Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Yaşam HT Cumartesi Bu hafta ne okusak? Polisiyeden tarihsel kurguya, psikoterapiden sağlığa, farklı türlerde kitaplar her hafta burada

        Gülenay BÖREKÇİ / HT CUMARTESİ

        “Yaşayan en büyük yazar” Milan Kundera bize gülmeyi nasıl da unuttuğumuzu hatırlatıyor. Eski sağlık memuru Tuğba Sarıünal, farmakoloji bilgisini polisiye romanlarda kullanıyor. Psikiyatr Gülseren Budayıcıoğlu, mesleki deneyimini yazıya aktarıyor. Lupo ve sırdaşı olduğu Fatih Sultan Mehmet’le maceradan maceraya atılıyoruz

        ROMAN

        Gülmeyi unutmuş bir yüzyılın insanlarına

        Geçen yıl bir eleştirmen, “Hey, alaycılar, kendinize gelin, roman ölmedi! Yaşayan en büyük yazar Milan Kundera hâlâ hayatta ve şimdi hepimiz onun yeni kitabını okumaya hazırlanıyoruz. ‘Kayıtsızlık Şenliği’, görkemli, güneşli, derin ve komik bir kitap” diye yazmıştı.

        İşte nihayet “Kayıtsızlık Şenliği”ni biz de okuyabileceğiz. Roman, Paris’te yaşayan dört arkadaşın, Alain, Ramon, Charles ve Caliban’ın hikâyesi. Milan Kundera neyin gerçek neyin fantezi olduğunu çözemediğimiz kitabında dünyayı bu dört arkadaşın zihniyle anlamlandırmayı deniyor, hayata, aşka, cinselliğe ve politikaya onların gözünden bakıyor. Alain mesela çekip gitmiş annesiyle hâlâ canlılığını koruyan anıları aracılığıyla hesaplaşıyor. Ramon ölmekten korkuyor. Caliban iş bulamıyor. Charles, insanoğlunun sığlığını ve budalalığını gösteren bir kukla oyunu sahneleme hayali kuruyor. Araya Sovyet diktatör Josef Stalin’in tezleri ve çevresindeki herkesle birlikte dünyayı da hizaya sokma hırsı giriyor. Çevresindekileri tehdit ederek dolanan Stalin bile mani olamıyor başta Nikita Kruşçef olmak üzere karşısında tir tir titreyen yoldaşlarının, o sırtını döner dönmez kahkahalara boğulmasına.

        Hepsi sanki birbirinden kopuk kopuk yazılmış sürreel birer fragman. Yahut rüya. Okurken epey bir süre ne kadarı kurgu, ne kadarı tarih, kestiremiyorsunuz. Alışık olmayan okurlar şaşırabilir de ama Milan Kundera’yı sevenler zaten onu tam da bu yüzden sevmiyor mu? “Ölümsüzlük”, “Kimlik”, “Bilmemek” gibi romanların dâhi yaratıcısı, bir tek belki “Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği” ve diğer birkaç ilk dönem eseri hariç kitaplarını hep roman sanatının olmazsa olmaz unsurları sayılan karakteri ve hikâyeyi es geçerek yazdı. Başrolü fikirlere verdi, hikâye yerine de fikir teatileri sundu. Bir eleştirmen, “Bakkala giden birinin hazırladığı alışveriş listesini alıp varoluşçu bir romana dönüştürebilir” diye yazmıştı, haklı olabilir.

        “Madem öyle, biz bu romanları neden okuyoruz?” sorusuna da hazırlıklıyım. Çünkü Kundera alışveriş listesi yazsa bile, onda kendimize dair bir şey bulabiliyoruz. Üstelik neyi anlatırsa anlatsın bunu olağanüstü bir zekâ, derinlik ve espri kuvvetiyle yapıyor. Onu okurken kendimizi kitaptaki Stalin’in yoldaşları gibi hissetmiyoruz, yani gülebiliyoruz ve bu tam da yazarın istediği şey olduğu için, kimse bize dik dik bakmıyor, güldüğümüz için bozulmuyor. Özetle Kundera üslubunun kusursuz bir simgesi olan ve gülmeyi nasıl da unuttuğumuzu hatırlatan “Kayıtsızlık Şenliği”, kayıtsız kalınamayacak bir roman.

        PSİKOTERAPİ

        SAĞLIK

        TARİHİ KURGU

        BİYOGRAFİ

        İşte Destek Yayınları’ndan çıkan “Ahmet Müfit”, bu heyecanlı arayışın sonucu ortaya çıkmış bir roman. 50’lerin başında Almanya’nın Hamburg şehrinde yaşayan bir Türk’ün Neo-Nazi’lere karşı verdiği amansız mücadele anlatılıyor.

        “Kırşehir” adlı Türk şilebinde telsizcilik yaparken bir Alman kıza âşık olan ve bu sebeple vakit yitirmeden istifa ederek gemideki görevinden ayrılan Ahmet Müfit, bir süre sonra 1911 İzmir doğumlu Dr. Franz Richter adlı bir Alman milletvekiliyle karşılaşır. Richter’in büyük bir sırrı vardır ve tek arzusu, hayatındaki büyük yalanı ortaya çıkarmak üzere olduğunu hissettiği Ahmet Müfit’ten kurtulmaktır. Büyük takip Hamburg, Berlin, İstanbul ve İzmir’de sürer ve düğüm İzmir’de çözülür.

        POLİSİYE

        ‘Farmakoloji de aşk kadar önemli’

        -Sağlık memurluğu, fotomodellik, oyunculuk, senaristlik ve şimdi de yazarlık... Kendinizi ait hissettiğiniz meslek hangisi?

        Oyunculuk ve senaristlik birbirinden ayrı meslekler değil! En iyi oyuncu, senaryoya en fazla hâkim olan oyuncudur ve kariyeri seçtiği senaryolardan geçer. Mankenliğe gelince; sadece birkaç yıl yaptım. Hayalimde hep yazar olmak vardı. Şartlar uygun olsaydı ve seçim hakkı bana tanınsaydı, yazmaya yıllar önce başlardım. Ama öğretmenlerimin ve ailemin yönlendirmesiyle, sağlık okudum. Yüksek lisans için İstanbul’a geldiğimde de Drama İstanbul’a başvurdum. Amatörce bazı senaryolar yazmıştım ve bunlarla okula kabul edildim.

        -“Sanrı” ikinci romanınız. Farmakoloji bilginiz şaşırtıcı. İlaçların, kimyasalların dünyasında bir yazar olarak sizi çeken ne?

        Bir yazar için kimya ve farmakoloji de aşk kadar önemli. Neticede hepimiz hasta oluyoruz ve hepimiz buna çözümler arıyoruz. Tabii amacım okurun farmakoloji bilgisini artırmak değildi. Sadece anlatacak bir hikâyem vardı ve bunu alışılmış yollarla yapmak istemedim.

        -Oyunculuğun yazarlığınıza bir katkısı oldu mu?

        Karakterin iç dünyasına yol alırken herkes farklı yöntemlerden yararlansa da bence iyi bir oyuncunun en temel özelliği, sürekli gözlem yapması. Ben yazarken hem bunu yaptım hem de hayal gücümü kullandım. Ayrıca konuyla ilgili bilmediğim şeyleri öğrenmek için araştırma yapmayı da ihmal etmedim.

        -Öte yandan “Sanrı” saf polisiye değil, insan ilişkilerine dair bir roman aynı zamanda...

        Katılıyorum, “medikal gerilim” ibaresi altında konumlandırılacak bir roman da değil. Okurun kafasını karıştırmak, hangi karaktere inanacağını bir türlü bilememesini sağlamak istedim. Böylesi daha heyecanlı değil mi?

        -Halihazırda ne üzerine çalışıyorsunuz?

        Size net bir tarih veremem, ne zaman biteceğini bilmiyorum ama yeni kitabımla ilgili çalışıyorum. Ama önemi yok! Yazarlık ölene kadar kendimi geliştirmeme, yeni şeyler öğrenmeme imkân verecek bir iş, ayrıca hiç tanımadığım insanlarla, okurlarla buluşma imkânı yakalıyorum. Bunca yıl sonra hayatta ilk kez çok sevdiğim bir işi yaptığım için de kendimi çok çalışıyor ve yoruluyormuşum gibi hissetmiyorum.

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ