Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Yaşam HT Cumartesi Bizim gazetelerde boy gösteren “Salma Hayek ve Venedik meraklısı” Fransız’ı hatırlayacaksınız:

        Ali Esad GÖKSEL / HT CUMARTESİ

        Bu sene Venedik Bienali’nin tarihinde bir dönüm noktası. Çünkü Türkler tarafından da keşfolundu! Bizler böyleyiz... Bir yeri keşfederiz ve oraya dadanırız. Peki ne süre ile? Onu demek zor. En son moda adres kulağımıza fısıldanana dek! Hatırlayın; bir ara her yaz başı Mikonos’a akın olunurdu. El Hak Venedik, Mikonos’tan iyidir...

        Yazıldı çizildi. Eminim rast geldiniz, izlediniz. Fotoğraf ve filmler de cabası... Mühim Cenah’lar “büyük Türk sanatçılarının” yeri göğü nasıl titrettiklerini aktardılar. “Karinesi best-seller olanından başlayan”, “Gezi esnasında ne dediği tam anlaşılamamış ve fakat yine de tutarlı çizgisi ile bilindik büyük sanatçılarımızdan” haberdar oldunuz. Hatta bu sanatçılarımızın Bienal’in en taşkın ilgi, sevgi ve ihtimamına mazhar olduklarını da bizlere haber ettiler: “Ne mutlu Bienalli-Türküm diyene!”

        SÜRÜKLEYİCİ TEMA MARKSİZM

        Tek endişem şu: Bienal düzenleyicileri var ya. Sakın ha gafletten uyanıp da “Ne oluyor yahu. Bir hata yaptık ama nerede” misali tahkikata başlamasınlar. İşte o zaman halimiz yaman olur. Her şeye razıyım hatta “Türk’ün Türk’e propagandası”na da peki... Ama, hâlâ içimde milliyetçi bir damar var olmalı: Sakın ha şu propaganda dosyalarımız bir gün yabancı sanat mahfillerine mizah teması olmasın... Bu sene Nijeryalı Küratör “sürükleyici tema” olarak Marksizm’i seçti. Hatim indirir gibi 24 saat Karl Marx’ın kelamı okunuyor: Kapital. İşin eğlenceli tarafı da şu: Venedik şehrine açılış zamanı gelenlerin çoğu hali vakti ziyadesi ile yerinde insanlar.

        O zaman şu soru akla düşmez mi? “Şu Kapital’i işe başlarken sağdan soldan çarpılan para sananlara, ‘Anlaşıldı ki okumayacaksınız, bari size görsel olarak izah edelim’ denmiş olabilir mi?” Üstelik satın alıp eve götürebiliyor, aklınıza düştükçe “Yahu ne idi bu Nijeryalı’nın dedikleri” diye hemhal olabiliyorsunuz. Bunlar güzel hallerdir...

        LAGÜN VE BORDEAUX

        Madem “Her işin başı para mıdır?” dedik, gelin oradan devam edelim. Eski Kıta gayrimenkullerinin en hızlı değer artışı nerede oldu dersiniz? Tarihi Lagün’de. Biliyorum bulmaca gibi oldu. Ama hadi devam: 10 yıl içinde ikinci kez asrın doruk değerlerini yakalayan şaraplar hangi coğrafyadan? Fransa’nın Bordeaux bölgesinden... Peki Lagün ve Bordeaux nasıl buluştu? Gelin şu filmi başa saralım!

        Venedik son bin yıldır hep gözde oldu, her kesim ve her zaman için... Peki ama neden? Eni konu ıslak, ulaşımı aksak ve rahatsız, altyapısı zayıf bir yere bu denli aşk niye? Hele bir tane âşık var ki!

        Bizim gazetelerde bile boy boy, boy gösteren “Salma Hayek ve Venedik meraklısı” Fransız’ı hatırlayacaksınız: François Pinault! Bu ismi duymuşluğunuz var mı? Şayet “frankofon coğrafya’’ dışında yaşıyorsanız, muhtemelen hayır. Oysa Mösyö Pinault çok şöhretli. Şimdi sahibi olduğu bir iki “firmayı’’ söyler söylemez “Aman yarabbim” diyeceksiniz: Modanın gözdeleri Yves Saint Laurent ve Gucci, Pinault’ya ait. Tahmin etmişsinizdir; Pinault’nun tek işi bu iki moda evi değil. O bir imparatorluğun başında. Hatta şöyle demek daha doğru: “Lüks tüketim malları diye adlandırdığımız dünyanın, iki oyun kurucusundan birisi Pinault.”Mösyo Pinault’yu sadece lüksle tarif olunan, çevresinde yarı çıplak manken kızların dolaştığı birisi sanmak ise çok yanlış olur. Çünkü o bu şatafatın çok dışında. Bu sıradışı işadamını daha iyi okuyabilmek için önce neden şimdi gündemimize oturduğunu da anlatmalıyız.

        KOLEKSİYON LAGÜN’Ü SEVDİ

        Bakın, Venedik’te “Canale Grande’’ adını taşıyan bir “ana cadde/su kanalı’’ var. Tüm sanatseverler gibi gözümüz orada! Şehrin gururlarından Palazzo Grassi adlı “iriyarı’’ bir modern sanatlar müzesi. Şunu baştan anlatalım. François Pinault, 80 küsur yaşında ve 7.5 milyar dolarlık bir servetin sahibi. Nerede ise yarım asırdır sanat eserleri topluyor. 2000’den fazla “çok önemli esere” sahip olduğu sanılıyor. Hırslı koleksiyoncu “Bir çeşit bağımlılık’’ diye adlandırdığı kariyerine geç empresyonist tablolarla başlamış. Sonra güzergâhını değiştirmiş. Kendi tabiri ile aktaralım, “18. ve 19. yüzyıl eserleri ile gözünü terbiye eden” Pinault modern sanata yönelmiş. Ya sonrası? Kısmen tanıdık ve ibret verici!

        Fransız işadamı, 1992 yılına dek Renault arabalarının üretildiği Paris yakınlarında, Seine Nehri üzerindeki “Ile Seguin’’de kendi müzesini kurmaya karar veriyor. Cumhurbaşkanı Chirac’ın yakın arkadaşı olan Pinault 5 yıllık bir uğraş ve 25 milyon dolarlık harcamadan sonra pes ediyor. Çok tanıdık bir hikâye değil mi?

        Paris’e hâkim bürokrasiyi aşamamış. Ünlü Japon mimarı Tadao Ando’ya yaptırdığı projeyi rafa kaldırmış, Fransız bürokrasisini bitmek bilmez muamelelerin belirlediği sınırsız zamanları ile başbaşa bırakıp İtalya’ya göçmüş. Agnelli Ailesi’ne ait, satılık Palazzo Grassi’yi 35 milyon dolara satın almış. Mimarı, Japon Ando’yu da beraberinde getirmiş. Beş ay içinde binayı toparlamış ve küfür kâfir girişmiş Fransızlara seslenmiş: “Bir yatırımcı için zaman; mevcudiyeti, yaşı ve sabırsızlığı ile ilintilidir! Au revoir!”

        MİLLİ SERVET’İN ADI ‘KIRMIZI’

        Ama emin olun, veda retorikte. Yoksa Pinault’nun Fransa’dan ayrılmaya hiç mi hiç niyeti yokmuş. Sahip olup da üzerine titrediği “şeylerden’’ belki de en özel olanı Pauillac’ta: “Chateau Latour Hikâyesi” Orta Çağ’da duran bir adres. Ama sadece adres değil. Burada yapılan şarap, Fransız şarapçılığının “korunması gerekenler” listesinde. Pinault, 1993 yılında bu şatoyu satın aldığında “Şarap tekrar memlekete döndü” diye şoven Fransa’nın bir kurban kesmediği kalmış. Oysa şarabın bir yere gittiği de yok. Sadece mülkiyeti İngilizlerden tekrar kıtaya dönmüş. 100 hektarlık bağdan 20 bin kasa şarap elde eden Pinault, bu büyük Bordeaux şarabını tekrar eski günlerine taşımış. İstisnasız tüm eleştirmenler için 1945 ve 47, 49, 59, 61, 62, 66, 70, 75, 78 ve 82 olağanüstü yıllar idi. Sonra yalpalayan Latour’un Pinault mülkiyetindeki rüştünü ispat yılı ise 1990’dı. Hemen herkesin şapka çıkardığı bir mahsul!

        Sizlere doğanın Bordeaux’da 2005 yazında mükemmel bir mahsul yapabilmek için nasıl her şeyi sunduğunu anlatmıştık. Bakın Fransızların haklı olarak gururlandıkları Chateau Latour için Financial Times Gazetesi’nin yazarı, Anglosakson âlemin saygın isimlerinden Jancis Robinson ne yazıyor... Robinson, okuyuculara gözde Bordeaux adreslerini sıralamış... Listenin iyilerini sizlerle paylaşalım: “Cheval Blanc, Haut Brion, Chateau Margaux ‘’

        ‘MALBEC’ VENEDİK’TE

        Bitti mi? Hayır, malumu ilam listesinde iki yapım evi daha var. Biri kırmızı, öteki beyaz şarap üretiyor. Kırmızıyı yapan Pinault’ya ait: Chateau Latour. Ya diğeri? O da efsanevi bir beyazı yapıyor: Chateau d’Yquem. Onu niye sona ayırdık. Söyleyelim: Bu efsanevi şarapevi de Bernard Arnault’ya ait. Kendisi uzun zamandır peşinde olduğu Yquem’i Fransa’yı tartışmalarla satın almıştı. Peki, Arnault kim? Şaşıracaksınız. Pinault’nun baş rakibi. Bir diğer “lüks imparatorluğunun sahibi’’: Louis Vuitton Moet Hennessy.

        Siz Yquem’i mi, Latour’u mu tercih edersiniz bilemeyiz. Ama Pinault Venedik’teki Modern Sanatlar Müzesi ile ilk bilek güreşini almış durumda idi! Üstelik müze yalı ile kalmadı. Geçen sene açılan Punta della Dogana, Venedik Cumhuriyeti’nin girişindeki kapı gibi: Gümrük kontrolü binası. Bundan böyle burası Pinault’dan sorulur. Oğluna aldığı malbec üzümü Salma Hayek de cabası! Son söz: “İki kafadarın hikâyesi bitmedi ki! LVMHGehry Müzesi de haftaya...”

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ