Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Yaşam HT Pazar Buenos Aires’te huzur üzerine bir hikaye

        PauloCOELHO - SİMYACI / HABERTÜRK PAZAR

        Buenos Aires’te Venezüellalı yazar Dulce Rojas ile birlikte kahve içiyorum; huzur üzerine konuşuyoruz ve artık insanların kalbinden ne denli uzak olduğu üzerine. Ve Dulce bana bir hikâye anlatıyor: Bir kral “huzur” fikrini en güzel şekilde anlatacak olan sanatçıya büyük bir ödül vereceğini duyurmuş.

        Bir sürü ressam, eserlerini saraya göndermiş; kimi günbatımında ormanları, kimi dingin akan nehirleri, kimi kumda oynayan çocukları, kimi gökkuşaklarını, kimi de gül yaprakları üzerindeki su damlalarını resmetmiş. Kral hepsini incelemiş ve sonunda aralarından sadece ikisini seçmiş.

        İlki çevresindeki yüksek dağların ve masmavi gökyüzünün mükemmel bir şekilde üzerine yansıdığı sakin bir göl resmiymiş. Gökyüzünde küçük beyaz bulutlar varmış. Ve dikkatlice bakıldığında sol alt köşede bir penceresi açık olan ve -basit ama leziz bir yemeğin piştiğini gösterircesine– bacasından dumanlar yükselen küçük bir kulübe görülebiliyormuş.

        İkinci resimde de dağlar varmış ama bunlar sarp ve keskin kayalıkları olan kasvetli dağlarmış. Dağların üzerindeki gökyüzündeyse, kara bulutlar, şimşekler, bardaktan boşanırcasına yağan dolunun hâkim olduğun amansız bir karanlık varmış. Bu resim saraya gönderilen diğer bütün resimlerden farklıymış. Ama yakından bakıldığında o sarp kayalıklardaki bir yarığın içine kurulmuş küçük bir kuş yuvası görülüyormuş.

        Ve o vahşi fırtınanın tam ortasında, bir kırlangıç yuvada sakince oturuyormuş. Sonunda kral maiyetini toplamış, “huzur” fikrini en iyi yansıtan resim olarak ikinci resmi seçtiğini söylemiş ve şu açıklamayı yapmış: “Huzur, gürültüden, sorunlardan, zorlu işlerden uzak bir yerde bulduğumuz şey değildir; huzur, en kötü durumlarda bile kalbimizin içinde sakinliği koruyabilmemizi sağlayan şeydir. Huzurun tek ve gerçek anlamı budur.” Zürafa nasıl öğrenir? Benim jenerasyonum Irving Stone tarafından yazılmış Michelangelo, Van Gogh ve Charles Darwin gibi isimlerin biyografilerini iyi bilir. Stone’a “Bütün bu insanların belli bir ortak özelliği var mıydı?” diye sorulduğunda şu cevabı vermişti:

        “Çoğu saldırılara maruz kalmış, yenilmiş, aşağılanmış ve yıllar boyunca hiçbir yere varamamıştı. Ama yine de her düştüklerinde kendilerini yeniden ayağa kaldırma ve tekrar deneme becerisine sahiplerdi. Büyük dâhiler düşmanlarına asla onları mahvetmelerini sağlayacak gücü vermezler.”

        Bu sözler bana bir arkadaşımı hatırlattı, harika bir kitap olan “A View from the Zoo”nun (Hayvanat Bahçesinden bir Manzara) yazarı Gary Richmond da kitabında insan ve hayvan davranışları arasında paralellikler kurar. En keskin gözlemlerinden biri ise yavru zürafanın doğumunu anlattığı bölümde karşımıza çıkar.

        Önce yeni doğan yavru zürafa hayli fazla bir yükseklikten aşağı düşer ve bütün bedeninin ağırlığıyla yere çarpar. Anne zürafa uzun boynunu hafifçe bir yana doğru eğer ve yavrusunun ayağa kalkabilmek için çırpındığını görür. Hemen uzun bacaklarından biriyle pek de yumuşak olmayan bir tekme atarak yavruyu yere serer. Ve yavru zürafa ayağa kalkmadıkça tekrar tekrar tekmelemeyi sürdürür, sonunda tekmelerden yorgun düşen yavru zürafa bu saldırıdan kurtulmak için büyük bir çabayla ayağa kalkmayı başarır.

        Tam bu anda anne zürafa yavrusuyla gurur duymak yerine hiç beklenmedik bir şey yapar: Yavruyu tekrar tekmeleyip yere serer, düşen yavru zürafa tekrar çabalar ve tekrar ayağa kalkar, ama bu kez öncekinden daha hızlı kalkar.

        Neden? Çünkü anne zürafa, arslanlar, çakallar, leoparlar ve avcılarla dolu bir dünyada yaşayacak olan yavrusunun ilk olarak yerden hızla kalkmayı öğrenmesini ister. Zira, yere düştüğünde hemen ayağa kalkmayı öğrenemezse önünde uzanan hayatı yaşaması asla mümkün olmayacaktır.

        (Çeviren: Mine Akverdi Denktaş)

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ