuk saate yakın bir film.

        İlk gösterimini 2021 yılında Toronto Film Festivali’nde yapan ‘Arthur Rambo’, senaryosu, hızlı temposu ve yönetmenliğinin yanı sıra başroldeki genç oyuncusu Rabah Nait Oufella’nın başarılı performansıyla da öne çıkıyor. 1992 doğumlu Oufella’nın ilk filminin yine Laurent Cantet’nin yönettiği Altın Palmiyeli ‘Sınıf’ olduğunu hatırlatalım.

        7.5/10

        Diğer Yazılar