Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Yaşam HT Pazar Avrupalı olmak ne demek?

        Bu yakınlarda basına pek yansımayan ama “entelektüel dünya” denilen o gayya kuyusu Babil Kulesi’nde iz bırakacak bir buluşma yaşandı; iki düşünür, iki teorisyen arasında. Bir tarafta seneler evvel “ideolojilerin sonu” tezini ortaya atan (tabii sonra hiç de haklı olmadığı anlaşılan) Francis Fukuyama.

        Beri tarafta, bugün Avrupa’nın en önemli aydınlarından biri kabul edilen, her krizde kapısı çalınan, fikri sorulan Alman kökenli Jurgen Habermas. Bir araya geldiler; ekonomiden siyasete bir dizi meseleyi ele aldılar. “İyi de şurada ailecek oturmuş; sakin ve miskin bir pazar kahvaltısı ederken böyle ciddi, akademik bir konuyu niye okuyalım?” demeyiniz lütfen. Zira bu iki ünlü ismin tartıştıkları konu, bu memleketin cümle vatandaşlarını yakından ilgilendirmekte. İster muhafazakâr olunuz, ister sosyal demokrat. İster Edirne’de yaşayınız, ister Diyarbakır’da. Habermas-Fukuyama ikilisinin kafa yorduğu mesele çetrefil ama tek cümlede özetlenebilir: “Avrupalı olmak ne anlama geliyor?” Halbuki bugüne kadar (İkinci Dünya Savaşı bitiminden itibaren) bu soruyu gündeme getirmek gereksiz addediliyordu. Ne de olsa herkes biliyordu Avrupalı olmak ne demek, ya da öyle farz ediliyordu. Lakin finansal kriz, ardından meşruiyet krizi gelişince bu temel soruya geri dönüş yapıldı. “Nedir Avrupalılık?” sorusu kaldırıldığı çekmeceden çıkarıldı; naftalin koksa da yepyeni bir tartışma olarak duruyor karşımızda.

        İşin tuhaf yanı Avrupalı entelektüellerin bugün ele aldıkları bu konuyu biz milletçe, memleketçe yüzyıldır konuşup duruyoruz zaten. Hâlâ cevabını bulamadık, o ayrı. Lakin soruya aşinayız, orası kesin! Batı’da süregiden “Avrupalı olmak nedir, ne değildir?” sohbetlerine Türkiye’den de pek çok sesin kıyısından köşesinden katılması gerek. Çorbada tuzumuz olabilir. Biz değil miyiz “alafranga” ve “alaturka” arasında ta III. Selim’den bu yana mekik dokuyan; Doğu ve Batı arasında cereyanda kalmış gibi iğreti oturan, boynu tutulan; aynı anda birden fazla kimlik taşıyan ama bunun güzelliğine varamayan ve kafası karışan? Biz değil miyiz bu karmaşık yapımızı bırak başkasına izah etmeyi, kendimize bile anlatamayan? Biz değil miyiz aynı şehirde araba sürerken köprünün bir ucunda “Avrupa kıtasına hoşgeldiniz”, öteki ucunda “Asya kıtasına hoşgeldiniz” tabelasını görmeyi kanıksayan? Biz değil miyiz Avrupalılığın kenarında dolaşan, zaman zaman kayıp kenardan yuvarlanan, sonra tekrar aheste revan eski yerine tırmanan? Bizim de fikrimiz ve sözümüz olmalı Avrupalılık tartışmalarında o zaman! Habermas yapıcı bir yaklaşıma sahip. Avrupa Birliği’nin içinden geçtiği ekonomik, politik ve meşruiyet krizleri üzerine kalem oynatırken, geleceği karanlık görmüyor.

        “Her zamankinden daha fazla Avrupa” diyor. Yaşlı kıta üzerinde yükselen milliyetçi söylemlere alternatif bir duruş sergiliyor, taviz vermeden. Boşuna değil, The Nation Dergisi’nin onun için “iyi/has Avrupalı” (good European) ifadesini kullanması. Fukuyama’nın “Peki geriye mi gidiyoruz?” sorusuna, gençlerden örnekle cevap veriyor. Genç neslin geriye gitmek istemediğini söylüyor. “Biri çıkıp da ‘Avrupa’nın bir ülkesinden başka ülkesine gitmek için pasaport/vize almanız lazım’ dese gençler şok olur” diyor.

        Habermas, krizlerde, engebelerde, arabayı durdurup zıt istikamete çevirmekten yana değil. Tam tersine, Avrupalılık fikrini terk etmek bir yana, daha bilinçli ve duyarlı bir şekilde anlamaktan, yaşamaktan yana. Çivi çiviyi söker, bir anlamda. Kriz bir fırsat; bir şeyler yolunda gitmiyorsa, insanların içinde yaşadıkları sisteme bakıp aksayan yerleri düzeltmeleri için açılmış bir pencere. Türkiye’ye uyarlarsak bu yaklaşımı, “AB ile ilişkilerimiz iyi gitmedi, biz de yüzümüzü başka yöne çeviririz” demek yerine, yeniden inanmak da mümkün.

        #

        Yirmi Sekiz Mehmed Çelebi Efendi, ruhu şad olsun, Osmanlı’nın Avrupa’ya gönderdiği elçiler arasında nadide bir sestir. Fransa üzerine gözlemlerini okumak keyiflidir. Toplumu, kültürü, merasimleri, yemekleri anlatırken duygularını gizlemez. Favori bölümüm kadınlar üzerine yazdıklarıdır. Fransa’da kadınların itibarının ne kadar yüksek olduğuna samimiyetle hayret eder; “her murat ettikleri” yere gidebilmelerine şaşırır. Hatta bu yüzden sokakları kalabalık bulur. Kadınlar evlerinde otursa Paris sokakları bu kadar kalabalık olmayacaktır! “Avratların sözü geçiyor” der Fransa’yı tarif ederken. Ona göre ülke “avratların cennetidir, zira hiç zahmetleri ve meşakkatleri yoktur”. Osmanlı kadınlarına Batılı kadınlar daha rahat ayrıcalıklı yaşamaktadır. Abdullah Cevdet’ten Yakup Kadri’ye dinmeyen tartışmamızın adı “Avrupa”. Habermas nasıl Avrupa’nın içinden geçtiği krizi “Avrupalılık ne demektir?” sorusuna olumlu dönmek bir fırsat olarak görüyorsa, Türkiye de bugün yaşadığı kimlik açmazlarını bir “nimet” olarak görüp inancını tazeleyebilir. Neye mi? AB demokrasiye, çoksesliliğe, ifade özgürlüğüne... Bütün bu değerler lafta kalmasın diye. www.elifsafak.com.tr

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ