Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Kültür-Sanat Sinema Sinema yazarı Mehmet Açar'dan yabancı dizi önerileri
        1

        Hareketli resimlerle hikâye anlatmak söz konusu olduğunda sinemayla televizyonun arasındaki sınırlar belirsizleşir. Filmler ve dizilerin ortak noktası “sinema dili”dir. Dolayısıyla, dizileri sinema sanatının dışında değerlendirmek mümkün değildir. Geçmişte estetik açıdan sinemayla televizyonu birbirinden ayırmak daha kolaydı. Diziler eğlence, filmler sanattı...

        2

        Stüdyolarda tiyatro mantığıyla çekilen ve “sitcom” denen komedi dizileri vardı mesela... Kameralar hep aynı açıdan çekim yapar, sanki bir tiyatro salonundaymışız gibi kahkahalar gelirdi. Filme alınmış tiyatro havası ağır basardı. Şimdi böyle diziler hâlâ var ama sayıları azaldı. Televizyon ekran formatı 4:3 olarak belirlenmişti. “Letterbox” da denirdi... Sinema filmleri ise daha geniş formatlarda çekilirdi.

        3

        Geçmişte Hollywood yıldızları, televizyon dizi ve filmlerini mesleki açıdan bir düşüş olarak görürlerdi. Şimdi ise ünlü oyuncuların ve yönetmenlerin çoğu, dizi yapımcılığına giriyor. Geçmişte bazı eleştirmenler, bir filmi küçümsemek için “televizyon filmi gibi olmuş” derlerdi... Bugün ise televizyon için çekilen bazı film ve diziler, birçok sinema filminden çok daha iyi. Şimdi evlerdeki televizyon cihazlarının çoğu 16:9 formatında... Diziler çoğunlukla 16:9 formatında çekiliyor. Daha geniş formatta çekilen diziler de var. Geniş formata geçişin, özellikle dizi çeken yönetmenleri motive eden bir faktör olduğuna inanıyorum...

        4

        Sinema genellikle 35 yaş altı seyirciye, diziler ise her yaş grubuna hitap ediyor. Sinema salonlarına adım dahi atmayan ama evinde sürekli film ve dizi seyreden, 40 yaş üstü birçok insan tanıyorum... Kuşkusuz, eski usul dizi estetiğinin kullanıldığı birçok televizyon yapımı var hâlâ... Sözgelimi, dünya standartlarına göre çok kısa sürelerde çekilen, 2 saati aşkın uzunluktaki dizilerle, Türkiye'nin dünyada kendine özgü bir ekol oluşturduğu kesin.

        5

        Buna karşılık, özellikle Hollywood'da dizi estetiğiyle film estetiği arasında farklar giderek ortadan kalkıyor... Kendi adıma, son yıllarda televizyon kanalları ya da internet üzerinden ulaşılan dijital platformlar için üretilen içeriklerin estetik açıdan birçok sinema filminin ilerisinde olduğuna eminim. Sözgelimi, 2017 yılında seyrettiğim “Mindhunter” dizisi...

        6

        “Mindhunter”ı estetik açıdan çok sevdiğim polisiye sinemanın başyapıtlarından ayrı bir yere koymam mümkün değil. Hikâyesi, karakterleri, anlatımı, görsel atmosferi, kurgusu ve her şeyiyle polisiye türünün şahane örneklerinden biriydi bence... Üstelik bir filmden çok daha doyurucuydu.

        7

        Sadece “Mindhunter” değil. Son 10 yılda 3'er sezonluk “Fargo” ve “True Detective” dizileri kadar iyi yazılmış, iyi çekilmiş ve iyi oynanmış kaç polisiye film seyrettim ki? “Mindhunter”, “Fargo” ve “True Detective”, benim için saatlerce süren “upuzun” filmler... Sinemasal tat diye bir şey varsa, üçünde de fazlasıyla bulduğumu söyleyebilirim. Onlara dizi demek sanat eseri oldukları gerçeğini değiştirmiyor. Üstelik karakterler ve karakterler arası ilişkilerin çok daha derinlemesine, kapsamlı şekilde işlenmesi itibarıyla sinema filmlerine göre büyük avantajları da var...

        8

        SON YILLARIN EN İYİ KORKU GERİLİMİ

        9

        “The Haunting of Hill House”u izlerken korku – gerilim sinemasında yıllardır süren yaratıcılık krizinin ancak dizi formatıyla aşılabileceğini dahi düşündüm. Çünkü işin dram kısmı öylesine sağlam ve derin kurulmuştu ki, seyirciyi korkutmak ya da germek sinemadaki gibi bir şov olmaktan çıkmış, ince ince işlenmiş ilmek ilmek hazırlanmış psikolojik bir sürece dönüşmüştü. Sadece hikâyesinin kalitesinden, karakterlerin çok iyi işlenmesinden, görsel atmosferinden söz etmiyorum...

        10

        Son yıllarda gerçekten ürperdiğim, korktuğum korku filmlerinin sayısı bir elin parmaklarını geçmeyecek kadar az iken “The Haunting of Hill House” her bölümünde en az birkaç dakika insanın kalbini ağzına getirecek sahneler içeriyordu... Üstelik korku filmlerini asla seyretmeyen bir eşim ve 11 yaşında bir çocuğum olduğum için bütün diziyi mütevazi bir laptop ekranında, birçok dış uyaranın ortasında, çalışma masamda seyrettiğimi de eklemem gerekiyor.

        11

        “The Haunting of Hill House”un özellikle karanlık bir sinema salonunda birçok kişiye çığlık attıracağına eminim... Hatta bu dizi için özel sinema gösterileri düzenlenmesi gerektiğini dahi düşünüyorum. Sesiyle, özel efektleriyle daha da etkileyici bir deneyim olabilir. Sadece gerçekten korkutan bir korku gerilim dizisi olduğu için değil, estetik kalitesi itibarıyla da 2018'de seyrettiğim en iyi dizilerden biriydi “The Haunting of Hill House”... Özellikle altıncı bölümündeki uzun çekimleri ve mükemmel kamera çalışmasını unutmam mümkün değil.

        12

        İKİ YENİLİKÇİ KOMEDİ DİZİSİ: 'BARRY' VE 'RUSSIAN DOLL'

        Dizi formatında bu kadar iyi bir korku gerilim seyretmek beni gerçekten şaşırttı. Ama komedi dizilerinin kalitesi artık pek şaşırtmıyor. 1990'lara kadar “filme alınmış tiyatro” gözüyle baktığımız 30 dakikalık komedi dizisi formatı, özellikle “Seinfeld”den bu yana şaşırtıcı ve başdöndürücü bir değişim gösterdi...

        13
        14

        “Barry”nin birleştirmeyi başardığı başka şeyler de var: Suçlular, polisler ve tiyatrocuları bir araya getiren bir dizi bu... Her şeyin merkezinde Barry (Bill Hader) adında bir tetikçi var. Barry'nin bir tiyatro atölyesine girmesi ve oradaki bir kıza âşık olmasıyla birlikte suç ve sanat dünyası iç içe geçiyor... Kara komedinin romantik komediye karıştığı, manyak gangsterlerin sanat filmlerine dahil olduğu çok tuhaf bir dünya vadediyor “Barry”...

        15

        Bir yanda, bir menajerin, bir yapımcının dikkatini çekmek için elinden geleni yapan oyuncular, diğer yanda gözünü kırpmadan insan öldürenlerin dünyası... Yeni sezonu nasıl olur bilmiyorum ama ilk sezonu itibarıyla “Barry”, benim için 2018'in en iyi dizilerinden biriydi... İki gecede oturup bitirdiğim “Russian Doll” ise bende bölüm bölüm ilerleyen bir diziden ziyade süresini pek hissetmediğim uzun bir film izlenimi bıraktı... “Russian Doll” formatların ve sınırların anlamını yitirdiği yeni medya çağının tipik örneklerinden biri.

        16

        “Russian Doll”, bir zaman döngüsünün içinde sıkışıp kalan New York'lu bir kadının hikâyesi... Natasha Lyonne'un canlandırdığı Nadia Vulvokov için doğum günü, ölüm gününe dönüşüyor. Defalarca ölüyor ve her seferinde, kendi doğum günü partisi sırasında banyoda aynaya baktığı ana geri dönüyor... Hapsolduğu zaman döngüsünden kurtulmak için elinden gelen her şeyi yapıyor.

        17

        Önce metafizik nedenleri araştırıyor, sonra bilgisayar yazılımcısı olarak “yanlış”ı bulup düzeltmeye uğraşıyor... Tüm bu süreçte aynı günü defalarca farklı şekillerde yaşayan Nadia, kendi olumsuz yanlarıyla yüzleşmek ve hayata farklı şekilde bakmayı öğrenmek zorunda kalıyor.

        18

        Biz de Nadia aracılığıyla kendimizle yüzleşiyor, prova edilmemiş doğaçlama bir oyun gibi sürdürdüğümüz gündelik hayatlarımızda yaptığımız hataları düşünüyoruz. Sonra anlıyoruz ki, asıl mesele gündelik basit hatalar, yanlış kararlar, pişmanlıklardan öte, hayata nasıl baktığımızla ilgili... Her şeyi kendimizle ilgili olarak gördüğümüz sürece hayat bir kâbustan farksız olacak ve sürekli aynı hataların içinde dönüp duracağız. Ta ki, hayatı başkalarıyla paylaştığımızı anlayana kadar...

        19

        “Russian Doll”, “Groundhog Day”den (Bugün Aslında Dündü) esinlenen film ya da dizilerin en iyisi... Natasha Lyonne son zamanlarda seyrettiğim en gıcık ve huzursuz anti kahramanlardan birisini canlandırıyor. Öyle ki, ilk birkaç bölümde ona ve tarzına katlanamayıp diziyi bırakmanız dahi mümkün... Peki, ya beğenmediğim diziler? Dizi işinin en güzel yanı o zaten... Beğenmediğin diziyi hemen bırakabiliyor, zamanını ziyan etmiyorsun...

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ